
BU GİDİŞ NEREYE...
İlk AKP Hükümeti 23 Kasım 2002 tarihinde güvenoyu aldı. Bu sırada borçlarımızın toplamı 215 Milyar dolar idi. Şimdi 500 milyar doların üzerine çıktı. Şu soruyu sormamız lazım:bu gidişi nereye
İşsizlik rakamları açıklandı. Korkunç bir artışla işsiz sayımızın 3.6 milyona çıktığı belirtiliyor. Tabi bu rakamın içinde iş aramaktan umudunu kesmiş olanlar ile kırsal alan işsizleri gibi gizli işsizler yok. Cari açık ise sadece Ocak-Şubat aylarında yıllık hedefe ulaştı. Mart rakamları da eklenince bu hedefin çok çok üzerine çıktı.
Şu andaki gidişat global krizden doğrudan etkilenen ülkelerden daha vahim bir tablo sergiliyor. Peki bu noktaya nasıl geldik?
İlk AKP Hükümeti 23 Kasım 2002 tarihinde güvenoyu aldı. Bu sırada borçlarımızın toplamı 215 Milyar dolar idi. Şimdi 500 milyar doların üzerine çıktı. Bu tarihten sonra çok önemli kuruluşlarımız özelleştirme yoluyla elden çıkarıldı. “babalar gibi satarım” mantığı ekonomik bir tez imiş gibi halka sunuldu. Neoliberal politikalar halka ve özelikle AKP tabanına matah bir şeymiş gibi anlatıldı. Tabanın zihninde kayma oldu. İnsanların zihin dünyası alabora edildi ve “IMF olmadan olmaz, özelleştirme olmadan olmaz, ABD ve AB olmadan olmaz” noktasına getirildi.
Bu zihinsel transformasyonun cahilce yapıldığına inanmak istiyorum. Bilinçli olanı ihanet olur çünkü. AKP ekonomide bunları yaptı. Peki ya iç siyasette? Toplumun genleri AB uyum yasaları ile değiştirilmeye çalışıldı. Irak işgaline giden ABD’ye karşı durmak hatalı görülmeye başlandı. AB ise reddedilmez bir alan haline geldi.
AKP bütün bunları küreselleşme denilen ahtapotun bir kolu olmak için yapıyor. Özelleştirme, serbest dolaşım, vergi indirimi ve ekonomik liberalleşme hep bu amacı gerçekleştirmek için atılan adımlardır. İşte burada ise karşımıza ulus-ötesi sermaye çıkıyor. Çünkü küreselleşme nedense hep onlara yarıyor. Dar gelirli milyarların sayısı artıyor ve orta sınıf giderek daha az gelir gurubuna doğru geriliyor.
Peki bu sermaye nedir ve kimin sermayesidir? Çok uluslu şirketler kimlere aittir? diye sorgulamaya başladığınız zaman karşınıza kâhir ekseriyeti Yahudi sermayeli şirketler çıkacaktır. Yahudi derken bir dini değil Siyonizm düşüncesine sahip sermaye gruplarından bahsediyorum. Son krizde 400 milyar dolardan fazla parayı İsrail’e kaçırdıkları iddia edilen Yahudi sermayesinden. Adamlar küreselleşme adı altında dünya sermayesini kopacağını hayal ettikle kıyamet savaşı Armegedon için biriktirirler iken biz uyguladığımız politikalarla buna çanak tutuyoruz.
İşsizlikten yola çıkıp Armegedon’a gelmek mantık silsilesinin zorlanması değildir. Özellikle, Erbakan Hoca’nın “Türkiye’nin Hayim Nahum doktrini ile yumuşak lokma haline getirme ve İsrail’e esir edilme projesinin” var olduğundan bahsettiği konuşmaları akla gelince bunları birbirine bağlamamak mümkün değil.
Bütün bunları oturup enine boyuna konuşmamız gerektiği şu günlerde ülke “Ergenekon Örgütü” etrafındaki tartışmalara endekslenmiş durumda. İktidar partisi mensuplarının siyaseti “Ya Ergenekoncusun ya AKP’li” ikilemine çekmeye çalışmaktan öte tartışmalara girmeye ve “derin devlet” sakızını çiğnemek yerine ekonomi ve ülkenin geleceği ilgili “derin düşünmeye” niyetleri yok anlaşılan.
Bütün bunları harmanlayıp ortaya şöyle bir sonuç çıkartabiliriz: Ülke krize gidiyor. Krizin nedeni uygulanan IMF güdümlü “yumuşak lokma haline getirme” politikaları. Ergenekoncular ile “Ya Ergenekoncusun ya AKP’li” ikilemini dayatarak “siyasetsizleştirme veya tek düze siyaset” amaçlayanların yapmaya çalıştıkları şeyin her ikisi de bir nevi darbedir. Bu noktada millet olarak bizim kendimize gelmemiz, özümüze, ruhumuza, bu ülkenin bin yıllık milli görüşüne dönmemiz lazım.