Adnan Demirtürk
12 Aralık 2007
ŞEHİD GENEL BAŞKAN

MİLLİ GENÇLİK VAKFI
MERHUM (ŞEHİD)
GENEL BAŞKANI

ADNAN DEMİRTÜRK
(1965-15 Mayıs 1999)

“Bir cesaret adamı
bir ilim kapısı
bir dava adamı
muhteşem bir zeka
ufku ve umudu şehadetle örülü bir yürek
ve şehitlerden bir Başkan…”



















“Gülden terazi kurmuşlar,
İçine güller koymuşlar,
Gül alırlar, gül satarlar,
Alanlar gül, satanlar gül!..”

“Biz gelmedik, kavga için
Bizim işimiz sevgi için
Hakkın evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldik."

“Gitmek güzeldir...
Eğer gidilen sevgili ise;
Üstelik En Sevgili ise...
Gitmek daha da güzeldir.
Güzeldir, yeryüzünün bütün renklerini,
bütün tatlarını,
bütün seslerini,
bütün iklimlerini,
bütün sözlerini,
onları put belleyenlerin masasına atarak,
Özlenen'e gitmek...
Geride silinmeyecek ayak izleri bırakarak.
Bildiriyi ulaştırarak
Muştuyla...”

“Adnan Demirtürk kardeşimiz, gençlerimize örnek olacak bir yaşam sürdü. Şuurun en güzelini gösterdi. Davasına bağlılığı ile her zaman ön plana çıktı. Ne mutlu O’na! İnşallah Rabbimiz, kendisine şehit muamelesi yapar…”
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN – Milli Görüş Lideri ve 54. Hükümet Başbakanı

Bu küçük (içerik itibariyle büyük ve çok önemli-gerekli) ve mütevazı kitapçık vesilesi ile şehid genel başkanımız Adnan Demirtürk Abimiz’i, O’nunla beraber aynı kazada şehadete koşan Talha Özcan EYÜPOĞLU ve Ahmet TURAN Kardeşlerimiz,i 6 Ocak 1999’da hizmet esnasında şehid olan Adnan Abimiz’in kayınbiraderi, Milli Gençlik Vakfı Trabzon Şube Başkanı Muammer TOPÇU Hocamız’ı ve dahi tüm şehidlerimizi rahmet, hasret ve gıpta ile yadediyoruz…

Merhum Genel Başkan Adnan DEMİRTÜK Kimdir?
1965, Trabzon-Vakfıkebir doğumlu olan merhum başkanımız ilköğretimini ve liseyi Vakfıkebir’de tamamladı. Gönlünden İlahiyat Fakültesi geçiyordu ama O'na nasip olan Vakfıkebir'in tarihindeki ilk Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi olmaktı.
1986 yılında Mekteb-i Mülkiye İşletme mezunu idi. Kısa dönem olarak askerlik hizmetini tamamlayan Demirtürk, Konya-Ilgın Un Fabrikasında muhasebeci olarak çalışmaya başladı.
Ancak kutlu davet ulaşmakta gecikmedi. Dursun Ali Düzenli Ağabey talimatı vermiş, ve Adnan Ağabey 1987'de “gözbebeğim” dediği Vakfıkebir'ine geri dönmüştü. Bu dönüş, bir neslin yetişmesine filiz, bir meşalenin tutuşmasına kıvılcım idi. Selam Muhasebe Bürosu’nu kurdu ve kutlu bir yolculuğa start verdi.
"Maddenin Manaya Hizmeti" diyerek çıktı yola. Hedef "açısı tam" bir gençlik yetiştirmekti. İdeal insanı, mefkure insanı olmaktı, hayatı anlamlı kılan. “Her insan bir nizamdır”, demişti.
Kendisini hazırlamıştı. İmanın kuvvetlenmesi için belâ, musibet ve zulüm lazım geleceğini; böyle durumlarda da gizli kuvvetlerin, saklı enerjilerin ortaya çıkacağını anlatmıştı, sevdalısı olduğu gençlerine. "Sevdası Türkiye" olan bir gençlik için. Hedef, şartlar ne olursa olsun "işin delisi" olmaktı. Zorluklar tahammül, dayanıklılık ve sebatla aşılacaktı.
Ne yapılacak, kim yapacak, nasıl yapacak, ne zaman yapılacak, netice ne... Sistemli çalışmak, teşkilat ruhu, disiplin, itaat onunla özdeşleşmiş kavramlar idi. Tıpkı sakalı, lacivert elbisesi, yakasız gömleği ile olduğu gibi. Teşkilat; inanç, gaye ve hareket demekti.
Muhabbetle sarıldığı gençlere, o dayanılmaz elektrik çoktan aktarılmıştı bile. Durmak beklemek yoktu. Artık her an bir faaliyet, her gün yeni bir vazife, her saniye büyüyen bir heyecan vardı. Vazifeler saatlerden fazlaydı. Tutulan her iş silkeleniyor, ardından yenileri geliyordu. Asla tek kişilik bir ordu olmaya çalışmadı. Varı yoğu gençleri idi.
Her kademedeki görevin bir başka eğitimi vardı. Ve bir gün belki de en önemli eğitimini verdi. Hayatını hak davaya, liderine ve Adnan ağabeyine adamış olan bir gencine kendi makamını devretmiş ve "Bugüne kadar size kumandanın nasıl olacağını gösterdim. Şimdi ise askerin nasıl olacağını gösteriyorum." demişti. Nurettin Şar'ı Reis Bey yapan bu olay, aynı zamanda onun gencine verdiği önem ve değerin en güzel örneğidir.
Devamlı çalışıyor; ya okuyor, ya düşünüyor, ya da yazıyor, hiç kimsenin boş oturmasını istemiyordu. Mükemmel bir not alma ve çalışma sistemi vardı. Eline geçen bütün imkanları gençlerine ve kitaplarına harcardı.

MGV Genel Başkanı Adnan DEMİRTÜRK’ün yaptığı görevler:
- RP Genel Merkez Seçim Karargah Bşk - Ankara (24 yaşında)
- RP İlçe Başkanlığı - Vakfıkebir (25 yaşında)
- RP GM Seçim Karargah Bşk. Yrd. - Ankara (26 yaşında)
- RP M. İlçe Seçim Karargah Bşk. - Trabzon (27 yaşında)
- RP Belediye Başkan Adayı - Vakfıkebir (29 yaşında)
- RP Milletvekili Adayı - Trabzon (30 yaşında)
- MGV İlçe Başkanlığı - Vakfıkebir (31 yaşında)
- RP İl Seçim İşleri Başkanlığı - Trabzon (32 yaşında)
- MGV Genel Başkanlığı - Ankara (32 yaşında)

Çok sevdiği ve sık sık tekrarladığı mısralar vardı;
"Biz gelmedik kavga için "Gülden bir pazar kurmuşlar
Biz işimiz sevgi için Gül alırlar gül satarlar
Hakk'ın evi gönüllerdir Gülden terazi kurmuşlar
Gönüller yapmaya geldik" Alanlar gül satanlar gül"

Bir yayla programında gençler için çırpınırken yeni bir kutlu vazifenin daha müjdesini aldı. Görev Ankara'da idi. Millî Gençlik kendisine emanet ediliyordu. Karargah başkanlığı yaptığı zamanlarda kokusunu almıştı liderin bir kez. Bu vuslat müjdesiydi sanki.
Dünya, Millî Gençlik Vakfı'nın destansı bir faaliyet dönemine daha tanık oluyordu. Her zaman olduğu gibi bu işte silkelenmiş, vazifeler saatleri aşmıştı. "Proje İnsan", "Muhatap Kitle Gençlik" ...
Şöyle sesleniyordu gençliğine;
"Arkadaşlar! İhlasla çalışalım. İhlas; dünya yansa içinde bir kalbur samanı bulunmamaktır. Yılmaz, yorulmaz, yıkılmaz bir gayretle çalışalım. Yorgunluk, bıkkınlık, ümitsizlik, karamsarlık, kırgınlık, küskünlük, dargınlık sözcüklerini bir paçavra gibi hayatımızdan söküp atalım. Az topluluğun sırrını bilelim. Sevginin galip gelmesi için çalışan insan; yani adam gibi adam olalım..."
Ve vedalaşma vakti gelmişti...
Samsun'dan, her biri bir destan olan Bölge Sorumluları ve Şube Başkanları Toplantısından Ankara'ya dönüyorlardı.
Toplantıda, bir süre önce Hakk' a yürümüş olan MGV Trabzon Şube Başkanı Muammer TOPÇU hocamızı hatırlayarak, "Kim bilir daha kadrolarımızdan kimler orada Hakk'a yürüyecek" dediği Havza civarında, yine toplantıda tarif ettiği şekilde En Sevgili' ye kavuşmuştu.

Bir yanında Ahmet Zahit Turan, diğer yanında Talha Eyüboğlu... Rabbim, sevgilileri bir arada almıştı yanına. Arkada kalanların koltuk değnekleri çekilmiş; Adnan ağabeyin tarif ettiği antrenmanlar başlamıştı.
Korunacak bir emanetimiz, itaat edilecek bir manamız, yeryüzüne haykıracak davamız ve yolumuzu aydınlatan üç şehidimiz var. Şimdi bizler, ona kavuşmanın heyecanı içinde, onun bizi denetlediği bilinciyle, onun bize öğrettiği şekilde, tıpkı onun gibi Lider'in izinde, tuttuğumuz işleri silkeleme ve onun ölümsüz destanını ötelere yaymanın telaşındayız.
Şehadetleri mübarek olsun. Milletimizin başı sağolsun.


Adnan DEMİRTÜRK’ten ALTI ÇİZİLİ SATIRLAR

- Projemiz insandır. Muhatap kitlemiz, gençliktir. Gençlik, gelecek ile geçmiş arasında köprüdür. Gençliğini heba eden, helak olur. Gençliğe sahip olan, geleceğe sahip olur.
“Bir yıl sonrasını düşünüyorsanız tohum ekiniz, on yıl sonrasını düşünüyorsanız fidan dikiniz, yüz yıl sonrasını düşünüyorsanız bir insan yetiştiriniz” anlayışı temel ilkemizdir.

- Bizim en önde yürüyen bayrağımız sevgi ve kardeşlik bayrağıdır. Biz, Türkiye sevdalısıyız. Bu ülkeyi sokakta bulmadık. Başka Türkiye olmadığının idrakinde ve “insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” inancının şuurundayız. 70 milyon hepimiz kardeşiz.

- Lügatimizde kin, nefret, haset, düşmanlık, husumet sözcükleri olmamalıdır. Yıkmak için değil, yapmak için var olduğumuzu unutmamalıyız. Ucuz kahramanlık gösterilerine, işportaya düşmüş slogancılığa, serkeşliğe, havailiğe iltifat etmemeliyiz. Mesuliyetimizi ve sorumluluğumuzu kuşanmalıyız. Vakti kuşanmalıyız.
Yorgunluk, bıkkınlık, ümitsizlik, karamsarlık, kırgınlık, küskünlük sözcüklerini bir paçavra gibi hayatımızdan söküp atmalıyız. Yaptıklarımızı şan, şöhret, makam ve ikbal için değil bir gün kendisine döneceğimiz Alemlerin Rabbi Yüce Allah’a yüz akıyla ve alın açıklığı ile kavuşmak için yapmalıyız.

- Gençliğimiz maddi ve manevi alanda şu donanıma sahip olmalıdır:
a) Gençliğimiz ilim, sadakat, adalet, haya ve takva gibi güzelliklere sahip olmalı,
b) Kişisel gelişim (Sürücü belgesi, bilgisayar, yabancı dil, yüksek öğrenim, bilimsel çalışmalar, vb.)
Yürekli, tuttuğu işi koparan bir gençlik. Gözlerinden kıvılcım, başından ateş çıkan bir gençlik…
- Yanı sıra bir genç şu özelliklere sahip olacak;
a) Genel kültür sahibi olacak, çağını tanıyacak.
b) Ülkemizin yapısını ve idealini tanıyacak.
c) Vizyon ve ufuk sahibi olacak.

- Biz, inandığımız gibi yaşamak istiyoruz. Kim Allah’a (c.c.) güvenirse Allah (c.c.) ona yeter. Şükür, Allah’ın (c.c.) verdiği nimetleri onun yolunda kullanmaktır.
Ya Rabbi, bizi sevdiğin, razı olduğun, kendi yolunda istihdam ettiğin kullarından eyle (amin). Bazen bir adım atar bin adımlık ecir alırız.
Her şeyin temeli, aşktır. İnsanımıza aşk ve şevk vermeliyiz. “Biz, aşkın çocuklarıyız.”

- Sosyal yapı şöyle oluşur:
1. İyilikleri istiyorsak, önce kendimiz iyi olacak ve kendimiz değişeceğiz.
2. Toplum iyiliği istiyorsa, içinde bulunanı değiştirecek.
3. Her toplum layıkını bulur.
4. Allah Teala bir toplumu helak etmek isterse, önce öncülerini azdırır.
5. Bir toplumun ıslah edicileri bulundukça, Allah (cc) o toplumu helak etmez.

- İnsanımız zor yetişiyor. Bunun için birbirimizin kıymetini bilelim. Slogan insanı değil üslup insanı olmalı, çalışmalarda kimseyi dışlamamalıyız.
Üzerinde durmamız gereken en önemli şeylerden biri, nefsaniyetten arınmış bir görev anlayışıdır. Başkalarının yaptıklarıyla oyalanmak yerine kendi yaptıklarımıza bakmalıyız. Karıncayı bile incitmekten korkan bir Müslüman nasıl olur da bir kişinin cehenneme girmesine razı olur.

- Namaz, gözümüzün nurudur. Beş vakit namazı noksansız ve dosdoğru eda edin. Emanete hıyanet etmeyin. Emin ve güvenilir kişiler olun. Ana babaya iyilikten, sadakatten ve itaatten ayrılmayın.
Okuyun, araştırın, öğrenin, ilim tahsil edin, faydasız ilimlerden uzak durun. Beden ve ruh temizliğine itina gösterin. Güzel ahlak sahibi olun. Argodan, boş sözlerden, malayaniden uzak durun. Şahsiyetli olun. Arkadaşlarınızı iyi seçin. İrade sahibi olun.
İnancımızın esası; “Halık’ı tazim, mahluka şefkattir”. Bir insanı kurtarmak, bütün insanlığı kurtarmak gibidir.

- Karşısındakilere değer veren kişi, değer görür. Nefsi görüş ve yorumlardan kaçınmalıyız. Zamanı iyi kullanmalı, kararsızlıktan kaçınmalıyız. Düşünmeye ve değerlendirmeye zaman ayırmalıyız. Kendimizi yenilemeliyiz.
Müzakereye ve mütalaaya evet, tartışmaya ve nizaya hayır. Peşin hükümlü olmamalıyız. Söz borçtur. Vaatlerimizi yerine getirmeliyiz. Zorluğu gösterip korkutmamalı, kolaylığı gösterip rehber olmalıyız. Sır saklamayı bilmeliyiz.

- Motivasyon; bir süreç, bir vetiredir. Motivasyon; insanı çalıştıran, koşturan bir şeydir. Motivasyon ile zaman israfı önlenir, insanlar tam kapasite ile çalışmış olur. Asrımızın en büyük israfı, zaman israfıdır. Allah’u Teala (c.c.), “Vel asr” buyurarak zamana yemin ediyor. Ömür, O’nun rızası uğruna harcanmalıdır.

- Ölümü unutmayın. Bütün lezzetleri sona erdiren ölümü, çok anınız. Her işin başı imandır. Sonra da Salih amel … Hakkı ve sabrı tavsiye… Davamızın hayranı değil, bağlısı olmalıyız. Rabbimiz “içinizde Allah’a (c.c.) çağırandan daha güzel sözlü kimdir”, buyuruyor.

- Vasıflı insanın 6 özelliği vardır:
1. İnanç ve Samimiyet “İnanıyorsanız mutlaka en üstünsünüz.”
2. Bilgi
a) Genel kültür
b) Lisan
c) El Becerisi
d) Mesleki Uzmanlık
e) Akademik Kariyer
f) Vizyon ve Ufuk
3. Çalışkan Olmak
4. Disiplin
5. Fedakarlık
6. Uyum

- (Gençlerimize, iş arkadaşlarımıza ve) personelimize;
Aslolanın Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğunu ve ebedi saadeti kazanmak olduğunu öğretebilmeliyiz.
Onlara daha geniş ve zengin imkanlar sunabilmeliyiz.
Sosyal statü ve saygınlık kazandırabilmeliyiz.
Gelecek güvencesi sağlayabilmeliyiz.
Yetişme ve ilerleme fırsatı tanıyabilmeliyiz.
Kişisel gelişim, kariyer ve birikimi özendirmeliyiz.
Amaçları, hedefleri ve değerleri sahiplendirebilmeliyiz.

- İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’ten almamız gereken dersler şunlardır:
1. Fatih’in inancı ve ilmi
2. Kendine olan öz güveni ve kararlılığı
3. Şuuru, hedefe götürecek dinamikleri iyi bilmesi
4. İdealine ulaşmayı dert edinmesi
5. Ciddiyet ve Heyecanı.

- Namaz konusunda titiz olunmalı, her zaman abdestli bulunmaya ve misvak kullanmaya gayret edilmelidir.

- Hayatta şu üç şeye uymak zenginliktir:
1) Mehafetu’llah (Allah (cc) korkusu).
2) Muhabbetu’llah (Allah (cc) sevgisi).
3) Marifetu’llah (Allah’ı (cc) bilme).

- Bizim tek gündemimiz var: Biz kuluz, alemlerin ise bir sahibi var. Biz, bize düşeni (vazifemizi) yaparız. Alemlerin Rabbi, layık olduğumuz zaman, en zayıf sebebleri bile oluşturarak bize yardım eder. Örümceğin ağ kurup, Efendimiz’i (sav) koruduğu gibi… Her fırsatta pek zayıf sebeplerle Rabbimiz, sevgili kullarını korumaya devam etmektedir.

- Her nimetin şükrü, kendi cinsindendir. Hidayet nimetinin şükrü ise hizmettir.
Başarıyı hak etmek için Rabbi’ne kilitlenmiş, şehadet ne zaman diye bekleyen bir insan olmalıyız. Bir yerde şehadet varsa orada esaret yoktur. Allah (c.c.), mazlumların yanındadır. Şehitler, bizim şuur vesilemizdir.
Tılsımı bozmayın. Tılsım kanlı bir kefenle Allah’ın huzuruna gitmeye sevdalı olmaktır.

- Biz, İslam’ı ve Müslümanları temsil iddiasında değiliz. İslam’ın, Müslümanların ve bütün insanlığın hizmetinde olduğumuzun şuurundayız. Vazifeleriniz size verilmiş bir emanettir. İlinizin evliyasından da, eşkıyasından da mesulsünüz. Görevleriniz nefsi tatmin aracı değil, insanlığa hizmet aracıdır. Mazeret bulmaya değil iş üretmeye, Allah’ın (c.c.) rızasını zerrede bile olsa aramaya gayret etmeliyiz.

- Çalışmalarımızın en önemli özelliği kader birliği, gönül seferberliği ve ağız tadıyla çalışmaktır. Kardeşlerimizin her biri muhabbet fedaisi olmalıdır.

- Olumsuz şeyleri sayıp dökerek karamsar bir tablo çizmek yerine hep pozitif şeyleri, aksiyon ve hamleleri konuşmayı ilke edinmeliyiz. Bir başka deyişle düşen bir yaprağı konuşmak yerine açan bir çiçeği konuşmalıyız. Başkalarına malzeme olacak sözlere itibar etmemeliyiz.

- Düşünce ve inancı ne olursa olsun hiçbir insanı rakip olarak kabul etmiyoruz. Bizim rakibimiz, gençliğimizi tehdit eden satanizm, fuhuş, içki, kumar gibi kötü hastalıklardır. Gençlerimiz hangi inanç ve düşüncenin sahibi olurlarsa olsunlar, bu ülkenin en aziz varlıklarıdır.
Bizim kavgamız farklılıklarla değil her türlü fikri taassupladır. Kavgamız; kimlik problemi, kültürel yozlaşma, ekonomik sıkıntılar, eğitim sorunları, her türlü zararlı alışkanlıklardan gençliğimizi kurtarmak, onlara aydınlık bir gelecek hazırlamaktır. Onların yarınlarını yazık etmemek, ümitlerini söndürmemek, hayallerini köreltmemek bilakis yarınlarını diriltmek, ümitlerini yeşertmek, hayallerini filizlendirmek, sevgilerini ebedileştirmek kavgasıdır.

- Birlikte yürüdüğümüz insanlara çalışma ve iş yapma hazzını tattırmalıyız. Onların ellerinden tutup, cennete itekler duruma getirmeliyiz. Bunun da en güzel yolu, lisanı hal ile örnek olmaktır. İnsan onuruna yakışan yöntem de budur.
Üstünlük ve gücün, görev ve rütbelerimizden değil özveri, çalışma ve performansımızdan kaynaklandığını bilmeliyiz. Bütün çalışmalarımız hesabi değil hasbi bir anlayışla yürütülmelidir.
Sönük değil; var olan, dinamik bir gençliğin yetişmesi amaçlarımızdandır.

- Hizmetlerimizi aşkla, azimle, nizamla ve estetik anlayışı ile yürüteceğiz. Hiçbir mazeret, başarının yerini tutamaz. Dedikodunun bulunduğu yerde rüzgarınız kesilir. Problemler değil aksiyonlar konuşulacak.
Çalışmalara usulen değil fonksiyonel olarak katılacağız. Beyinde negatif bir düşünce olamaz. Kimin içinde bir eğrilik varsa bunu düzeltmelidir. Sorgulanmayan hayat, yaşamaya değmez.

- Kıymetli taşlar, az olduğu için kıymetlidir. Dava adamları azdır ve dava adamlığı en önemli vasıftır. Vazife adamı denildiği zaman görev verildiğinde gözümüzün arkada kalmayacağı, insan anlaşılır.
“İnsanlar yalnız inandık deyip de kurtulacak ve hesaba çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar?” 50, 60 yıllık ömrümüzde çetin imtihanlardan geçeceğiz.
Ömrü yaşanmaya değer kılan şey, dava adamı olmaktır. Biz, Allah’a (c.c.) kulluk için çalışacağız. Allah’a (c.c.) kavuşmayı her şeyden fazla isteyeceğiz. İbadet ve çalışmalarımızdan haz duyacağız.

- Ne kadar başarılı olsak, başımız öne eğiliyor. Çünkü işin sahibi, Allah (c.c.) tır. Allah (c.c.) emirlerinde galip olandır. Kul olduğumuz için bu çalışmaları yapıyoruz. Bu yüzden şu üç özelliği iyi bilmeliyiz:
a) Yaradılış gayemizi,
b) Dünyada bir imtihanda oluşumuzu,
c) İhsanı (Allah’ın (c.c.) bizi gördüğünü bilerek çalışmalarımızı yürütmek.)

- Hizmetin önemine önce kendimiz inanacak, ailemizde yaşayacağız. İçi yanan insan, toplumun dertleri ile dertlenen insan, hizmet delisi bir insan olacağız.
Şuur; davasını, hedefini ve sorumluluğunu bilmektir. Heyecan; Duygu, tavır ve kelamında coşkulu olmaktır. Ciddiyet ise adap ve kurallara uymaktır.
Bir kişiyi kazanmanın sevabının Uhud dağından daha büyük olduğunun idrakinde olarak görevimizi sürdürürüz.

- Bizler, Yunus’un deyimiyle;
“her gün yeniden doğarız,
bizden kim usanası” şuurundayız.

- Allah’ın kula en büyük ihsanı, kişiyi kendi yolunda çalıştırmasıdır. Bu yüzden biz onurlu bir duruşu, onurlu bir insan anlayışını, onurlu bir toplum özlemini temsil etmekteyiz.

- Arkadaşlar! İhlasla çalışalım. İhlas, dünya yansa içinde bir kalbur samanı bulunmamaktır. İhlasla çalışan, kardeşlerinin aleyhinde konuşmaz. Geriye dönüş yok…Her zaman terakki var…
Yılmaz, yorulmaz, yıkılmaz bir gayretle çalışalım. Az topluluğun sırrını bilelim. “Nice az topluluklar, Allah’ın yardımıyla çok topluluklara galip gelir.”
Açısı tam insan olalım. Sürüye kurt getirmeyen insan… Elinde zehir tenekesiyle dolaşmayan insan… Merhum Yavuz Gökmen’in ifadesiyle “adam gibi adam” olalım. Asıl felaket, ebedi hayatta cennetten mahrum kalmaktır.

- Gönüllerinizi açın ve yürüyün, toplumsal değişimin bir tek yolu var: Kendimizi değiştirmek. Birbirimizi seversek, Allah da (c.c.) bizi sever ve yolumuzu açar.

- Saatlerinizi zafere ayarlayın. Büyük hedeflere demir atın. Büyük muvaffakiyetler, büyük cüretler (fedakarlıklar) gerektirir.
Mutlaka sevgi galip gelecektir.

- Allah Teala bizimledir. O (cc), alemlerin Rabbi’dir. Hamd ve dönüş O’nadır. O (cc), ne güzel vekil ve ne güzel yardımcıdır. Allah’a emanet olunuz.


HEDEFE KİLİTLENME ve BAŞARILI OLMAYA DAİR BİR ÖRNEK:
GARCİA’YA MEKTUP

Adnan Demirtürk; başarılı, becerikli, hemen işe girişen, tuttuğunu koparan, zorluların üzerine giden, yılmayan ve hedefe kilitlenmiş insan tipine (dava adamına) Elbert Hubbart’ın “Garcia’ya Mektup Götüren Rowan” makalesini her konu açıldığında örnek gösterirdi.Şöyle ki:
ABD ile İspanya arasında savaş çıktığı zaman Küba’da bulunan ABD Kuvvetleri Başkomutanı General Garcia ile derhal haberleşmek gerekiyordu. Garcia, Küba’da sarp kayalıkların arasında bir yerdeydi, ama nerde olduğu kesin olarak bilinmiyordu. Ancak ABD Cumhurbaşkanı mutlaka onunla irtibata geçmeliydi. Ne yapabilirdi?
Birisi, Cumhurbaşkanı’na “Garcia’nın yerini bulacak ve irtibatı sağlayacak bir tek adam biliyorum, o da Rowan’dır” dedi. Rowan derhal çağrılarak, Garcia’ya ulaştırılması gereken mektup kendisine teslim edildi. Rowan mektubu aldığı gibi deriden bir keseye koyup kalbinin üzerine bağladı. Dört gün sonra bir gece yarısı Küba kıyılarına kayığıyla yanaştı. Bataklıkları ve balta girmemiş ormanları aşarak Garcia’yı buldu ve mektubu ulaştırdı. Sonra da Amerika’ya döndü…
Burada asıl üzerinde durulması gereken husus, Rowan’ın hemen işe koyulması ve işi bitirmesidir. Gençlerin en büyük ihtiyacı dürüst, güvenilir, hemen işe sarılır, enerjilerini dağıtmadan bir yerde toplayan adamlar olmaları ve ele aldıkları işi gerçekten başararak “Garcia’ya haber götürmeleri”’dir.
Benim en cana yakın ve övülmeye layık bulduğum adam, başında bir denetleyici insan veya amiri yokken de işini dürüstçe ve dört dörtlük yapan adamdır. Bütün dünya Garcia’ya mektup götürecek adamları arıyor.


MUHTEREME EŞİ, ADNAN ABİ’Yİ anlatıyor:

Bismillahirrahmanirrahim
Alemler’in yaratıcısı, yegane sahibi, Hakim-i Mutlak Cenabı Hakk' a hamd ve O'nun seyyidi Peygamberimiz Muhammet Mustafa (sav)' e salat ve selam olsun.
Selam ve kurtuluş müminlere olsun.
Bütün tarih boyunca buhran ve ferah zamanlar olmuştur. Bu sıkıntılı zamanlarda inanç esasları huzur ve ferahlık, inançsızlık ise insanlık için zarar, batış, bitiş ve yok oluş olmuştur.
Bu güzellikleri ve fenalıkları insanlar husule getirmişler ve bunlar tarihe de ya altın harflerle yazılmış, ya da kara sahifelere geçmişlerdir.
Her devirde Ömer b. Abdulaziz' ler (hakkı üstün tutan, batıldan kaçanlar) var olmuştur. Haccac' lar da var olmuş; onlar batılın çürük olan kökü bozuklarıyla birlikte olarak güzel dünyamızı fesada, kargaşaya, huzursuzluğa sevk etmişlerdir. Bu sancılı devirlerden ve zulümlerden sonra müjdeli doğumlar olmuştur. Tarihin akışı içinde adil, mazlum ve zalimler olmuştur. İşte böyle bir dünya ve böyle imtihan...
Tarihi yaşarken insanlar hep hak yada batıl yolda görevlerini yapmışlardır. Yada görev yapmamış, tarafsız kalmış, zarara uğramış veya uğratılmıştır. İşte bu tarihi yaşarken, bu asırda, bu görev, dünyamızın içinde ne kadar insan varsa onlara düşmüştür. Görevlerini, görevlerimizi yapmaya gayret ediyor, ediyoruz.
Bizlere bu manevi mesuliyet duygusu, bu güzellikleri yaşatıyor. Elbette bu sorumluluğun bir yerinde olmalı idik.
Elhamdülillah, Rabbim'e hamd ve şükrediyorum ki, bize büyük bir nimet bahşederek Hakk' ın yanında bizleri davasına hizmetçi eyledi. Hakk' ın yanında olmak ise, doğru olan her şeyi yapmayı, emr olunduğumuz gibi olmayı ve batıl çürüklerden kaçınmayı bize söylüyordu. Bu yolda yada yarışta hepimiz kendimize birer elbise biçiyoruz. Bu elbisenin güzelliği var ama, meşakkati olur düşüncesi ile hafiften gidiyor, yada sıkıntı ve meşakkate razı oluyor, elbisenin sağına soluna bakmadan bu kutlu yolda kendini adıyor, koşuyor, koşuşturuyor ve coşturuyor. Bu uğurda çekilecek sıkıntıyı bahşiş kabul ediyor. Çünkü Rabbine aşık oluyor. Kulluğun bilincinde oluyor, seviyor, sevdiriyor.
İşte merhum Genel Başkan Adnan Demirtürk' ü bir yazı ile bize ifade eder misiniz, diyen kardeşlere böyle bir girişle anlatmaya başlamak istedim.
Rabbimize karşı kendilerinde çok değişik bir aşk ve sevgi görmüştüm. Bu inanç, aşk ve sevgi onu ayakta tutuyordu. Bu uğurda mücadeleyi de geciktirmeden yapmaya gayret sarf ediyorlardı. Maddiyat ve maneviyatım tam olup, ondan sonra mücadele yapayım demiyorlardı. Bu iki maddenin azlığı mücadele aşkını söndürmüyordu.
Teşkilat çalışmasını ruhen, bedenen; her şeyi ile sevmişlerdi. 1993 tarihi olacak. (mahalli idare seçimleri olmadan) Trabzon' dayız. Çalışmaların beynini oluşturuyor, plan, proje ve programlar yapıyorlardı. O zamanlar bilgisayar, internet gibi gelişmeler yok veya bize ulaşmamış. Rahmetli’den hatıra kalmış bir daktilo var. Bu daktilo ile gece sabaha kadar dökümanlar yazıyor, programlar çıkarıyordu. Hatta bir gün apartmandan bir komşu bana, "Beyiniz ne yazıyor, daktilo sesi sabaha kadar devam ediyor." demişti.
Rahmetlinin gözleri kızarmış vaziyette oluyordu. Bunları şunun için anlatıyorum. Hepimiz bir imtihandan geçiyoruz. Bir imtihan daha var. Dünya ve ülkemizde, dünya menfaatleri için bir parselleme mevcut. Bu parselleme bir leşe benziyor. Bu leşe ancak kargaların üşüşmesi gerek.
Parçalanmamak gerekiyor. Hz. Ebu Bekir'in sadakati, Hz. Ömer'in adaleti, Hz. Osman'ın ahlakı, Hz. Ali'nin cesareti misali sıfatlar ile bu imtihan kazanılabilir. Tarihteki insanlar dünyada kalmadı. Hep gittiler, bizler de gideceğiz. Yok oluş için değil, ebedi yaşamak için gideceğiz.
İşte yakın zamanlarda gidenlerimiz; Adnan Demirtürk, Muammer Topçu, Ahmet Zahit Turan, Talha Eyüpoğlu, Bedri İncetahtacı, Malik Akbaş, Ali Soylu, çok sevdiğim arkadaşım Şaduman Soylu ve evlatları ve daha sayamadıklarımız...
Bizlerde bu geçidi er yada geç geçeceğiz. Rabbim kalanlarımıza iman ve şehadet nasip etsin.
Ne güzel bir söz; "Ölüm korkulu bir köprüdür, ancak sevgiliyi sevgiliye kavuşturur." Rabbimiz ayetlerin sonlarında bile soruyor; "Ey akıl sahipleri, akletmiyor, düşünmüyor, görmüyor musunuz" ferman buyuruyor.
Necip Fazıl ne güzel diyor;
"Kapı kapı bu yolun her kapısı ölümse
Her kapıda ağlayıp bu kapıda gülümse"
Merhum Genel Başkan' ın ölçülerini özlüyoruz...
Sizin sistemli ve insanları motive eden, sağladığınız psikolojik ve fizyolojik kolaylık ve desteği arıyor ve özlüyoruz. Bize çalışma aşkı veriyordunuz. Çöken, tükenen ümitlerimizi, ruhlarımızı diri tutmanızı özlüyoruz. İçten ve dıştan gelebilecek her türlü olumsuzlukları bir rüzgar gibi kesip, önemsiz oldukları havasını getirmenizi özlüyoruz.
Başını okşadığınız, sımsıkı sarılıp dertlerini, güzelliklerini paylaştığınız gençlerin öksüz kalışına üzülüyoruz. Bir program oldu, Sizsiz. O programda sanki gençler öksüz kaldı, boyunları bükük gibi geldi bana. Ancak şunu da anladım ki, bu topluluğun yapamayacağı hiçbir güzellik yoktur.
Özlüyoruz, büyüklerimize karşı sevgi ve muhabbetinizi...
Özlüyoruz ancak, bu emanet sırtımızda. Bu emaneti kaldırıp yükseklere yüceltmek için çalışacağımıza genç, ihtiyar söz veriyoruz.
Özlüyoruz, teşkilat çalışmalarında ince detaylara kadar yardımcı oluşunuzu. Metinleri, çizelgeleri, programları hazırlamanızı, görev verip takibinizi. Bu çalışmaları bizlere teslim eder ve ettirirken bile estetik ve nezaket ölçülerine uygun teslim edişinizi ve ettirişinizi.
Bu güzelliklerinizi hatm eden ve tatbik eden gençleriniz görevlerinin başında. Davamız için, geleceğimiz için, meşale olup yanıp, insanlığa ışık tutmalarına seviniyoruz. Onlarda bu güzellikleri gördükçe ümitvar oluyoruz. Sevinç göz yaşlarımız toprağı ıslatıyor. İstikbal vaat etmelerine gözyaşı ile, dua ve niyazla destek oluyoruz. "Ey alemlerin sahibi Rabbim. Bu güzel insanlara iman ve çalışma bereketi ver."
Ve örnek oluyorsunuz, aile reislerine ve dava erlerine.
Bütün insanlığın kurtuluşu için olan mücadelenizi unutmuyor ve özlüyoruz...
Şube Başkanlarına bir toplantıda şöyle demiştiniz; "Bulunduğunuz ilin evliyasından da eşkıyasından da sizler sorumlusunuz."
Bütün hücrelerinizle bu sorumluluğu yerine getirmek için mücadelenizi biliyoruz. Hele bu son görevde manevi mesuliyetiniz omuzlarınızda olan yükü artırmıştı. "Dünyadaki bütün insanlığı nasıl kurtarabiliriz" plan ve projelerinin çalışmalarını yaptığınıza şehadet ediyoruz.
Dünyada benim de maddi olarak bir tuğlam olsun düşüncenizin olmadığını görüyoruz.
Dünyada sadece miras olarak bizlerin yolunu aydınlatacak kitaplarınız kaldı. Bu önemli saydığımız mirasa sahip çıktık, alt yapı çalışmalarımızı yaptık. Şimdi ise fiiliyata da kısmen geçtik. Bütün kardeşlerimize bir çağrı yapıyor, duyuruyoruz. Bu kitapları okuyup, okutturup, yaşatalım inşallah. Okunmaması için hiçbir sebep yok. Bu kitapların bir anısı, bir görevi var diye düşünüyorum; o da şudur:
Rahmetli Samsun' a gitmeden bir koli kitap aldılar ve bana şöyle dediler; - "Hoca hanım (şöyle ellerini açıp, kitaplara işaret ederek) çokta kitabımız oldu. Ben ölünce bunları ne yapacaksın." Ben de kendilerine - "Evimin bir kenarında okumak için bir mekan tayin ederim, insanlara verir ve okunmasını sağlarım ve bu şekilde kitapları çalıştırırım" deyince Rahmetli durdu ve şöyle dedi; - "İmtihanı kaybettiniz". Tabi şaşırdım, neden acaba? Hemen aklıma gelip - "siz demiyor mu idiniz ki biz beraber öleceğiz ve şehit olacağız deyince" de - "şimdi oldu" cevabını verdiler.
Ne enteresandır ki yeni bir kütüphaneye o kitaplar yerleşecekti. Dolayısıyla kitaplar o koli ile dünyada duracağı mekana gelip yerini aldı. Ondan dolayı bu kitaplar üzerinde manevi mesuliyet artıyor elbette. Okunup hayata geçmesi için elimizden gelen gayreti sarf etmeye çalışıyoruz. Rabbim hesabını ağır eylemesin üzerimize. Amin.
Kütüphanenin kitabının okunup iadesi, konuları dizaynı çok kolay. Okumamak araştırmamak için bir sebep engel yok. İnşallah bu güzel çalışma neticeye vasıl olur.
İşte Rahmetli, bundan dolayı gençliğimizin insanımızın sloganik olmamasını istiyor, insanımızın gencimizin ilmi, akademik, ferasetli, ölçü ve sıfatlara haiz olması için okumaya ivme kazandırmaya çalışıyorlar ve örnek oluyorlardı. Hizmetleri de bu yön itibari ile ağırlık kazanıyordu.
Çalışmalarını yeterli kabul etmiyor, maddi ve manevi olarak bu insanlık için hangi orijinal çalışmaları yapabiliriz, hesabı ve muhasebesi içinde oluyorlardı.
Genel Başkanlık, Başkanlık onun için hiçbir kıymet taşımıyor ve şöyle diyordu; "Ben Genel Başkan olarak doğmadım." Bu meseleler ona önemli gelmiyordu. Bir kere İslam ülkelerinin envanterini çıkarmış, bana göstermişlerdi. Ben de gerçekten hayret ettim. Bilmediğimiz ne milletler İslamiyet'i, huzuru, saadeti tercih etmişlerdi. İşte Rahmetli’nin asıl gündemi bu hususlar idi. İşte bu güzelliklerin dünyamızda ve ülkemizde de yaşanması için çalışıyordu. "Ramazan ayında az da olsa İslamiyet'in tatbikatı oluyor, ölümler, zulümler yüzde olarak nerelere düşüyor" diyerek İslamiyet'in kurtuluşunu anlatmaya gayret ediyorlardı. Bu sıkıntıların toplum ve aileyi nasıl yok ettiğini ifade ediyorlardı.
Üstün zekaya sahiplerdi. Keskin zekası önemli idi. İslami ilimleri tahsil olarak yapmamış ancak Tefsir, Hadis, Fıkıh konularında kendilerini yetiştirmişti. Biz bu konuda biraz kitap karıştırmamıza rağmen, sorularımı kendisine sorup cevap alırdım. Bizlere usulü fıkıh ve diğer konularda ışık tutuyorlardı. Eksik hissettiği ilmi konularda da soru sorup öğrenmeyi ihmal etmezlerdi.
İnsanları konuşması ile etkilemesi çok önemli idi. Hele İslam düşmanları ilgili mücadele içine girse o konuya nerden girdiklerine pişman oluyorlardı.
Toprağa yağmur yağınca o yağmuru seyredip tefekkür ederek şöyle ölümü bize hatırlatırdı;
"Şu yağmurlar benim kabrime yağıyor"
Hayret verici ya da önemli bir şey duyduğunda "Allahuekber" demeyi unutmuyordu. İşte bu güzellikleri özlüyor, sizden örnek alıyor ve sizi rahmetle anıyoruz.
Çok önemli konuları bizzat yazıya dökerek hazırladı. Bu konularınızı zaman zaman sohbetlerimizde, konferanslarımızda anlatıyoruz ve duacı oluyoruz.
Rahmetli’de bazen resmiyet ön plana çıkıyor tatbik ediyorlardı; Teşkilatta da, evde de. Bu resmiyetten biz fayda gördük.
Müesseselere önem veriyor, her şeyin yerli yerinde olmasına çalışıyor, temiz ve estetik güzelliklerle donatıyordu. Bu yapılanların kendi şahsında hiç değeri yoktu. Ancak davaya zarar gelmemesi için bazı ölçüleri koyuyorlar ve hiç taviz vermiyorlardı. Ben bizzat şahidim ki onun için bunlar önemsizdi.
Nitekim son görevinde Genel Merkez binası sona erdiği zaman;
"Hoca Hanım ister inan, ister inanma. O kadar güzel ofisler yapıldı, ancak şu kadar gözümde değeri yok." diyor ve şöyle bitiriyorlardı; "Makamımda oturmayacağım". Bu sözü, bir hafta on beş gün önce söylediği sözlerden idi.
Tabi bu psikoloji ile etrafı idare eden bu insana o güzellikle muamele edilmeyişinin de kalbinde hüznünün olduğunu da biliyoruz.
Bir kardeşimiz iyi niyetle Allah için bir çalışma mı yaptı, onu tebrik edelim, maşallah çok güzel oldu, diyelim ki o kardeşe kan gelsin, can gelsin, olumlu rüzgarlarla essin, insanımıza bereket olsun… Maalesef bu zaman zaman olmuyordu. Ancak yine de merhum okumuş olduğu kültürden olmalı etkilenmemeye gayretli idiler.
Emr edecek emr'e görevini hakkı ile yaptığının örneğini kendilerinde yaşadık. Şöyle diyorlardı; "Emredersiniz, derhal, baş üstüne".
Ve bu örneğinizi yaşatan gençleri de gördükçe duydukça davamız için ümit var oluyoruz. Ve diyoruz ki tutulan ele, verilen söze sadık kaldınız. Bu asil insanlık öyle yapıyor bugün ve yarın da öyle yapacak inşallah.
Bir mesele karşısında sabrının üstünlüğünü daha iyi idrak etmiştik. Bazı kesimler çalışmazlar, "armut ağzıma düş, sapı da yukarda olsun" derler. Çalışmazlar; çalışan, başarılı olanı da istemezler.
Rahmetli ile ilgili önemli bir raporda tahsilini ortaokul mezunu geçiyorlardı. Bu bizi çok üzmüştü. Bir insan babası olmadan bu okulları* okuyor ve gizlenmek isteniyor. Ama rahmetli’de büyük bir sabır vardı. Nuh Mete ile olan davalarda da dediği gibi; "Hoca Hanım, Allah'ın dediği olur, O yazmışsa her şey olur." diyordu. Bunu yapanlara Rabbim aslında cevap veriyor, şimdi. İşte internette bile nerden mezun olduğunu yazıyor.

Ve Aile Reisliği...
Aile huzuru, emniyeti, sevgi, saygı, muhabbet ve diğer güzellikler yaşandığı için yazıyoruz. Özellikle bunların yaşanmasının kurtuluş olacağı düşüncesi ile çok önemsiyor ve nakletmeye gayret ediyoruz. Hem hanım, hem de erkek kardeşler için. Başta Kuran ve sünnetin tatbikinde gayretli olmak geliyordu.
Sekiz yıl bir arada kaldık. Her zaman daha güzele ulaşmak, medeniyet ve güzellikler için, engelleri aşılmaya gayret söz konusu idi.
Görev ve sorumluluklarımızı, sevgiyi, saygıyı, sevdirerek yaptırmayı, zorakiliğin olmamasını görüyorduk. Merhum bu konuda meseleye vakıf durumda, bu medeniyeti sevk ve idare ediyor, ayakta tutuyordu.
Bütün bu yılları geçirirken birbirimizi anlamanın, hoşgörünün, görgünün, nezaketin, zarafet ölçülerinin yıllara taksim edildiğini görüyoruz.
Alt yapı, birbirimizin karakterini anlamaktı. Temeller atıldığında incelendi ve uygulandı.
Kendisinde büyük incelik ve kibarlık vardı. Dışarıda bu güzellikleri yapıp, evde gelişi güzel olmazlardı.
Sekiz yıl boyu beraber yemek yesek, hiç unutmazlar, "Hoca Hanım elinize sağlık, Allah sizi iki cihanda aziz etsin" derlerdi.
Bütün evin hangi işini yapsam hemen dikkatini çeker, hemen eline sağlık demez de, orayı kullanmazlardı. Ütü yapıyoruz. (Hanımlar için yazın sıcağında ütü epey zordur) Akşam eve gelip dolapta bakarlardı, ütüler olmuş. "Elinize sağlık Allah sizi iki cihanda aziz etsin" deyip burada bir şey daha eklerlerdi; "Bunlar sizin eserinizdir". Bizlerde bu güzellikler karşısında hizmetlerimizi yaparken sevgi ve muhabbetle yapıyor, bu çalışmalarımızla sanki ödüllendiriliyorduk.
Yemekler tuzsuz yada güzel olmamışsa bir şey demezlerdi. Ancak ben anlardım ki, bu yemek öbürleri gibi güzel olmadı. Bir dahaki yemeği daha dikkatle yapmaya gayret ederdim.
Şuna inanıyorum ki aile içi elbette olumsuzluklar, karşılıklı yanlışlar olabilir. Etten ve kemikten yaratılmış varlıklarız. Ancak bunların halli karşılıklı özür dileme ile mümkündür. Hatamızı anlayıp vazgeçebiliyorsak, çözülmeyecek mesele yoktur. İşte biz bunun tatbikatını yapıp meselelerin büyümesine sekte vuruyorduk. Ailede özür dileme kavramı yer alıyordu.
Çalışmalardan dolayı rahmetli bazen eve geç gelirler. Bazen de ben geç geliyorum. Gece saat 10, 11, 12... Toplantılar vesilesi ile eve gelince tabii ki evde öyle bol börek çeşitli yemekler yok. Önceden var olan varsa ısıtıp hazır bir sofra, yoksa aperatif bir şeyler yapıp meseleyi hallediyorduk. Ve rahmetli işte eksik oldu, olmadı asla dememişlerdir.
Ankara'da bazı durumlar sebebiyle evde daha çok kaldım. Her akşam eve geliyorlar, "Hoca hanım az kaldı. Çalışmalara siz de başlayacaksınız" demeyi unutmuyorlardı. Ben de kendilerine; "Olsun, siz çalışıyorsunuz ya, mutlu oluyorum." diyordum.
Evde durmam, Rahmetlinin yardımı ve psikolojisi ile bana iki şey kazandırdı.
1. Kuran-ı Kerim' i babamın da tavsiyesi ile hıfz etmeye alışmam
2. Kitaplara daha fazla zaman ayırmam
Bu konuda rahmetli psikolojik bir doktordu. Eve gelip, masaya oturur ve çalışmaya başladıklarında benim kitaplardan ilerlediğim derslerime bakarak, sayfa numarası ile "Maşallah şu kadar sahife okudunuz" demelerini unutamıyorum. Bu psikoloji çok önemli. Bu konularda takip edilip onure edilmemiz o çalışmayı size sevgili ve başarılı olmasını sağlıyor.
"Evde hanım görevli, bütün her şeyi yapmak zorunda." anlayışı asla yoktu. Ev işleri çalışmalarında destek verirler ve kendileri bizzat bazı çalışmaları kendileri yaparlardı.
Şundan çok emindik. İhanet, güvensizlik gibi meseleler yoktu. Ailelerin temeli bu idi.
Aile için Nur Suresi 30 ve 31. ayetlerin tatbiki çok önemlidir. "Mümin erkeklerine söyle gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar. Mümin hanımlara da söyle sözlerini harama bakmaktan sakınsınlar." (ila ahiril ayeh)
8 yıl boyunca hanım erkek ilişkileri konusunda bir tereddüdümüz, sıkıntımız yoktu. 80 yıl veya 180 yıl yaşasa idik, bu konuda sıkıntı olmayacak güveni ve inancı ikimizi süslüyordu. Kalbimizde zerre ve tekrar diyorum zerre kadar şüphe olmamıştı. Tabi hareket ve yaşantı biçimleri bu güveni bizlere veriyordu.
İzdivacımızın 15. gününde Merhum çalışmalar sebebiyle İsviçre'ye gitmişlerdi. Sonraları Ankara, Antalya ve diğer bazı illeri dolaşıyorlar, biz de Ankara, Artvin, Bayburt vb. illerde çalışma ziyaretleri yapıyorduk. Bu büyük bir örnektir, bütün izdivaç yapmış ve yapacak olan kardeşlerimize.
İnşallah ailelerde huzur, saadet, mutluluk olur, şu dünya bu sebeple ailelere zindan olup ahiretlerini de kaybetmezler. Aileler dağılıp feryatlar yükselmesin.
Aile büyüklerimizi idaresi de fertler arasındaki (aile içi) uyum güzel bir örnektir. Duygusal meselelere yaklaşmaması hep davanın selameti açısını düşünüp idaresi büyükleri de küçükleri de bu anlayışla kenetlendiriyordu.
Şu anda evde bir iş yapsam yada dışarıdaki faaliyetlerde sanki bana yine diyor; "Hoca Hanım, maşallah çok güzel" Bu psikoloji ile biz de yürüyoruz. Ya da masamın üzeride kalem kitap eğri olsa onu düzeltme ihtiyacı duyuyorum. Ve buradan hareketle "Ey Rabbim, Size karşı olan yanlışlarımızı af etmez, bağışlamaz isen bizim durumumuz nice olur" tefekkürü ve muhasebesi içinde oluyoruz.
"Ey Rabbim ölülerimizi ve bizleri bağışla. Rahmetinle ayıplarımızı ört ve bize şehadet ve kurtuluş, son nefeste iman nasip et." Amin.
İbadetlerini huşu içinde yapmaya gayret sarf ediyorlardı. Bu konuda orijinallikleri var idi. Bir gece oruca niyet ediyoruz. Ben bir niyet ettim "Rabbim kabul et ve kolay eyle diye". Hoca Hanım şöyle niyet et dedi; "Ey Rabbim senin rızan için oruç tutmaya".
Namaza durunca büyük huzura çıkmış, saygı içinde boynunu bükmüş ve manaya inmeye gayretli idiler.
Hatalarım olmaması için elimden gelen gayreti sarf ediyordum. Ancak insan ya, olabiliyor. Hatalarım karşında bana, "Şu haklarım var, razı olmazsam cennete giremezsin" dediğini bilmem. Şunu biliyorlardı ki, bu konuyu zaten biliyorum. Onu bir tehdit yapıp yada sulandırıp özelliğini kaybettirmiyordu.
Şimdi bazı kardeşleri maalesef üzülerek görüyoruz. Sen benden, ben senden razı olmazsam olursam gibi telaffuzlarla işi çığırından çıkarıyorlar. İşte "sen evden de sorumlusun, çocuktan da, her şeyden de..." Böyle bir çıkmazda kardeşlerimiz.
Kollektif çalışma esası hem teşkilatta, hem de ev reisliğinde mevcut idi.
Edep timsali bir insandı. Bilmem ki bacak bacak üstüne atmış yada gelişi güzel oturmuş olsun. Rahmetli ağabeyim Muammer Topçu, onun bu halini çok seviyordu. Rabbim onları da bizleri de kendi cemali altında Peygamberimiz’in şefaati ile buluştursun. Amin.
Telefon çalıyor, itina ve huzura hazır bir şekilde alıyor, öyle cevap veriyor ve karşısında eğittiği gençleri de bu edep içerisinde konuştuklarına zaman zaman şahit oluyoruz. Ahmet Zahit bunlara örnektir.
Mutfakta önemli işim oldu. Acele elimdeki şalımı oraya bırakıp, geldiğimde onu itina ile büküp bir yere koyduğunu görünce; "Efendi beni mahcup ediyorsunuz" dememe karşılık, "Hoca Hanım size mesaj vermek için değil, sadece öyle duruşu hoşuma gitmediğinden böyle yapıyorum" demişti.
Rahmetli, bazen de sürprizler yapmayı ihmal etmezdi.
Bazen de olumsuz bir hava olunca, onu o psikoloji ile dağıtmak ve bizleri diri tutmak için o konuyu çok yüksek ve keskin bir ses tonu ile halletmesi önemli idi. Hep biz diyorlardı, evde de, teşkilatta da.
Gençler eve geldiklerinde yaşanılan ve yazdıkları meseleleri konuşurlar, yolculukta da davamızın selameti ve programların değerlendirilmesini gençlerle yaparlardı. Ahmet Zahit bu konuda bir başka gençti. Rabbim rahmet eylesin.
Şuna inanıyor ve görüyoruz ki, sizin bu hayatınızın incelik ve güzelliklerini, bu asil nesil örnek almış, tohum toprağa atılmış, büyüyor, başak veriyor ve burçlara dikiliyor. Hep insanların iyiliği, dünya ve ahiret saadeti için görevini yapıyor.
Bu asrın sıkıntılı devresinde, omuzlarımıza yüklene bu ağır yükü emanet olarak kabul ediyor, görevimizi yerine getirmeye gayret ediyor, hatıralarınıza sahip çıkıyor, sizleri ve ahiret alemini rahmetle anıyoruz.

Ebedi alem için hazırlandı bütün şey
Ebedi sadette bulursun hazır her şey
Yol çok meşakkatli lakin sonucu güzel
Filizlendi gidiyor sarmaşık gibi her şey

Gayretler çalışmalar tek bir gaye içinse
Bulursun insanlığı hem gece hem gündüzde
Yürüyor yürütüyor koşuyor koşturuyor
Tek gayesi var bunun Allah'a kul oluyor

Çağın sıkıntısını hep yok etmek istiyor
Hep çareler arıyor çareler tükeniyor
Rabbim yardım gönderip göğüsler genişliyor
Kafeslerde olanlar hürriyete uçuyor

Tohum toprağa düşmüş başak için çatlıyor
Ufuklar genişliyor gelecek vaat ediyor
Siz gittiniz gideli oralar özleniyor
Rabbimin rahmeti daha da hoş geliyor

Sevda dedik bu yola müjdesi görülüyor
Kalplerdeki bu sevgi gözleri yaşartıyor
Ey imtihan alemi kazanıp kaybetmek var
Kapı kapı bu yolun sonuna kavuşmak var

Ey rahmeti bol Rabbim, bize acı affeyle
Senin aşkını sevgini kalplerimize nakşeyle
Sevgili Peygamberin’i lehte şefaatçi eyle
O ebedi aleme gidecekleri sevgine cemaline müştak eyle.
Amin, Amin, Amin.
Ayşe Demirtürk Hocahanım (eşi)


Vefat Edeceği Yeri Tarif Etmişti, Biiznillah…

Merhum Başkanımız Adnan Demirtürk, her şeyden önce sağlıklı bir teşkilat yapısı oluşturmaya önem verdi. Sağlam bir teşkilatın şu üç aşamadan geçmesini söylerdi. 1) Var olmak. 2) Eğitimli olmak. 3) Arazide çalışmaya koyulmak. Var olmayı, Türkiye’nin her yerinde teşkilatlarımızın kurulmuş olması şeklinde ifade ediyordu. Eğitime önem veriyor, çalışmaların bilgi üzerine kurulmasını istiyor; eğitimi ise, “yaptığı işi ve o işin önemini kavramak” sözüyle açıklıyordu. Çalışmaların ancak eğitimli insanlar eliyle başarıya ulaşacağına inanmıştı. 20 ay hep bu anlayışla çalıştı. Özellikle Genel Merkez Hizmet Binası’nın açılışından sonra, il ziyaretlerini artırdı.
55. programını, 55 plakalı ilimiz olan Samsun’da gerçekleştirdi. Yola çıkmadan önce, genel merkez çalışanlarıyla tek tek vedalaşıp kucaklaştı, son sözü de Yılmaz Bölükbaşı’ya söyledi:
“– Genel Merkez size, siz de Allah’a emanetsiniz!..”
Her Ankara dışına çıkışında, evinin anahtarını yanına almasına rağmen, o gün evin anahtarını yanına almadı. Samsun’da 15 Mayıs 1999 günü, gündüz vakti, Millî Gençlik Vakfı Bölge Sorumları ve Şube Başkanları toplantısı yapıldı. Mekan ise, Samsun İlim Yayma Cemiyeti’nin konferans salonuydu.
Başkanımız Adnan Demirtürk, buradaki konuşmasında farklı bir psikolojik tavır ortaya koydu. Sanki farklı bir alemden seslenir gibiydi. Manevî dozajı yüksek ve duygusallık yönü ağır basan bir konuşma yaptı. Ahiret âlemi ile ilgili argümanları o kadar çok kullanmıştı ki... Allah’a mülâki olmaktan, ölüm ve şehitlikten söz ediyor, “gül medeniyeti”ne duyduğu özlemi dile getiriyordu. Ümmü Sinan Hazretleri’nin şu dörtlüğünü okurkenki içtenliğini görmeliydiniz:
“Gülden terazi kurmuşlar
İçine güller koymuşlar
Gül alırlar, gül satarlar
Alanlar gül, satanlar gül.”
Bir ara sözü, 6 Ocak 1999 günü, bir trafik kazası sonucu Hakk’a yürüyen Trabzon Şube Başkanı Muammer Topçu’ya getirdi ve vefat edeceği yeri tarif eden şu sözleri söyledi:
“– Gelirken, Havza civarındaki o kayalıkları gördünüz. Kim bilir orada kadrolarımızdan kimler şehit olacak? Çakallı mevkiinde, bir kaza sonucu, Hak tecelli edince, alın açıklığıyla, Allah’ın huzurana çıkabilmenin önemini kavramış olacak. “Ey Allah’ım sana geldim” diyebiliyorsak, hayatımızın bir anlam kazanmış olduğu tüm benliğimizde hissedilecektir.”
Programın kapanış konuşmasını yaptıktan sonra, sanki sahnedeki koltuğa çakılıp kaldı. Halbuki, her toplantı bitiminde, salonun çıkış yerine geçer, Millî Gençlik kadrolarını tek tek kucaklar, öylece illerine uğurlardı. Sanki, “Bugün yolcu edilecek benim.” der gibiydi.
Bu durumu farkeden Trabzon Millî Gençlik Vakfı Başkanı ve Kayınbiraderi Veysel Topçu Bey yanına yaklaşıyor ve şöyle soruyordu:
“Bir rahatsızlığınız mı var? Bir durum varsa yardımcı olalım!..”
Adnan Bey tebessüm etti ve şöyle dedi:
“– Allah’ın dediği olur, Allah’ın dediği olur”.
Ve elîm kaza…
Adnan Demirtürk’ün Samsun’daki ruh hali hepimizi etkilemişti. Program sonrası, ikindi namazı için abdest almak üzere İlim Yayma Cemiyeti’nin lavabosuna gitmiştik. Bir süre sonra, Adnan Bey de oraya geldi. Yanında Özel Kalem Müdürü rahmetli Ahmet Zahit Turan vardı. Selâmlaştık. Ayak üzeri hal hatır ettik. Bana, Millî Gazete’deki, vakıfla ilgili yazılarımdan dolayı teşekkür etti.
İçimde garip bir his vardı. Biliyordum ki, Adnan Bey, akşamki “Müzik Şöleni”nde bir açılış konuşması yaptıktan sonra Ankara’ya dönecekti. O’na bir şeyler söylemek istedim. Diyecektim ki: “Başkanım! Ankara’ya bu gece dönmek yerine, yarın sabah gündüz gözüyle dönseniz!..”
Bu sözü bir türlü söyleyemedim. İçimde başka bir ses, “Sen vehme kapılıyorsun” der gibiydi.
Adnan Bey, müzik şöleninin açılış konuşmasını yaptı. O konuşmasında da Yunus’un şu dörtlüklerine yer verdi:
“Biz gelmedik kavga için
Bizim işimiz sevgi için
Hakk’ın evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldik.”
Konuşmasını bitirdikten sonra izin istedi. Programın sanatçısı Orhan Hakalmaz “Seni unutmayacağız başkanım” derken; salondakiler de “Türkiye seninle gurur duyuyor” şeklinde tempo tutarak uğurladılar. Sırf konseri dinlemeye gelen gençler bile çok etkilenmişti, Başkanımız’ın konuşmasından…
Musa Sertkaya’nın kullandığı araba ile dört arkadaş yola çıktılar. Saat 23.30’da Havza İlçesi yakınlarındaki Boğaziçi Tesisleri mevkiine gelmişlerdi ki, İstanbul–Bayburt seferini yapmakta olan 69 AH 007 plâkalı yolcu otobüsü ile çarpıştılar. Konuşulan sebep, hatalı sollama... Kazada şoförleri Musa Sertkaya ağır yaralanırken, Adnan Demirtürk, Ahmet Zahit Turan, Talha Özcan Eyüboğlu Hakk’a yürümüşlerdi.
İbretli bir olay
Olay, Milli Gençlik camiasında derin bir üzüntü meydana getirdi. 23, 24 ve 34 yaşlarındaki bu üç şehidin ortak özelliği, üçünün de babadan yetim oluşlarıydı.
Milli Gençlik Vakfı Genel Merkezi zor anlar yaşıyordu. Bu acıklı olay, hanımına nasıl duyurulacaktı. İki kişi bu işle görevlendirildi. Adnan Bey’in evine gittiler. Kapıyı çaldılar. Adnan Bey’in eşi Ayşe Hanım kapıya geldi. Fakat iki arkadaşın da dilleri tutulmuştu. Söyleyemiyorlardı. Ayşe Hanım söze başladı:
“– Niçin geldiğinizi biliyorum. Adnan’ımın şehit oluşu bana gösterildi.”
Milli Gençlik kadroları, O’nu son yolculuğunda da yalnız bırakmadı. Adnan Demirtürk, 34 yaşında Hakk’a yürüdü, fakat güzel bir ömür geçirdi. İnandığı gibi yaşadı, inancından zerre miktar taviz vermedi. Hayatını dolu dolu yaşadı. İnsanları sevdi, kendisini sevdirmeyi başardı. Hayatını kutlu bir dâvâya adadı. Genç yaşta, ölümü tebessümle karşıladı. Biz ve binlerce insan buna şahit olduk. O’na Allah’tan rahmet diliyoruz...
“Her nefis ölümün acısını tadacaktır, sonra Allah’a döndürüleceksiniz.” (Âl-i İmran, 185) Hayatın değişmez kuralı bu.
Selam olsun Milli Gençlik’e... Tılsımı bozmadılar. Dâvâyı ortada bırakmadılar. Sadakatli ve vefakâr çıktılar. Bayrağı daha yükseklere dikmek için seferber oldular. Hakk’a yürüyüşlerinin 6. yılında, Adnan Demirtürk ve iki arkadaşını rahmetle anıyoruz.
Millî Gençlik kadroları, genel başkanlarının öncülüğünde “Sevdamız Türkiye” diyorlar, bütün ülkenin huzur ve mutluluğu için çalışıyorlardı. Hatta, Türkiye’nin öncülüğünde, tüm dünyanın huzur ve barış içinde yaşayacağı bir iklime kavuşması için...
Şakir TARIM, Milli Gazete


ŞEHADETLERİ’NİN ARDINDAN

- “Adnan Demirtürk kardeşimiz, gençlerimize örnek olacak bir yaşam sürdü. Şuurun en güzelini gösterdi. Davasına bağlılığı ile her zaman ön plana çıktı. Ne mutlu O’na! İnşallah Rabbimiz, kendisine şehit muamelesi yapar…”
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN – Milli Görüş Lideri ve 54. Hükümet Başbakanı

- “Biz bu kardeşlerimizden razıyız. Rabbimiz de razı olsun. Bunları yetiştiren ebeveynlerinden, öğretmenlerinden, hocalarından da ebediyen razı olsun. Cenab-ı Rabbimiz, bu kardeşlerimize ilelebet lütfuyla muamele eylesin. Kendilerini Rasulü Ekrem Efendimiz’e komşu eylesin.”
(Cenaze namazlarını kıldıran, Diyanet İşleri Eski Başkanı Lütfi DOĞAN Hocaefendi)

- “Gerçekten müstesna bir insandı. Hep şehadeti konuşur, hep şehadeti özlerdi. O, öyle konuşurken benim de kulaklarımda hep şu ayet adeta kulağımın zarını inletirdi:
-İnananların içinde öyleleri var ki, kimisi nöbetini savdı, imtihanı kazandı ve gitti. Kimisi de sırasını bekler.- …Kendilerini gerçekten ülkemizin insanına ve gençliğe adamışlardı.”
(Şevket KAZAN-Adalet Eski Bakanı)

- “Kültürel birikimi, teşkilâtçı özelliği ve insanlara yaklaşımındaki engin sevgisi, unutulması mümkün olmayan özelliklerindendir. Tek adam faktörünün rafa kalktığı, ekip çalışmalarının öne çıktığı bu dönemde, birbirinden büyük çalışmalara imza atmanın mutluluğunu birlikte yaşadık.”
(İlyas Töngüş
Millî Gençlik Vakfı Genel Başkanı)

- “Örnek bir dava adamı… “Gençliğin Ağabeyi”, Adnan Demirtürk ismi anıldığı zaman, benim ilk aklıma gelen, onun şu beş özelliği olmuştur:
1. Davasına aşk derecesinde bağlı bir insan.
2. İnancı uğrunda yaşamış ve hayatını davâsına adamış bir insan.
3. Sadakat ve vefa sahibi bir insan.
4. Edep, haya ve hilm (yumuşaklık) timsali bir insan.
5. Öleceği yeri tarif eden bir insan.”
(Şakir TARIM)

- “20 ay Genel Başkanlığımızı yürüten Adnan Demirtürk’ü hayır ve rahmetle anıyorum. Kendisi büyük bir edeb timsali idi. Biz 20. yüzyılda –Edep, bir tac imiş- diye söylerdik ama, yaşayanını da gördük Elhamdülillah (Yılmaz BÖLÜKBAŞI)

- “Allah’a kavuşmayı her şeyden çok isterdi. Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız’ı harfiyyen takip ederdi. Öleceği yeri tarif etmesi ve en son nasihatlerini yapması, Samsun’da toplantıya katılanların dikkatinden kaçmamıştı…
Vaktini boş geçirmezdi. Zaman israfına dikkat çekerdi. Evinde özel bir çalışma odası vardı. Sabah kadar çalışmasını sürdürdüğü olurdu. Program için gittiği illerde de bir çalışma odası hazırlattırır, bir an dahi boş kalmazdı.
O, çalışma temposunu evlendiği gün dahi bozmamıştı. Evlendiği günün akşamı Vakfıkebir’de programı vardı. Saat 20.00’de başlayan programı, 22.30’da sona erdi. Biz de bu arada kızımızı eve getirmiştik. Adnan Bey’in programının bitmesini bekledik. Geldi ve nikahını kıydık. Hayırlı olsun dedik ve ayrıldık…
O, planlı çalışır, zamanını iyi değerlendirirdi. Disiplinli bir insan idi.”
(Kayınbiraderi Veysel TOPÇU)

- “Şehitler Ölmez. Bir gönül adamını, örnek bir şahsiyeti kaybettik. Ruhunuz şad olsun... Her şeyden önce hayatını iyi bir Müslüman olarak tanzim etmiştir…Çok zekiydi, kitap kurdu denilebilecek seviyede çok kitap okuyan bir insandı. İyi bir hatipti. Heyecanı zirvede idi. Heyecanı, azmi ve sadakati günlük hayatının her zerresine yansımıştı, adeta.
O, gerçek manada bir dava adamıydı, yanardağ desek yeridir. Beşeri münasebetlerinde hep örnek olmuş, tanıştığı ve görüştüğü insanların takdirlerine mahzar olmuştur. Hele ki o iki kollarını açarak görüştüğü kişiye sarılmasını, muhabbetle kucaklamasını hep özleyeceğiz…”
(Muzaffer BAYDAR)

- “Şehitler ne güzeldir, gelinliğini giyince…Emir sahibinin emrine ihanet etmeyen abidelerdir. “Ganimet” diye naralar atıp, mevzilerini terk etmeyen erlerdir…O, saatini Allah’a ayarlı olarak yaşadı, bir ömür boyu…Ebubekir’in sadakatini, Ömer’in cesaretini, Osman’ın hayasını, Ali’nin itaatini (r.anhum) bünyesinde meczeden dava delisi, O….
Sen, rahatsın artık. Adadın kendini, adanmaya layık olana. Bizler, geride kalanlar seviyoruz seni ve söylediğin melodiyi. “Bizler de delisiyiz davanın”, diyeceğiz ve şahit tutacağız her şeyi.
Ey davamızın delisi, Ey gençliğin abisi! Seni Seviyoruz, Adanan Adam!...”
(Abdülhamit GÜL)


(Bu çalışma; Güle sevdalı bir başkan Adnan Demirtürk/Şakir Tarım, Şehitlerimiz isimli kitap ve adnandemirturk.org adlı internet sitesinden yararlanılarak derlenmiştir.)
Derleyen: Ersan BİLGİN
06 05 2005
Üsküdar-İstanbul

- “İnsanların en hayırlısı, insanlığa faydalı olandır.”

- Allah Teala’nın insana en büyük ihsanı, kulunu kendi yolunda koşturmasıdır.

- “Bir yıl sonrasını düşünüyorsanız tohum ekiniz, on yıl sonrasını düşünüyorsanız fidan dikiniz, yüz yıl sonrasını düşünüyorsanız bir insan yetiştiriniz.”

- Allah (cc) rızası için çalışmak herkese nasip olmaz.

- Ya Rabbi! Bizi sevdiğin, razı olduğun ve kendi yolunda kullandığın kullarından eyle!
(Amin)

- Nefsini ıslah edemeyen, başkasını ıslah edemez.

- Muhabbet fedaileri olmalıyız.

- İnsan okur!

- Allah Teala’ya kilitlenen insanlara virüs bulaşmaz.

- Yaptıklarımızı şan, şöhret ve ikbal için değil bir gün kendisine döneceğimiz alemlerin Rabbi’ne yüz aklığı ve alın açıklığı ile kavuşmak için yapmalıyız.

- Açısı tam insan olmalıyız.

- Bizim en önde yürüyen bayrağımız, sevgi ve kardeşlik bayrağıdır.

- Şehidi şehid yapan manaya adanmış bir gençlik…

- Madem ölüm tek bir defa gelecek,
O da neden Allah için olmasın.

- Atıl kalanı batıl istila eder.

- Saatleri zafere ayarlamalıyız.

- Büyük hedeflere demir atın.

- Bayrağın al rengine sevdalı bir gençlik…

- Zor iş, zamanında yapılmayan kolay işlerin toplamıdır.

- Başkalarının ne yaptığı değil, bizim ne yaptığımız önemlidir.

- İş sizden korksun, siz işten değil.

- “Bütün lezzetleri sona erdiren ölümü çokça anınız.” Ölümü unutmayınız.

- Sevgi daima galip gelecektir.

- Büyük başarılar, büyük cüretler gerektirir.

- Çalışmalarımızı “artık zaman, artık insan” anlayışıyla değil, “aktif zaman, aktif insan” anlayışıyla yürütmeliyiz.

- Asıl felaket, ebedi hayatta Cennet’ten mahrum olmaktır.

- Hiçbir insan bizim düşmanımız olamaz. Bizim düşmanımız uyuşturucu, terör, kötülük, düşmanlık gibi insanın huzur ve saadetine engel olan şeylerdir.

- İnancımızın esası “Halık’ı tazim, mahluka şefkat’tir.”

- Bir insanı kurtarmak, bütün insanlığı kurtarmak gibidir.

- Onurlu insan, onurlu toplum, onurlu hayat…

- Satanist gençler yanmasın. “Bu cadde çıkmaz sokak”, diyerek onlara doğru yolu gösteren kimse yok mu?

- Her işin başı imandır. Sonra da Salih amel… Hakkı ve sabrı tavsiye…

- Tılsımı bozmayın. Tılsım kanlı bir kefenle Allah Teala’nın huzuruna gitmeye sevdalı olmaktır.

- Düşen bir yaprağı konuşmak yerine, açan bir çiçeği konuşmalıyız.

- Yeryüzünde yapabileceğimiz en büyük iyilik, hakkı ve adaleti hakim kılmaktır.

- Hizmet ve çalışmayı terk eden, dedikodu ve malayani ile meşgul olur.

- Özgüven, izzet, şecaat, sadakat ve vakarı kuşanmış bir topluluk olmalıyız.

- “İnanıyorsanız, mutlaka en üstünsünüz.”

- “İnananların içinde öyleleri var ki, kimisi nöbetini savdı, imtihanı kazandı, gitti. Kimisi de sırasını bekler.”

- “Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz.”

- Bir gül bahçesine girercesine, kara toprağa girmek…

- Sadakat, kararlılık, onur, edeb ve güleryüz…

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46863 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol