Alemler’in yaratıcısı, yegane sahibi, Hakim-i Mutlak Cenabı Hakk' a hamd ve O'nun seyyidi Peygamberimiz Muhammet Mustafa (sav)' e salat ve selam olsun. Selam ve kurtuluş müminlere olsun.
Bütün tarih boyunca buhran ve ferah zamanlar olmuştur. Bu sıkıntılı zamanlarda inanç esasları huzur ve ferahlık, inançsızlık ise insanlık için zarar, batış, bitiş ve yok oluş olmuştur.
Bu güzellikleri ve fenalıkları insanlar husule getirmişler ve bunlar tarihe de ya altın harflerle yazılmış, ya da kara sahifelere geçmişlerdir.
Her devirde Ömer b. Abdulaziz' ler (hakkı üstün tutan, batıldan kaçanlar) var olmuştur. Haccac' lar da var olmuş; onlar batılın çürük olan kökü bozuklarıyla birlikte olarak güzel dünyamızı fesada, kargaşaya, huzursuzluğa sevk etmişlerdir. Bu sancılı devirlerden ve zulümlerden sonra müjdeli doğumlar olmuştur. Tarihin akışı içinde adil, mazlum ve zalimler olmuştur. İşte böyle bir dünya ve böyle imtihan...
Tarihi yaşarken insanlar hep hak yada batıl yolda görevlerini yapmışlardır. Yada görev yapmamış, tarafsız kalmış, zarara uğramış veya uğratılmıştır. İşte bu tarihi yaşarken, bu asırda, bu görev, dünyamızın içinde ne kadar insan varsa onlara düşmüştür. Görevlerini, görevlerimizi yapmaya gayret ediyor, ediyoruz.
Bizlere bu manevi mesuliyet duygusu, bu güzellikleri yaşatıyor. Elbette bu sorumluluğun bir yerinde olmalı idik.
Elhamdülillah, Rabbim'e hamd ve şükrediyorum ki, bize büyük bir nimet bahşederek Hakk' ın yanında bizleri davasına hizmetçi eyledi. Hakk' ın yanında olmak ise, doğru olan her şeyi yapmayı, emr olunduğumuz gibi olmayı ve batıl çürüklerden kaçınmayı bize söylüyordu. Bu yolda yada yarışta hepimiz kendimize birer elbise biçiyoruz. Bu elbisenin güzelliği var ama, meşakkati olur düşüncesi ile hafiften gidiyor, yada sıkıntı ve meşakkate razı oluyor, elbisenin sağına soluna bakmadan bu kutlu yolda kendini adıyor, koşuyor, koşuşturuyor ve coşturuyor. Bu uğurda çekilecek sıkıntıyı bahşiş kabul ediyor. Çünkü Rabbine aşık oluyor. Kulluğun bilincinde oluyor, seviyor, sevdiriyor.
İşte merhum Genel Başkan Adnan Demirtürk' ü bir yazı ile bize ifade eder misiniz, diyen kardeşlere böyle bir girişle anlatmaya başlamak istedim.
Rabbimize karşı kendilerinde çok değişik bir aşk ve sevgi görmüştüm. Bu inanç, aşk ve sevgi onu ayakta tutuyordu. Bu uğurda mücadeleyi de geciktirmeden yapmaya gayret sarf ediyorlardı. Maddiyat ve maneviyatım tam olup, ondan sonra mücadele yapayım demiyorlardı. Bu iki maddenin azlığı mücadele aşkını söndürmüyordu.
Teşkilat çalışmasını ruhen, bedenen; her şeyi ile sevmişlerdi. 1993 tarihi olacak. (mahalli idare seçimleri olmadan) Trabzon' dayız. Çalışmaların beynini oluşturuyor, plan, proje ve programlar yapıyorlardı. O zamanlar bilgisayar, internet gibi gelişmeler yok veya bize ulaşmamış. Rahmetli’den hatıra kalmış bir daktilo var. Bu daktilo ile gece sabaha kadar dökümanlar yazıyor, programlar çıkarıyordu. Hatta bir gün apartmandan bir komşu bana, "Beyiniz ne yazıyor, daktilo sesi sabaha kadar devam ediyor." demişti.
Rahmetlinin gözleri kızarmış vaziyette oluyordu. Bunları şunun için anlatıyorum. Hepimiz bir imtihandan geçiyoruz. Bir imtihan daha var. Dünya ve ülkemizde, dünya menfaatleri için bir parselleme mevcut. Bu parselleme bir leşe benziyor. Bu leşe ancak kargaların üşüşmesi gerek.
Parçalanmamak gerekiyor. Hz. Ebu Bekir'in sadakati, Hz. Ömer'in adaleti, Hz. Osman'ın ahlakı, Hz. Ali'nin cesareti misali sıfatlar ile bu imtihan kazanılabilir. Tarihteki insanlar dünyada kalmadı. Hep gittiler, bizler de gideceğiz. Yok oluş için değil, ebedi yaşamak için gideceğiz.
İşte yakın zamanlarda gidenlerimiz; Adnan Demirtürk, Muammer Topçu, Ahmet Zahit Turan, Talha Eyüpoğlu, Bedri İncetahtacı, Malik Akbaş, Ali Soylu, çok sevdiğim arkadaşım Şaduman Soylu ve evlatları ve daha sayamadıklarımız...
Bizlerde bu geçidi er yada geç geçeceğiz. Rabbim kalanlarımıza iman ve şehadet nasip etsin.
Ne güzel bir söz; "Ölüm korkulu bir köprüdür, ancak sevgiliyi sevgiliye kavuşturur." Rabbimiz ayetlerin sonlarında bile soruyor; "Ey akıl sahipleri, akletmiyor, düşünmüyor, görmüyor musunuz" ferman buyuruyor.
Necip Fazıl ne güzel diyor;
"Kapı kapı bu yolun her kapısı ölümse
Her kapıda ağlayıp bu kapıda gülümse"
Merhum Genel Başkan' ın ölçülerini özlüyoruz...
Sizin sistemli ve insanları motive eden, sağladığınız psikolojik ve fizyolojik kolaylık ve desteği arıyor ve özlüyoruz. Bize çalışma aşkı veriyordunuz. Çöken, tükenen ümitlerimizi, ruhlarımızı diri tutmanızı özlüyoruz. İçten ve dıştan gelebilecek her türlü olumsuzlukları bir rüzgar gibi kesip, önemsiz oldukları havasını getirmenizi özlüyoruz.
Başını okşadığınız, sımsıkı sarılıp dertlerini, güzelliklerini paylaştığınız gençlerin öksüz kalışına üzülüyoruz. Bir program oldu, Sizsiz. O programda sanki gençler öksüz kaldı, boyunları bükük gibi geldi bana. Ancak şunu da anladım ki, bu topluluğun yapamayacağı hiçbir güzellik yoktur.
Özlüyoruz, büyüklerimize karşı sevgi ve muhabbetinizi...
Özlüyoruz ancak, bu emanet sırtımızda. Bu emaneti kaldırıp yükseklere yüceltmek için çalışacağımıza genç, ihtiyar söz veriyoruz.
Özlüyoruz, teşkilat çalışmalarında ince detaylara kadar yardımcı oluşunuzu. Metinleri, çizelgeleri, programları hazırlamanızı, görev verip takibinizi. Bu çalışmaları bizlere teslim eder ve ettirirken bile estetik ve nezaket ölçülerine uygun teslim edişinizi ve ettirişinizi.
Bu güzelliklerinizi hatm eden ve tatbik eden gençleriniz görevlerinin başında. Davamız için, geleceğimiz için, meşale olup yanıp, insanlığa ışık tutmalarına seviniyoruz. Onlarda bu güzellikleri gördükçe ümitvar oluyoruz. Sevinç göz yaşlarımız toprağı ıslatıyor. İstikbal vaat etmelerine gözyaşı ile, dua ve niyazla destek oluyoruz. "Ey alemlerin sahibi Rabbim. Bu güzel insanlara iman ve çalışma bereketi ver."
Ve örnek oluyorsunuz, aile reislerine ve dava erlerine.
Bütün insanlığın kurtuluşu için olan mücadelenizi unutmuyor ve özlüyoruz...
Şube Başkanlarına bir toplantıda şöyle demiştiniz; "Bulunduğunuz ilin evliyasından da eşkıyasından da sizler sorumlusunuz."
Bütün hücrelerinizle bu sorumluluğu yerine getirmek için mücadelenizi biliyoruz. Hele bu son görevde manevi mesuliyetiniz omuzlarınızda olan yükü artırmıştı. "Dünyadaki bütün insanlığı nasıl kurtarabiliriz" plan ve projelerinin çalışmalarını yaptığınıza şehadet ediyoruz.
Dünyada benim de maddi olarak bir tuğlam olsun düşüncenizin olmadığını görüyoruz.
Dünyada sadece miras olarak bizlerin yolunu aydınlatacak kitaplarınız kaldı. Bu önemli saydığımız mirasa sahip çıktık, alt yapı çalışmalarımızı yaptık. Şimdi ise fiiliyata da kısmen geçtik. Bütün kardeşlerimize bir çağrı yapıyor, duyuruyoruz. Bu kitapları okuyup, okutturup, yaşatalım inşallah. Okunmaması için hiçbir sebep yok. Bu kitapların bir anısı, bir görevi var diye düşünüyorum; o da şudur:
Rahmetli Samsun' a gitmeden bir koli kitap aldılar ve bana şöyle dediler; - "Hoca hanım (şöyle ellerini açıp, kitaplara işaret ederek) çokta kitabımız oldu. Ben ölünce bunları ne yapacaksın." Ben de kendilerine - "Evimin bir kenarında okumak için bir mekan tayin ederim, insanlara verir ve okunmasını sağlarım ve bu şekilde kitapları çalıştırırım" deyince Rahmetli durdu ve şöyle dedi; - "İmtihanı kaybettiniz". Tabi şaşırdım, neden acaba? Hemen aklıma gelip - "siz demiyor mu idiniz ki biz beraber öleceğiz ve şehit olacağız deyince" de - "şimdi oldu" cevabını verdiler.
Ne enteresandır ki yeni bir kütüphaneye o kitaplar yerleşecekti. Dolayısıyla kitaplar o koli ile dünyada duracağı mekana gelip yerini aldı. Ondan dolayı bu kitaplar üzerinde manevi mesuliyet artıyor elbette. Okunup hayata geçmesi için elimizden gelen gayreti sarf etmeye çalışıyoruz. Rabbim hesabını ağır eylemesin üzerimize. Amin.
Kütüphanenin kitabının okunup iadesi, konuları dizaynı çok kolay. Okumamak araştırmamak için bir sebep engel yok. İnşallah bu güzel çalışma neticeye vasıl olur.
İşte Rahmetli, bundan dolayı gençliğimizin insanımızın sloganik olmamasını istiyor, insanımızın gencimizin ilmi, akademik, ferasetli, ölçü ve sıfatlara haiz olması için okumaya ivme kazandırmaya çalışıyorlar ve örnek oluyorlardı. Hizmetleri de bu yön itibari ile ağırlık kazanıyordu.
Çalışmalarını yeterli kabul etmiyor, maddi ve manevi olarak bu insanlık için hangi orijinal çalışmaları yapabiliriz, hesabı ve muhasebesi içinde oluyorlardı.
Genel Başkanlık, Başkanlık onun için hiçbir kıymet taşımıyor ve şöyle diyordu; "Ben Genel Başkan olarak doğmadım." Bu meseleler ona önemli gelmiyordu. Bir kere İslam ülkelerinin envanterini çıkarmış, bana göstermişlerdi. Ben de gerçekten hayret ettim. Bilmediğimiz ne milletler İslamiyet'i, huzuru, saadeti tercih etmişlerdi. İşte Rahmetli’nin asıl gündemi bu hususlar idi. İşte bu güzelliklerin dünyamızda ve ülkemizde de yaşanması için çalışıyordu. "Ramazan ayında az da olsa İslamiyet'in tatbikatı oluyor, ölümler, zulümler yüzde olarak nerelere düşüyor" diyerek İslamiyet'in kurtuluşunu anlatmaya gayret ediyorlardı. Bu sıkıntıların toplum ve aileyi nasıl yok ettiğini ifade ediyorlardı.
Üstün zekaya sahiplerdi. Keskin zekası önemli idi. İslami ilimleri tahsil olarak yapmamış ancak Tefsir, Hadis, Fıkıh konularında kendilerini yetiştirmişti. Biz bu konuda biraz kitap karıştırmamıza rağmen, sorularımı kendisine sorup cevap alırdım. Bizlere usulü fıkıh ve diğer konularda ışık tutuyorlardı. Eksik hissettiği ilmi konularda da soru sorup öğrenmeyi ihmal etmezlerdi.
İnsanları konuşması ile etkilemesi çok önemli idi. Hele İslam düşmanları ilgili mücadele içine girse o konuya nerden girdiklerine pişman oluyorlardı.
Toprağa yağmur yağınca o yağmuru seyredip tefekkür ederek şöyle ölümü bize hatırlatırdı;
"Şu yağmurlar benim kabrime yağıyor"
Hayret verici ya da önemli bir şey duyduğunda "Allahuekber" demeyi unutmuyordu. İşte bu güzellikleri özlüyor, sizden örnek alıyor ve sizi rahmetle anıyoruz.
Çok önemli konuları bizzat yazıya dökerek hazırladı. Bu konularınızı zaman zaman sohbetlerimizde, konferanslarımızda anlatıyoruz ve duacı oluyoruz.
Rahmetli’de bazen resmiyet ön plana çıkıyor tatbik ediyorlardı; Teşkilatta da, evde de. Bu resmiyetten biz fayda gördük.
Müesseselere önem veriyor, her şeyin yerli yerinde olmasına çalışıyor, temiz ve estetik güzelliklerle donatıyordu. Bu yapılanların kendi şahsında hiç değeri yoktu. Ancak davaya zarar gelmemesi için bazı ölçüleri koyuyorlar ve hiç taviz vermiyorlardı. Ben bizzat şahidim ki onun için bunlar önemsizdi.
Nitekim son görevinde Genel Merkez binası sona erdiği zaman;
"Hoca Hanım ister inan, ister inanma. O kadar güzel ofisler yapıldı, ancak şu kadar gözümde değeri yok." diyor ve şöyle bitiriyorlardı; "Makamımda oturmayacağım". Bu sözü, bir hafta on beş gün önce söylediği sözlerden idi.
Tabi bu psikoloji ile etrafı idare eden bu insana o güzellikle muamele edilmeyişinin de kalbinde hüznünün olduğunu da biliyoruz.
Bir kardeşimiz iyi niyetle Allah için bir çalışma mı yaptı, onu tebrik edelim, maşallah çok güzel oldu, diyelim ki o kardeşe kan gelsin, can gelsin, olumlu rüzgarlarla essin, insanımıza bereket olsun… Maalesef bu zaman zaman olmuyordu. Ancak yine de merhum okumuş olduğu kültürden olmalı etkilenmemeye gayretli idiler.
Emr edecek emr'e görevini hakkı ile yaptığının örneğini kendilerinde yaşadık. Şöyle diyorlardı; "Emredersiniz, derhal, baş üstüne".
Ve bu örneğinizi yaşatan gençleri de gördükçe duydukça davamız için ümit var oluyoruz. Ve diyoruz ki tutulan ele, verilen söze sadık kaldınız. Bu asil insanlık öyle yapıyor bugün ve yarın da öyle yapacak inşallah.
Bir mesele karşısında sabrının üstünlüğünü daha iyi idrak etmiştik. Bazı kesimler çalışmazlar, "armut ağzıma düş, sapı da yukarda olsun" derler. Çalışmazlar; çalışan, başarılı olanı da istemezler.
Rahmetli ile ilgili önemli bir raporda tahsilini ortaokul mezunu geçiyorlardı. Bu bizi çok üzmüştü. Bir insan babası olmadan bu okulları* okuyor ve gizlenmek isteniyor. Ama rahmetli’de büyük bir sabır vardı. Nuh Mete ile olan davalarda da dediği gibi; "Hoca Hanım, Allah'ın dediği olur, O yazmışsa her şey olur." diyordu. Bunu yapanlara Rabbim aslında cevap veriyor, şimdi. İşte internette bile nerden mezun olduğunu yazıyor.
Ve Aile Reisliği...
Aile huzuru, emniyeti, sevgi, saygı, muhabbet ve diğer güzellikler yaşandığı için yazıyoruz. Özellikle bunların yaşanmasının kurtuluş olacağı düşüncesi ile çok önemsiyor ve nakletmeye gayret ediyoruz. Hem hanım, hem de erkek kardeşler için. Başta Kuran ve sünnetin tatbikinde gayretli olmak geliyordu.
Sekiz yıl bir arada kaldık. Her zaman daha güzele ulaşmak, medeniyet ve güzellikler için, engelleri aşılmaya gayret söz konusu idi.
Görev ve sorumluluklarımızı, sevgiyi, saygıyı, sevdirerek yaptırmayı, zorakiliğin olmamasını görüyorduk. Merhum bu konuda meseleye vakıf durumda, bu medeniyeti sevk ve idare ediyor, ayakta tutuyordu.
Bütün bu yılları geçirirken birbirimizi anlamanın, hoşgörünün, görgünün, nezaketin, zarafet ölçülerinin yıllara taksim edildiğini görüyoruz.
Alt yapı, birbirimizin karakterini anlamaktı. Temeller atıldığında incelendi ve uygulandı.
Kendisinde büyük incelik ve kibarlık vardı. Dışarıda bu güzellikleri yapıp, evde gelişi güzel olmazlardı.
Sekiz yıl boyu beraber yemek yesek, hiç unutmazlar, "Hoca Hanım elinize sağlık, Allah sizi iki cihanda aziz etsin" derlerdi.
Bütün evin hangi işini yapsam hemen dikkatini çeker, hemen eline sağlık demez de, orayı kullanmazlardı. Ütü yapıyoruz. (Hanımlar için yazın sıcağında ütü epey zordur) Akşam eve gelip dolapta bakarlardı, ütüler olmuş. "Elinize sağlık Allah sizi iki cihanda aziz etsin" deyip burada bir şey daha eklerlerdi; "Bunlar sizin eserinizdir". Bizlerde bu güzellikler karşısında hizmetlerimizi yaparken sevgi ve muhabbetle yapıyor, bu çalışmalarımızla sanki ödüllendiriliyorduk.
Yemekler tuzsuz yada güzel olmamışsa bir şey demezlerdi. Ancak ben anlardım ki, bu yemek öbürleri gibi güzel olmadı. Bir dahaki yemeği daha dikkatle yapmaya gayret ederdim.
Şuna inanıyorum ki aile içi elbette olumsuzluklar, karşılıklı yanlışlar olabilir. Etten ve kemikten yaratılmış varlıklarız. Ancak bunların halli karşılıklı özür dileme ile mümkündür. Hatamızı anlayıp vazgeçebiliyorsak, çözülmeyecek mesele yoktur. İşte biz bunun tatbikatını yapıp meselelerin büyümesine sekte vuruyorduk. Ailede özür dileme kavramı yer alıyordu.
Çalışmalardan dolayı rahmetli bazen eve geç gelirler. Bazen de ben geç geliyorum. Gece saat 10, 11, 12... Toplantılar vesilesi ile eve gelince tabii ki evde öyle bol börek çeşitli yemekler yok. Önceden var olan varsa ısıtıp hazır bir sofra, yoksa aperatif bir şeyler yapıp meseleyi hallediyorduk. Ve rahmetli işte eksik oldu, olmadı asla dememişlerdir.
Ankara'da bazı durumlar sebebiyle evde daha çok kaldım. Her akşam eve geliyorlar, "Hoca hanım az kaldı. Çalışmalara siz de başlayacaksınız" demeyi unutmuyorlardı. Ben de kendilerine; "Olsun, siz çalışıyorsunuz ya, mutlu oluyorum." diyordum.
Evde durmam, Rahmetli’nin yardımı ve psikolojisi ile bana iki şey kazandırdı.
1. Kuran-ı Kerim' i babamın da tavsiyesi ile hıfz etmeye alışmam
2. Kitaplara daha fazla zaman ayırmam
Bu konuda rahmetli psikolojik bir doktordu. Eve gelip, masaya oturur ve çalışmaya başladıklarında benim kitaplardan ilerlediğim derslerime bakarak, sayfa numarası ile "Maşallah şu kadar sahife okudunuz" demelerini unutamıyorum. Bu psikoloji çok önemli. Bu konularda takip edilip onure edilmemiz o çalışmayı size sevgili ve başarılı olmasını sağlıyor.
"Evde hanım görevli, bütün her şeyi yapmak zorunda." anlayışı asla yoktu. Ev işleri çalışmalarında destek verirler ve kendileri bizzat bazı çalışmaları kendileri yaparlardı.
Şundan çok emindik. İhanet, güvensizlik gibi meseleler yoktu. Ailelerin temeli bu idi.
Aile için Nur Suresi 30 ve 31. ayetlerin tatbiki çok önemlidir. "Mümin erkeklerine söyle gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar. Mümin hanımlara da söyle sözlerini harama bakmaktan sakınsınlar." (ila ahiril ayeh)
8 yıl boyunca hanım erkek ilişkileri konusunda bir tereddüdümüz, sıkıntımız yoktu. 80 yıl veya 180 yıl yaşasa idik, bu konuda sıkıntı olmayacak güveni ve inancı ikimizi süslüyordu. Kalbimizde zerre ve tekrar diyorum zerre kadar şüphe olmamıştı. Tabi hareket ve yaşantı biçimleri bu güveni bizlere veriyordu.
İzdivacımızın 15. gününde Merhum çalışmalar sebebiyle İsviçre'ye gitmişlerdi. Sonraları Ankara, Antalya ve diğer bazı illeri dolaşıyorlar, biz de Ankara, Artvin, Bayburt vb. illerde çalışma ziyaretleri yapıyorduk. Bu büyük bir örnektir, bütün izdivaç yapmış ve yapacak olan kardeşlerimize.
İnşallah ailelerde huzur, saadet, mutluluk olur, şu dünya bu sebeple ailelere zindan olup ahiretlerini de kaybetmezler. Aileler dağılıp feryatlar yükselmesin.
Aile büyüklerimizi idaresi de fertler arasındaki (aile içi) uyum güzel bir örnektir. Duygusal meselelere yaklaşmaması hep davanın selameti açısını düşünüp idaresi büyükleri de küçükleri de bu anlayışla kenetlendiriyordu.
Şu anda evde bir iş yapsam yada dışarıdaki faaliyetlerde sanki bana yine diyor; "Hoca Hanım, maşallah çok güzel" Bu psikoloji ile biz de yürüyoruz. Ya da masamın üzeride kalem kitap eğri olsa onu düzeltme ihtiyacı duyuyorum. Ve buradan hareketle "Ey Rabbim, Size karşı olan yanlışlarımızı af etmez, bağışlamaz isen bizim durumumuz nice olur" tefekkürü ve muhasebesi içinde oluyoruz.
"Ey Rabbim ölülerimizi ve bizleri bağışla. Rahmetinle ayıplarımızı ört ve bize şehadet ve kurtuluş, son nefeste iman nasip et." Amin.
İbadetlerini huşu içinde yapmaya gayret sarf ediyorlardı. Bu konuda orijinallikleri var idi. Bir gece oruca niyet ediyoruz. Ben bir niyet ettim "Rabbim kabul et ve kolay eyle diye". Hoca Hanım şöyle niyet et dedi; "Ey Rabbim senin rızan için oruç tutmaya".
Namaza durunca büyük huzura çıkmış, saygı içinde boynunu bükmüş ve manaya inmeye gayretli idiler.
Hatalarım olmaması için elimden gelen gayreti sarf ediyordum. Ancak insan ya, olabiliyor. Hatalarım karşında bana, "Şu haklarım var, razı olmazsam cennete giremezsin" dediğini bilmem. Şunu biliyorlardı ki, bu konuyu zaten biliyorum. Onu bir tehdit yapıp yada sulandırıp özelliğini kaybettirmiyordu.
Şimdi bazı kardeşleri maalesef üzülerek görüyoruz. Sen benden, ben senden razı olmazsam olursam gibi telaffuzlarla işi çığırından çıkarıyorlar. İşte "sen evden de sorumlusun, çocuktan da, her şeyden de..." Böyle bir çıkmazda kardeşlerimiz.
Kollektif çalışma esası hem teşkilatta, hem de ev reisliğinde mevcut idi.
Edep timsali bir insandı. Bilmem ki bacak bacak üstüne atmış yada gelişi güzel oturmuş olsun. Rahmetli ağabeyim Muammer Topçu, onun bu halini çok seviyordu. Rabbim onları da bizleri de kendi cemali altında Peygamberimiz’in şefaati ile buluştursun. Amin.
Telefon çalıyor, itina ve huzura hazır bir şekilde alıyor, öyle cevap veriyor ve karşısında eğittiği gençleri de bu edep içerisinde konuştuklarına zaman zaman şahit oluyoruz. Ahmet Zahit bunlara örnektir.
Mutfakta önemli işim oldu. Acele elimdeki şalımı oraya bırakıp, geldiğimde onu itina ile büküp bir yere koyduğunu görünce; "Efendi beni mahcup ediyorsunuz" dememe karşılık, "Hoca Hanım size mesaj vermek için değil, sadece öyle duruşu hoşuma gitmediğinden böyle yapıyorum" demişti.
Rahmetli, bazen de sürprizler yapmayı ihmal etmezdi.
Bazen de olumsuz bir hava olunca, onu o psikoloji ile dağıtmak ve bizleri diri tutmak için o konuyu çok yüksek ve keskin bir ses tonu ile halletmesi önemli idi. Hep biz diyorlardı, evde de, teşkilatta da.
Gençler eve geldiklerinde yaşanılan ve yazdıkları meseleleri konuşurlar, yolculukta da davamızın selameti ve programların değerlendirilmesini gençlerle yaparlardı. Ahmet Zahit bu konuda bir başka gençti. Rabbim rahmet eylesin.
Şuna inanıyor ve görüyoruz ki, sizin bu hayatınızın incelik ve güzelliklerini, bu asil nesil örnek almış, tohum toprağa atılmış, büyüyor, başak veriyor ve burçlara dikiliyor. Hep insanların iyiliği, dünya ve ahiret saadeti için görevini yapıyor.
Bu asrın sıkıntılı devresinde, omuzlarımıza yüklene bu ağır yükü emanet olarak kabul ediyor, görevimizi yerine getirmeye gayret ediyor, hatıralarınıza sahip çıkıyor, sizleri ve ahiret alemini rahmetle anıyoruz.