Hoşsâda-96
HOŞSÂDA
28 Eylül 2007
16 Ramazan 1428 Cuma sayı: 96

SÖZÜN ÖZÜ

Allah Teala buyuruyor:
- "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminle-rin kadınlarına (bir ihtiyaç için evlerinden dışarı çıktıkları za-man) dış örtülerini (elbiselerini) üstlerine almalarını (giyinmele-rini) söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Ahzab, 59)

- Hz. Aişe (r.anha) Annemiz anlatıyor:
“Allah Teala, ilk muhacir kadınlara rahmet etsin, Nur sûresinin örtünme ile ilgili ayet (Nur 31) gelince, erkekleri ha-nımlarına varıp Allah'ın indirdiği ayetleri okumaya başladılar. Hanımların hepsi (‘işittik ve itaat ettik’ bilinciyle hemen) Allah-'ın emrine uyarak, etekliklerini kesip bunlardan baş örtüsü yaptılar ve örtündüler.” (Buhari)

- Rasulullah (as) buyuruyor:
"Kadın, büluğ çağına erince elleri ve yüzü dışında başka yerlerinin başkasına görünmesi helal olmaz." (Ebu Davud, Libas)
- Yüce Rabbimiz buyuruyor:
“Mü'minler arasında ahlâksızlığın ve edepsizliğin ya-yılmasını isteyenleri, gerek dünyada ve gerekse ahirette acıklı bir azap beklemektedir. Allah bilir, oysa siz bilmezsiniz.” (Nur,19)

- Resûlullah (s.a.s.) buyurdu ki,
“Allahu Azze ve Celle buyurdu: “… Oruç bir kalkan¬dır. Sizden birinizin oruç tuttuğu gün, kötü konuşmaktan mutlaka kaçınsın, gürültü de çıkarmasın. Birisi kendisine söver ya da sataşırsa, “Ben oruçluyum.” desin (Cahillik etmesin.)
Muhammed’in nefsi elinde olana yemin olsun ki, oruç-lu¬nun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoş¬tur. Oruçlu iken iki rahatlık bulunmaktadır. İftar ettiği zaman iftarın rahatlığı, Rabbine kavuştuğu zamanda orucun rahatlı¬ğını duyar.” (Muttefakun aleyh)
(not… Muttefakun aleyh: Hem İmam-ı Buhari’nin hem de İmam-ı Müslim’in rivayet ettiği hadislere denir.)


Ramazan Medeniyeti…

“Yaratan Rabbi’nin adıyla OKU.”
OKUMAK VE YAZMAK...

Yazmak ve okumak, bir kağıt paranın ikiye bölünmüş halidir. Paranın bir işe yaraması için, mutlaka iki parçanın birleştirilmesi gerekir. Haliyle okumak, boş zamanlara sığma-yacak, sığdırılmayacak kadar büyük bir uğraştır. Hiç okumayıp da sürekli yazan biri, dengesiz besleniyor demektir. Dengesiz beslenenin dengesini kaybetmesi yakındır... Okumak, berabe-rinde okunmak arzusunu getirir. Bu arzu, edebiyatçı olmanın ilk basamağıdır... Okumak, güvenli bir yere sığınmaktır. Kaos ve kriz dönemlerinde okuma oranının artması, bunun en açık delilidir.
Ve yazmak... Yazmak, faniliğin saldırısına karşı, bazı yetenekli insanların gösterdiği reflekstir. Refleks ne kadar güçlü olursa, refleks sahibi o kadar uzun yaşar. Bu, şu anlama geliyor: Edebiyatçılar, genellikle ömürlerini uzatmak için yazar-lar. Mesela Mehmet Akif Ersoy hâlâ yaşıyor, yaşamaya da devam edecek. Yunus Emre veya Şeyh Galip de öyle. Fakat bu insanların arkadaşlarını, yaşıtlarını kim biliyor? Kimse...
Biraz dikkat edince; ayakta kalan, ömrü uzayan isim-lerin, edebiyata meslek olarak değil de mesele-dava olarak baktıklarını görüyoruz. Meslek ile mesele-dava arasındaki farkı önemsiyorum. Önemsiyorum çünkü, meslek sahibi işini kaybedebilir, iflas edebilir. Fakat mesele-dava sahibi, mesele-sini, dolayısıyla kendisini kaybetmez.
Yine, ayakta kalan edebiyatçıların, edebiyatı tutuna-cak dal olarak değil, dikilecek fidan olarak gördüklerini biliyo-rum. Malum: Tutunduğumuz dal kırılırsa uçuruma yuvarlanırız, fakat diktiğimiz fidan kurursa, yenisini dikeriz.
İbrahim Taşköprülü
OKUMAMA GELENEĞİ

Türkiye’de kim ne kadar okuyor, kim ne denli okuma-ya seyirci kalıyor bunu anlamak için bir yığın zahmete katlanıp masraf ederek anket yapmaya gerek olduğunu hiç sanmıyo-rum. Şöyle sıradan bir insan grubunun içerisine girdiğinizde, gündemi neyin belirlediğine bakarak fikir seyri ve okuma du-rumuyla ilgili rahatça bilgi sahibi olabilirsiniz. En çok satan gazeteden tutunuz da, en çok izlenen filme; en çok gezilen semte kadar bu konuda bir yığın ipucu yakalamanız mümkün.
Sıkışıklıktan ayakta zor durulan otobüslerde kalkıp bir de kitap okumaya davranmak belki görenlerin sinirlerini boza-caktır; fakat normal ve ferah durumlarda da taşıtlarda kitap okuyup, öyle zihinsel teatilerde bulunanlar da nerdeyse yok gibi. Her şey gibi bu olağanlaşmış duruma bakarak, “ne oluyo-ruz” diye sormanın da bir âlemi yok bence. Hiçbir şey olduğu yok.
Bir kere, biz oldum olası kitabı gözden çıkarmış bir milletiz. Herhangi bir memleket meselesi bir futbol maçı kadar ilgi görmüyor ve kimsenin vaktini almıyorsa, kitleler tercihini çoktan yapmış demektir.
Kitabın okunup fikrin özümsendiği bir toplumda, “in-san” devre dışı kalıp, kalabalığa karışmaz. En basit bir futbol karşılaşmasında yenilginin acısını kaldırım taşlarından ve otomobillerden almaz, sevinç ve coşkusunu kör bir kurşunun kim bilir kime isabet edeceği hesabını yaparak havaya rasgele ateş ederek göstermez…
Olgun yaştakilerin kitaba direndikleri bir ülkede, genç-lerin kitap okumamalarının anlaşılır bir tarafı her zaman vardır. Öğrencilik yaşındaki gençlerin okumama durumlarını bir anlık unutun, öğretmenleri araştırın.
Acaba, eğitimcilerin yüzde kaçı yüksek okulda oku-dukları zorunlu ders kitaplarının dışında, zihin dünyalarına yeni kitaplar eklemişlerdir. Bir toplumun kültürel entelektüel dünyası kadar, günübirlikçiliği, Vandalizm’i ve statükoculuğu da bir pazılın parçaları gibi, sebep sonuç ilişkisiyle birbirine bağlıdır…
Okullarda kütüphaneler var, ama bu mekânda yaprak kımıldamaz. Okul yöneticilerinin bahanesi hazırdır: “Bir kütüp-hane memurumuz olmadığı için, kütüphanemiz kapalı durmak zorundayız.” Bu durumda, haliyle kitaplara da demirbaş mua-melesi yapılacaktır elbette.
Ders kitapları, tasarım, teknik ve içerik yönden öğren-cileri kitaptan soğutabilecek kadar kötü örneklik teşkil etmek-tedir…
Kıraathanenin okuma mekanı olmaktan çıkıp, kitabın ve düşüncenin canına okuma mekanına dönüştürüldüğü bir ortamda, bol keseden atma, kulaktan dolma bilgilerle yetinilip “okumama”nın bir geleneğe dönüştürülmesi çok da şaşılacak bir durum değildir.
Hey gözünü sevdiğimin şifahi kültürü, ne bitmez hazi-nesin sen!
Hüseyin Akın

KİTAPLARIN DÜNYASINA
YELKEN AÇMAK

“Genç; ruh, fikir ve bedenden müteşekkil hassas bir varlıktır. Bu unsurlardan her biri gelişip olgunlaşmak için yara-yışlı gıdalara şiddetle ihtiyaç duyar” der Prof. Said Ramazan el-Buti, Gençliğin Sorunları adlı risalesinde. Buradan, ruh ve beden arasında hassas bir dengenin varolduğunu, birinin öne çıkartılıp diğerinin ihmal edilmesinin buhranlara ve dengesiz-liklere yol açacağını anlıyoruz. Ve yine anlıyoruz ki; bedenin ihtiyaçları yemek, içmek, uyumak vesaire ise ruhun da kendi-ne has gıdaları var ve bu gıdalar ruhun tekamülü için olmazsa olmaz ihtiyaçlardır.

İşte ruhun en önemli ihtiyaçlarından birisi de hiç şüp-he yok ki okumaktır. Okumak, eşyanın bilgi ve hakikatına ulaşmanın en önemli ve en kestirme yollarından biridir. Oku-mak ama sadece öğrenme merakından dolayı değil; yazabil-mek, konuşabilmek ve belki hakkıyla yaşayabilmek için oku-mak... Çünkü okumadan yazmak, azığı tüketmektir, okuma-dan konuşmak, cepten yemektir, okumadan yaşamak, ucuz ve süfli zevklere çanak tutmaktır. Okumak ama kainatı oku-mak, insanın kendisini okumak, kainat kitabını okumak, kitap okumak.
Ve kitaplar... Bazen bir sığınaktır şiddetli yağmurlarda ıslanmamak için sacayağına sığınılan. Bir tutamaktır, hayatın acı ve keskin rüzgarları karşısında eteklerine tutunulan. Bir dayanaktır, o ağır ve öksüz yükün altında ezilmemek için ken-disine dayanılan. Bir barınaktır, azgın fırtınalarda boğulmamak için kendisine barınılan. Kitaplar hayatımızın neşesi ve ümidi-dir. Kitaplarda biz kendimizi görürüz. Sevinçlerimizi, hüzünle-rimizi... Onlar birer ayna gibi, bizi kırmadan, gücendirmeden eksikliklerimizi bizlere gösterirler. Onlar ne iyi dostturlar, bir bilseniz?
Peki her kitap okunabilir mi ya da kitap okurken ön yargıdan arınmalı mı? Bence önyargı gerekli... Önyargı yani hak ve doğrudan yana tarafgirlik ön kabulü... Peki hak nedir, doğru olan kim? El-Kitap... O Kitap: Kur’an... Söylenegeldiği üzere ‘hak’ göreceli (izafi) ve kişilere göre değişebilen bir kav-ram değildir. Kur’an, hakikatın tek kaynağı ve tek ölçüsüdür. Bütün kitapların ona yakın olmakla şerefyab oldukları, ondan bir kelime açıkladıkları ve alıntıladıkları miktarda değer ka-zandıkları zaman ve zemin üstü ‘Kitab’... Yıkayıcının elindeki ölü gibi olmalı ‘Kitab’ın elleri arasında: Cansız ve itirazsız. Çünkü hak odur ve onun dışında doğru yoktur.
Evet okumalı, itinayla ve tefekkür ederek. Okuma ey-lemine değer vererek ve yapılan işin ciddiyetine inanarak. Çünkü kitaplara gerekli özeni göstermediğimiz zaman onlar-dan gerekli faydayı sağlayamayız... ve sabırla okumalı ve sonuna kadar okumalı...
Peki okuyoruz ama okuduklarımızı niçin aklımızda tu-tamıyoruz? Bunun cevabını, aynı zamanda büyük bir şair olan ve “Eğer şiir yakışsaydı alime / Lebid’ten* daha büyük olur-dum şiirde” diyen İmam-ı Şafii’nin şu satırlarında buluyoruz: “Veki’i’ye** hafızamın kötülüğünü şikayet ettim / bana günah-ları terketmeyi salık verdi / ve dedi ki: İlim bir nurdur / ve Al-lah’ın nuru günahkara verilmez.”
Yani unutkanlık ve hafızamızın zayıflığı, günahlarımı-zın, ‘okumuş olmak için’ okuyuşumuzun ve ‘kitap yüklü mer-kepler’ olma isteğimizin sonucudur. Kitabı boş zamanlarda ‘vakit geçirtmeye yarayan’ bir hobi olarak görmemizin cezası. Belki de bilgiyi kötüye kullanma isteğimizin, belki de bilgiyle böbürlenme isteğimizin...
Mesele budur…
(* Lebid: Arab şiirinin zirve ismi, ** Veki’i: İmam-ı Şa-fi’i’nin hocası)
Saadettin Acar


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46891 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol