Hoşsâda-157/1./2.


H O Ş S Â D A
“Âvâzeyi bu aleme Davud gibi sal,
Bâki kalan bu kubbede bir hoşsâda imiş”(Bâki)
31 Aralık 2008 – 3 Muharrem 1430 ……  sayı: 157/1
MEKKE'NİN FETHİ - özel sayı -

 






HİCRET’TEN MEKKE’NİN FETHİ’NE… NİCE YENİ FETİHLERE…

Sözün Özü…

Allah Teala buyuruyor: “Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar,

durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın emri gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.” (Tevbe,24)

“Allah'ın yardımı ve zaferi geldiği, Ve insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit , Rabbi’ne hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Suresi)

Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-: “Dünyâ tatlıdır ve manzarası hoştur. Şüphesiz ki Allâh, dünyânın idâresini size verecek ve nasıl davranacağınıza, ne gibi işler yapacağınıza (hakka mı hizmet ediyorsunuz, batıla mı) bakacaktır. O hâlde dünyâdan sakının! (Ahireti ve hesabı unutup tamamen dünyaya meyletmeyin)... ” (Buhârî, Zekât, 47)

Çok Mühim Satırlar… - “Hak Geldi, Batıl Yıkılıp Gitti. Zaten Batıl Yıkılmaya Mahkumdur.” (İsra 81)
- Müslüman; İnancının Selâmeti Uğrunda; Ne Mala Mülke, Ne De Vatana Aldırış Etmez…

- Hicret Olmadan Medine, Medine Olmadan Da Hicret Mümkün Değildir. Hicret; Her Şeyin Bittiğini Zannettiğin Anda “Yeniden Diriliş”tir…

- Medeniyetler Ancak Yürümekle İnşa Edilebilir. Yatanlar Medeniyeti Tüketir, Yürüyenler-Yolda Olanlar İse Medeniyet Mirasını Büyütür.

- Dünya Hayatının Anlamını Kavrayan Bütün Müminler Ya Hicret Etmişler Ya Da Hicrete Hazır Yaşamışlardır.

- Müslümanlar Tek Bir Ümmet’tir Ve Birbirlerine Daima Yardım Ederler. …Müslümanların Her Ne Kadar Yurtları Ve Ülkeleri Ayrı Olsa Bile, Mümkün Olduğu Sürece, Diğer Müslümanlara Yardım Etmeleri­nin Farz’dır.

- Bugün Müslümanların Gördüğümüz Şu Güçlükleri, Perişanlıkla­rı, Düşmanlarınca Her Taraftan Kuşatılmış Olmaları İlâhî Emirleri İhmâl Edip Onların Aksine Hareket Etmelerine Dayanmaktadır...

- Herşey İslam İçin Feda Edilebilir…

- Bir Üm­met (Müslüman Toplum), Ahlaki Yönden Ne Kadar Zengin, Hakiki Dine De Ne Kadar Bağ­lı Olursa; O Ümmetin, Vatanda, İmanda Ve Şerefte Kendini Gösteren Maddî Gücü Daha Sağlam, Daha Çok Ömürlü Ve Her Yönden Daha Güç­lü Olur.

- Davalar Ancak, Fedakar Mensuplarının Omuzlarında Yükselebilir.

- “Tedbirini Al Ve Hemen Allah’a Güven…”

- Bir Müslümanın Nefsine Hâkim Olarak Kendisini İbâdete Vermesi Yeterli Değildir. Bilâkis, İslâm Uğrunda Çalışarak, Her Yönüyle, Tüm Gayretini Ve Gücünü Sarfetmesi, Üze­rine Vâcibdir.

- Resülullah (sav)'in Da'vetinin İlk Yıllarında Yaptığı Cihadda, Etrafında Bulunan Kişiler Gözönüne Getirildiği Zaman, Büyük Çoğun­luğunun Henüz Delikanlılık Çağını Geçmemiş Gençlerden Olduğu Gö­rülecektir... Bu Gençler, İslam Toplumunun Kurulması Ve İslâm'ın Za­fere Ulaşması İçin Tüm Güç Ve Takatlarını Seferber Etmede Ellerin­den Geleni Esirgemediler. Bu Gün De Gençlerimiz Bu İnançta Ve Azimdedirler.



Hicret; teslimiyet, ahdevefa ve sadakat

Hicret; yeni bir medeniyet’in inşası

Hicret; sevgi ve saadet dolu bir kucağa yürüyüş

Hicret; bir kaçış değil, yeni bir fethin başlangıcı

Hicret; sabrın doruk noktasına ulaştığı an

Hicret; kardeşlik, hoşgörü, adalet, mescid ve devlet

Hicret; davet ve tebliğe açılan en büyük kapı

Hicret; çile görünümündeki izzet ve şeref

Hicret; Yüce Allah’a yönelmek ve yalnız O’na güvenmek

Hicret; İslam’ı mesele etmek

Hicret; İslam’dan başka her şeyi İslam için terk etmek

Hicret; İlahi yaşam kavgası

Hicret; davaya hız vermek

Hicret; İman, Azim, Fedakarlık, Sabır ve Aşk…

Hicret; Yusuf (as) gibi, “Doğrusu ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de inkar eden bir topluluğun dinini terkettim." (Yusuf, 37) demektir.

- MEKKE’DEN AYRILIŞ HASRETİ

Rasulullah (sav)’i, müşriklerin dayanılmaz eziyetleri sonucu Rabbimiz’in Hicret emri gereği ana yurdu ve çok sevdiği Mekke’den ve Kabe’den ayrılış hislendirmişti. Hazvere mevkisine gelince devesini durdurdu. Mekke’ye yöneldi: “Sen, beldelerin Allah katında en sevgilisisin. Çıkarılmamış olsaydım senden çıkmazdım. Senden başka bir yeri yurt ve yuva edinmezdim.” diye sevgisini dile getirdi. (Tirmizi)

Yüceler yücesi Rabbimiz, Peygamberimiz’i şu ayetiyle teselli ediyordu: “Kur’an’a uymayı sana farz kılan Allah (cc), seni döneceğin yere döndürecektir.” (Kasas 28/85) Efendimiz (sav), bu ilahi müjdenin verdiği güvenle yoluna devam etti, Sadık arkadaşı Ebubekir (ra) ile birlikte…

MEKKE’NİN FETHİ’NDE !

İşte tam 8 yıl gibi kısa bir süre sonra Rasulullah (as) Mekke yolunda… Maddi ve manevi büyük fetihlere nail olan Kainat’ın Efendisi Rasulullah’ın (sav), Mekke’nin Fethi’nde mübarek şehre mütevazı bir halde girişini, sahabe şöyle anlatır:

“Rasulullah aleyhisselam, Mekke’yi fetheden ordunun komutanıydı. Zafer müyesser olup da devesinin üzerinde Mekke’ye girerken, mübarek başını Yüce Rabbi’ne karşı tevazu ile o derece eğmişti ki sakalının uçları neredeyse devenin semerine değmekteydi. Rasulullah mütevazı ve vakur idi. O esnada devamlı şöyle diyordu: - Ey Allah’ım! Hayat, ancak ahiret hayatıdır!” (Vâkıdi)

Abdul­lah bin Muğfil (ra) buyuruyor: “Mekke Fethi’nin ilk günü, baktım “Resûlullah (s.a.v.) devesinin üzerinde, Fetih sûresi’ni yüksek sesle okuyordu.” (Buhari)

Rasulullah (sav) Kabe’de…“HAK geldi, bâtıl zail oldu. Muhakkak batıl yok olacaktır.”

Resûlullah (s.a.v.) Mekke'ye girer girmez Kabe'ye yöneldi. O zaman Kabe çevresinde 360 kadar put sıralanmıştı. Rasulullah durmaksızın putları yere seriyor ve “Hak geldi, bâtıl zail oldu. Muhakkak ki batıl yok olmaya mahkumdur.” Ayetini okuyordu. Yine “Hak geldi, artık bâtılın açığa vurması veya tekrar gelmesi imkânsız...” (Müttefakun aleyh) diyordu.

Halk fevc fevc Allah’ın Dini’ne giriyor

O sırada Resûlullah (s.a.v.), Bilâl (r.a.)'i çağırdı. Bilâl, Kabe'nin üstüne çıkıp namaz için ezan okudu. Halk bölük bölük geliyor ve Allah'ın Dini’ne giriyordu. Resûlullah (s.a.v.), ne yapacak diye çevresine halka, şöyle hitab etti:

“Allah'tan başka ilâh yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Va'dini yerine getirip, kulunu zafere erdirdi. Tek başına bütün kabileleri yendir­di. Dikkat edin, câhiliyyeden kalma övünülen, her kan dâvası ve mal dâvası şu iki ayağım altındadır. Sadece Beyt'in perdedârlığı ve hacılara su verme hariç... Ey Kureyşliler! Allah sizden câhiliyye gu­rurunu ve atalara-babalarınıza ta'zim-tapma alışkanlığını giderdi. Bütün insanlar Âdem'dendir, Âdem ise topraktandır. Ve ardın­dan şu âyet-i kerimeyi okudu: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yaratıp, millet ve kabilelere ayırdık ki, her birinize âit deği­şik kabiliyetler açığa çıksın, birbirinizi kıymetiyle tanıyasınız. Allah nezdinde en değerliniz ise şüphesiz dininde en samimî olanınızdır.”

- Kureyşliler! Size ne yapacağımı tahmin ediyorsunuz?.. Onlar da: - “Hayır bekleriz. Sen kerim bir kardeş, kerim bir kardeş oğlusun” de­diler. O da, “O halde gidiniz, hepinizi bağışladım, özgürsünüz” buyurdu.

FETİH’TEN DERSLER

- Evet …Gerçek İSLÂM OLMADAN ZAFER OLMAZDI. ALLAH'A KULLUK OLMADAN İSLAM OLMAZDI. CAN FEDA ETMEDEN, KURBAN VERMEDEN, ALLAH’A KUL OLUP YOLUNDA SA­VAŞMADAN DA KULLUKTAN SÖZ EDİLEMEZDİ...

- HANGİ ŞART ALTINDA OLURSA OLSUN, MÜSLÜMANA, ALLAH'IN DÜŞMANLARIYLA DOST OL­MASI YARAŞMAZ. ONLARA BİR MEYİL VE YARDIM HİSSİ TAŞIMASI DA ASLA CAİZ DEĞİLDİR. Kur'an âyetleri nazil olup, açık olarak, mü'minlerin, Al­lah'tan başkasını veli edinmemesini, yalnız O'ndan himaye bekle­mesini emretmiştir. Ve kim olursa olsun, kiminle olursa olsun, in­sanlarla ilişkisini bu esasa dayandırması, bu yüce dine uygun ola­rak kurması emredilmiştir. Aksi halde, bir müslümanın, malını, canını Allah yolunda harcaması; yerini aile ve imkâ­nını onun için terketmesi nasıl düşünülebilir ki?... İşte çağımızda, kendi kendine düşmanlık eden müslümanların çıkması budur: Namaz için mescidlere koşar, zikir ve virdleri sürekli tekrarlar. Misbahı elinden bırakmaz... Ama halkla ilişkilerini hâlâ akrabalık bağı, ırkî yakınlık hissi, mal ve makam arzusu ya da bazı hayvani arzu ve isteklerini tatmin esasına göre yürütür. Ve bu suretle, Hakk’ı bâtıla satmış olmaktan veya geçici dünya için Allah'ın dinini bir paravan olarak kullanmaktan çekinmez…

- Mekke’nin Fethi günü, Ebü Süfyân'ın durumu garipti gerçekten; İlk defa Resülullah'a savaş açanların başı ve öncüsü iken, o gün, O'nun di­nine fevc fevc girenlerin önünde ve ilki oldu. Hikmet-i İlâhi, Mekke Fethi'nin kansız olmasını gerektir­miş, daha önce O'nun Resulü’ne (s.a.v.) ezâ edip harb açarak ora­dan çıkaran halkının İslâmlaşmasını murad etmişti… Ebu Süfyan Müslüman olunca hemen Mekke halkına koştu, onların kafasından ve gönlünden savaş düşünce ve arzusunu silip attı. Mekke atmosferini teslimiyete ha­zırladı. Câhiliyye şirkini yere gömerken, İslâm ve Tevhid tohumunu da ekmiş oluyordu.

(Fıkhu’s Sire-Ramazan el-Buti ve diğer eserlerden istifade ile hazırlanmıştır.)


MEKKE’NİN FETHİ


“Seveceğiniz bir diğer (nimet) daha var; Allah'tan yardım ve yakın bir zafer! Müminleri müjdele!” (Saf Suresi, 13)

Mekke'nin Fethi; aslında her şeyin yeniden olması gerektiği gibi olmaya başlangıcı, olmaması gerekenlerin, haksız yere olduğu dönemlerin, "Hakk geldi, batıl zail oldu, zaten bütün batıllar, eninde sonunda yok olmaya mahkumdur" düsturu gereğince sona erdiği, müstesna bir gün...

Mekke'nin Fethi'nden son fotoğraf kareleri; Mekke dağlarının eteklerinde, 12 bin asker, gecenin zifiri karanlığında 50 bin meşale ile aydınlatıyor, çağı ve çağları... Müşriklerin son kalesi Mekke'nin en azgın müstekbir Lideri Ebu Sufyan bir taşın üzerine çıkmış, çok değil, 8 yıl önce canına kast ettiği, her türlü hakarete, aşağılamaya, zulme ve şiddete tabi tutarak şehirden sürgün ettiği Hz. Muhammed'in emirlerini, ağlamaklı bir sesle halkına ilan ediyor:

- Ey halkım, Hz. Muhammed karşı koymamıza imkan olmayan bir ordu ile üzerimize geliyor...

Her kim Ebu Sufyan'ın evine gelirse emniyettedir.

Her kim silahını bırakır, evine çekilirse emniyettedir.

Her kim Harem-i Şerif'e sığınırsa emniyettedir.

Ey Kureyş, siz de Müslüman olun ki, selamete kavuşasınız...

- Ve Mekke'nin 4 bir yanından saatlerce süren ordular geliyor. Başlar dik, omuzlar kalkık, gözler ışıl ışıl, dosta gurur, düşmana hüzün veriyor.

Fetih kansız gerçekleşmiş; Mekke'lilerin dili tutulmuş, herkes Müslümanlara yaptıklarını şöyle bir aklına getirip, önüne bakıyordu. Derken Kabe'de toplanmış binler, birden sustu, çıt yoktu!... Evet O (sav), geliyor... Hz. Muhammed (sav) acaba ne yapacak! Bizi nasıl cezalandıracak!.. Hani burası emin yerdi!.. Düşünceler, sorular, sorular...

O; adaletin, mümince duruşun, barışın, sevginin mimarı, rahmet Peygamberi; kalabalığı şöyle manalı manalı bir süzdü!...

Kim bilir... O anda 20 yıllık çile günlerinden neler gelmişti, gözlerinin önüne; Sümeyye'nin feryadı, Ammar'ın şehâdeti, Hamza'nın ciğerleri, Ebu Cendele'nin kanlı sakalları... daha neler neler!.. Gözleri nemlendi, sonra o mübarek yüzü şefkat ve merhametin en güzel halini almışken, konuşmaya başladı.

- Ey Kureyş; size şimdi nasıl bir muamele yapacağımı sanıyorsunuz! Mekkeliler: "Hayır umuyoruz, sen iyilik sever bir kardeşimiz, alicenap bir kardeşimizin oğlusun!.." dediler. Ve Rasûlu Ekrem Efendimiz, hepimiz, dünya var olalı, gücü elimize geçirdiğimizde söylememiz gereken şu tarihi konuşmayı yapıyor: "Ben de size Yusuf'un kardeşlerine söylediği gibi, 'bu gün size geçmişten dolayı bir azarlama yok' diyorum. Hepiniz affedildiniz"

Bu Mekke'lilerin şahsında, tüm İslam düşmanlarına, zalimlere verilen ve asırlarca sürecek bir ders; insanlık, hoşgörü, barış, hukuk dersidir.
Ey, yaptığı zulümden dolayı, mazlumların da ellerine güç geçince, tıpkı kendilerinin yaptığı gibi, intikam alacağını, zulüm edeceğini vehmeden zalimler, biliniz ki mü'minler tıpkı Mekke'nin Fethi'nde olduğu gibi yine sizleri affedeceklerdir. Zira güç adaletin emrine girince, zulüm biter, affetmek büyüklüğün şanındandır. Hem Efendimiz, "Ne zulüm ediniz, ne de zulme uğrayınız. Zalime de (mazlumu elinden alarak, zulmüne engel olarak, mazluma da, onu zulümden kurtararak yardım ediniz" buyurmuşlardır.
Mekke'nin Fethi'ni Hicretin 8. senesinde, Kureyş'in 2 yıl önce imzaladıkları Hudeybiye anlaşmasını ihlal ederek, Müslümanların korumaları altındaki Huzae kabilesinden 20 kişinin katledilmesine zemin hazırlamasına karşılık, İslam ordularının 12 bin kişilik bir orduyla Mekke'yi ele geçirmesi olarak, tarihteki bir zafer olarak düşünmek ve değerlendirmek yeterli değildir.
Dedik ya, Mekke'nin Fethi 20 yıllık bir çalışmanın, acı tatlı günlerin, bir sürecin gebe kaldığı yepyeni bir döneme doğum şölenidir. O bir son değil, sadece zirvenin başlangıcıdır. İnsanlık var olduğu, hak ve batıl mücadelesi sürdüğü müddetçe, sürekli tekrarlanacak bitmeyen, bitmeyecek bir gerçek film senaryosudur.
- Mekke'nin Fethi, Hira mağarasındaki "Oku" emrinin Kabe'nin çatısına Habeşli bir köle tarafından ezan okunarak mukabele görmesidir.
- Mekke'nin Fethi, bir avuç dava adamının bir dünyayı nasıl değiştirebileceğinin biricik ispatıdır.
- Mekke'nin Fethi, Erkân'ın evinde, Ebu Bekr'in konağında gönüllere serpilen sevgi tohumlarının başağa dönüştüğü gündür.
- Mekki'nin fethi, Sümeyye'nin develere bağlanarak, Yasir'in işkencelerle parçalanan vücutlarının dirilip, kızgın çöllerde on binlere ulaşması, üzerine taşlar bastırılan Bilallerin, taşların üzerine çıkıp en güzel müjdeyi haykırmasıdır.
- Mekke'nin Fethi, boynuna hayvan işkembeleri atılan bir yetimin, kendini her şeyin üzerinde gören devrin totaliter zalimlerine "sizi affettim" diyebildiği gücün doğduğu gündür.
- Mekke'nin Fethi, birer, ikişer canını kurtarmak için şehirden ayrılmak zorunda kalanların, on binler olarak, ama bu sefer zalimlere adalet sunmak için muhteşem dönüşüdür.
- Mekke'nin Fethi, Akabe'deki 70 kişinin derdiği koskoca bir Mekke şehrinin gül günüdür.
- Mekke'nin Fethi, hendek kazarken bağrına taş basan, her kıvılcımda, "Vur ey Muaz! bu kıvılcımda İran Kisrası'nın sarayının yıkılışını, bir diğerinde İstanbul'un fethini görüyorum" diyen O büyük komutanın hedeflerinin bir bir gerçekleştiğinin ilk adımıdır.
- Mekke'nin Fethi, Bedrin aslanlarının yeni kükreyişi, Uhut'taki mağlubiyetin zafere dönüştüğü o mutlu gündür.
- Mekke'nin Fethi, 20 yıllık göz yaşının, ah-ı figanın çorak çöl topraklarını yeşerttiği, sevgi çiçeklerinin açtığı gündür.
- Mekke'nin Fethi, ensarın zafer, muhacirin vuslat şölenidir.
- Mekke'nin Fethi, Hudeybiye'de kazınan "Bismillah”ın bir daha silinmemek üzere Mekke'ye tüm Mekke'lilere kazındığı, adının bile Rasulullah yazılmasına tahammül edilemeyen Muhammed'in, asrın zalimlerine şefkat kollarını sonuna kadar açtığı af günüdür.
- Mekke'nin Fethi, Ebu Cendele'nin kırılmış başının, kolunun ödülü, Müslümanların sabrının zaferidir.
- Ve nihayet tüm fetih aşıklarına bir örnektir. Tüm zalimlere son bir kez kurtuluş teklifidir. Ve haykırmaktır, asrımızın müstekbir zalimlerine; Ey zalimler Mekke'nin fethi yakındır. O gün size de af gelecek. Yeter ki dünya huzur bulsun. Gözyaşları dinsin, çocuklar, kadınlar ağlamasın. Dünyanın neresinde olursa olsun, mazlumlar ezilmesin.
Selam, dua ile nice fetihlere !...

H O Ş S Â D A


“Âvâzeyi bu aleme Davud gibi sal

Bâki kalan bu kubbede bir hoşsâda imiş” (Bâki)

31 Aralık 2008– 3 Muharrem 1430 …… sayı: 157-2


BU MORUK NEYİMİZ OLUYOR ?

Evet, yılbaşı neyimiz olur diye soruyorum. Fakat 29 Ekimimiz midir, 30 Ağustosumuz mudur, Şeker Bayramımız mı, Kandilimiz mi, Kurban Bayramımız mı diye sual açmak da yersiz olmazdı.

Biz muharremlerle, Martlarla başlayan yıllar da biliriz... Ki, hiçbiri böyle şımarıklıkla, böyle ayyaşlıkla, böyle kumarbazlıkla açılmazdı. Hepsi efendi yıllardı.

Memleketimize, herhalde, Beyoğlu'ndan giren, Haliç'i atlayarak Fatih'lere, Aksaray'lara, sonra Rumeli'ye ve Boğaz'ı aşarak önce Kadıköy'lere, Moda'lara ve sonra Üsküdar'lara ve oradan Anadolu'ya geçen bu bunak neyimiz olur: Babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı, yoksa Avrupalılıktan pirimiz mi?

İstanbul'un Tepebaşı'ndan Adana'nın Tepebağı'na kadar her yeri bilen, her yere uğrayan bu moruk kimdir, necidir?

Bir resmine bakarsanız Havarilere, öteki resmine bakarsanız Rasputin'e benzeyen bu iskambil papazı, aramızda neyin nesidir... Bunu hiç merak ettiniz mi?

Siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu: O Haçlı Seferlerinden kalma bir kılıç artığıdır. O zaman silahla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla (güya) saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor.

O evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyer Lermit'tir... Kardeşlerini Mukaddes savaşa hazırlamaktan geliyor.

O, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki, şu memlekette ocağına incir dikildikten sonra, kılığını değiştirmiş... Ve bizi avlamaya, kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan; çocuklarımızdan başlamıştır.

Bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedakârlığının sebebini düşünmediniz mi?

Bırakın onun hakkından ben gelirim: İşte sakalını çekince gördünüz... Sakalı elimde kaldı ve altından Lüsifer çıktı.

Bilirsiniz ki casuslar da kıyafetlerini ekseriya böyle değiştirirler.

Bu, mezar beğenmeyen hortlağa ya mezarını gösterin yahut bırakın: Haç'ında çarmıha gereyim onu.

Tehlikeyi sezer de kendiliğinden gitmeye kalkarsa çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız:

Muhakkak bir şeyimizi çalmıştır.

Arif Nihat Asya



HER YIL BAŞINDA İŞLENEN HATA ya da

YILBAŞI KUTLAMAK

“İnsanların Peygamberlerden (a.s.) öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür. (Buhari, Enbiya, 54)

Maddi ve manevi kazanç yada kayıplarla geçen ömrümüzden, bir yılı daha geride bırakıyoruz. Müslüman şahsiyet ömründen kopup giden koskoca bir yılın muhasebesini yapan, ‘ebu’l vakt’ (vaktin babası), ‘vakit nakittir’ şuurunda olan insandır. Hal böyle iken, Müslüman şahsiyet veya hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun bu toplumun bir ferdi, dini ve sosyolojik açıdan dinimizle, örf ve adetimizle, tarihi birikimimizle, toplumsal hafızamızla uzaktan yakından hiçbir ilgi ve alakası olmayan, muharref Hristiyanlığın adeti yılbaşı kutlamalarına direkt veya dolaylı yoldan katılması ne derece uygun bir tavırdır ?

Cenab-ı Allah, Müslümanın duruş ve tavrını Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle bildiriyor: “ Ey İman Edenler!Yahudileri ve Hristiyanları asla veli ( dost, kendisine tabi olunacak) edinmeyin. Çünkü onlar birbirlerinin dostu (ve İslam’ın düşmanı)dırlar. Sizden kim Yahudi ve Hristiyanları dost edinirse o da onlardandır.” (Maide,51) Müslüman’ın onlarla olan iletişimi davet ve tebliğe yönelik insani ilişkidir, ancak.

Yine Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem de buyuruyor ki: “Kim herhangi bir kavme benzerse o da onlardandır” (Ebu Davut,Libas,4), “Bir zaman gelecek ki (maalesef) sizler kendinizden evvel yaşamış insanları taklit ve takip edeceksiniz. Hatta onlar bir kelerin deliğine girseler dahi siz de o delikten içeri gireceksiniz. “Ashab: ‘Ya Rasulallah, takip ve taklit edeceğimiz o kimseler Yahudi ve Hristiyanlar mı olacak?’ diye sorunca, Efendimiz (sav): “Ya kim olacak?(evet, onlardır)” buyurdu.

Maalesef dünya insanlığı ve ülkemizin evlatları olarak sayısız çile, ızdırap ve sıkıntı ile uğraşırken şehirlerimizde ve caddelerimizde hazırlıklarıyla meşgul olunan batıl adet yılbaşı kutlamalarına duyulan bu arzu ve istek acaba neyin ifadesidir ?

Ayet-i Kerime’de Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Onlar, inananları bırakıp da küfre sapanları/ inkarcıları veli (dost) ‘ler edinirler.(Yoksa) izzeti ve onuru onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz ki bütün izzet Allah’a aittir.” (Nisa,139), “…Muhakkak ki izzet ve şeref , ancak Allah’a, Rasulü’ne ve Müminlere aittir.” (Münafikun,

Dostlar, acaba biz kendimizi ve kimliğimizi mi bilmiyoruz veya kimliğimizden ve kültürümüzden rahatsız mıyız yoksa ‘ bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete’ penceresinden bakarak özgüvenimizi mi kaybettik ve böylece üreten ve ihya eden değil taklit eden ve tüketen mi olduk, böylece modaya ve akıntıya mı uyduk ? Bu soruları her birimiz evvela kendimize sormalı, düşünmeli ve durumumuzu gözden geçirmeliyiz.

Malumunuz bizim Ramazan ve Kurban Bayramları olmak üzere iki dini bayramımız yanı sıra milli bayramlarımız ve kurtuluş günlerimiz vardır. Muhteşem bir medeniyetin varisleri olan bu milletin aziz evlatlarının sevinç ve kıvanç duyacağı, şeref ve heyecan kaynağı olacak çok müstesna günleri capcanlı bir halde mevcutken bizimle hiç alakası olmayan yılbaşı kutlamalarına katılmak asla uygun bir davranış değildir. Misyonerlik çalışmaları, yılbaşı kutlamaları vs. gibi çeşitli isim ve senaryolarla batı kültürünü, batıl haçlı zihniyetlerini Müslüman milletimize empoze etmeye gayret edenlerin bu emellerini dini ve milli duruşumuzla boşa çıkarmalıyız. Onlara alet olmamalı, toparlanmalı ve kendimize gelmeliyiz. Vesselam.


YILBAŞI NEYİN NESİ ?

Her toplumun farklı kültürlerle ilişki içinde olması ve bu ilişkinin iletişime hatta karşılıklı kültürel etkileşime dönüşmesi tabiidir. Değişik kültürlerin farklılıklarını ve özgünlüklerini muhafaza etmesi ne kadar doğalsa farklı kültürlerin birbirlerinden etkilenmesi de doğaldır. Burada mühim olan husus neyi, niçin ve nasıl aldığınız ve bünyenize nasıl taşıdığınızdır.

Dünyada yılbaşı kutlamaları adıyla icra edilen karmaşık seremonilerin arka planına göz attığımızda Batı’nın pagan (putperest) geçmişinin izlerini hemen görebiliriz. Zaten bugünkü haliyle Batı Medeniyeti’nin kökleri antik Yunan’a dayanmaktadır. Buradan hareketle ‘yılbaşı seremonisi’ farklı renkleri taşımakla beraber aslında pagan geçmişin dini kisvesinden ibarettir. Ne yazık ki ülkemizde de modern paganlık hortlaması olan bu adet gelenekselleştirilmeye çalışılıyor.

İki farklı kültürün karşılaşması, kabul edilmesi hatta yeniden üretilmesi kök, gelenek ve sahiplenmek (kutlamak) noktasında Batı’da ve biz de farklı tezahür ediyor. Bu açıdan bakınca Türk modernleşmesinde neyin bize ait, neyin başkasına-yabancıya ait olduğunu kestirebilmek epeyce güç bir durumdur. Acaba yılbaşı kutlamakla mükemmel bir tarihi arka planı ve müktesebatı olan bu toplumun ne tür bir ilgisi olduğunu akledebiliyor musunuz ? Bu izahtan mahrum hal, derin bir kimlik krizini gündeme getirmekte ve toplumun aidiyet dokusunu sarsmaktadır.

Başkasıyla gerçekleşen iletişimde kabullendiğiniz şeyin nereye ait olduğunun ve bunu yapma sebebinizin bilincinde değilseniz, işte orada problemler başlıyor ve bizim bugün karşı karşıya kaldığımız durum budur yani akledememe, bilinçsizlik.

Bir Müslüman hatta dünya görüşü ne olursa olsun bu topraklarda yaşayan bir fert yılbaşına nasıl bir anlam yükleyerek hazırlanmakta ve onu kutlamaktadır ? Başkasının sınırları ile kendi kimliğinin karıştığı hatta başkasını tanımlamasa bile modernlik adına kendi olanın buharlaştığı altüst oluşun en çarpıcı misalidir, yılbaşı kutlamaları.

Kökleri paganizme dayansa da Batı’da dinileştirilen yılbaşı adetleri, biz de Hristiyani tarafı tamamen yok sayılarak kamufle edilmeye çalışarak sunulmaktadır. Sömürge ülkelerinde ise durum daha farklıdır ve iki tür tavır ortaya çıkar. 1- Karşılaştığı değer kendini sömürgeleştirenlere ötekine-başkasına aittir ve onu benimsemez reddeder. 2- Efendilerine ait bir değer olduğunu bilerek kabul eder ve kendilerine özgü sömürge kompleksi diye tanımlanan bir davranış sergiler. Sonuç itibariyle iki tür tavır sahibi de neyi, niçin ve nasıl yaptığının idraki ve bilincindedir.

Bizdeki durum daha derin bir yaraya işaret etmektedir ki o da; ne reddedilebilecek bir başkası-öteki vardır zahirde, ne de benimsenecek, ne yapalım kaderimiz buymuş diyecek yine bir başkası tanımı vardır. Yılbaşında İsa’nın zuhurunu bekleyecek kadar Hristiyan olamaz ancak bunun farklı bir kültüre ait batıl olduğunun bilincinde olacak kadar da Muhammedi/ yerli de değildir. Maalesef ne kadar vahim bir hal değil mi ?

Allahımız şuur ve basiret versin.


  Hoşsâdalar  
 
 
bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
49218 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol