Hoşsâda-95
HOŞSÂDA
21 Eylül 2007
9 Ramazan 1428 Cuma sayı: 95

Medeniyet…

KUR’AN VE HADİSLE
HEMHAL OLMA ZAMANI

Çölde susuz kalmış bir yolcu, billur gibi suyu olan bir pınara rast gelse, denize düşmüş bir kazazede tam boğulmak üzereyken güçlü bir el tarafından yakalanıp boğulmaktan kur-tulsa nasıl sevinir değil mi? İşte Ramazan-ı Şerifte, şirk, fısk ve bid’at çölünde kavrulmak üzereyken bir âb-ı hayat gibi kar-şımıza çıkıverdi. Zulüm karanlığının her yanı istila ettiği bir hengâmede, yeis denizinde boğulmak üzereyken elimizden yakalayıverdi. Bu büyük nimetin kadrini, kıymetini bilelim.
Hz. Salih Aleyhisselam zamanında yaşayan Mü’minler, Ümmet-i Muhammed’in ömrünün ortalama 60 yıl olacağını öğrenince sormuşlar: “Ey Allah’ın Resulü! O devirde yaşayan insanlar da bizim gibi evler yapıp, çift çubukla, hay-vancılıkla uğraşacaklar mı?” Salih Aleyhisselamın, “Evet, hem de süslü binalar yapacaklar” cevabını vermesi üzerine şöyle demişler:
“Biz onların zamanında yaşamış olsaydık, gece-gündüz Rabbimize ibadet ederdik. Bu kadar zamanlık bir ömürde dünyaya bu kadar ehemmiyet vermeye değer mi?”
Dünya işini bitirip de bu dünyadan giden yok. Âcizane herkese tavsiyem, tatillerini mümkünse Ramazan-ı Şerife denk getirsinler, ya da işleri rölantiye alsınlar. Onun yerine âhiret için kârlı ticaret yapılacak bu günleri çok iyi değerlen-dirsinler.
Ramazan ayı boyunca Kur’an-ı Kerim’le ve Hadis-i Şerifle hemhal olmak lazım. Ne kadar çok okursak, ne kadar çok ezber yaparsak, o kadar kârlıyız. Kur’an’da hangi sure nerede bilmeliyiz. En azından bir defa baştan sonra muteber tefsirlerle birlikte Kur’an’ı hatmetmeliyiz. Muhtevasından da haberdar olmalıyız.
Kur’an’la hemhal olmak, Kur’an’a sahip çıkmak de-mek, ondaki bütün ahkamı kabullenmek ve hâkimiyeti için çalışmak demektir. Yoksa oku, duvara as, gerisine karışma! Öyle değil.
Bakıyorum, Peygamber Efendimizi (asm) anlatan yüz-lerce kitap, yüzlerce ilahi var. Pek güzel. Ama unutmayalım, Sevgili Peygamberimiz’i gerçek mânâda sevmek, onun dâvâ-sına sahip çıkmaktır. Aksi takdirde bu sevgi bizi âhirette kur-tarmaz. Unutmayalım, Ebu Talip de Peygamberimizi çok sevi-yordu. Hem de canını feda edecek kadar çok. Ama o sevgi kendisini kurtarmadı.
Allah’ın Peygamberi, Allah’ın dini için türlü zorluklara, meşakkatlere katlandı. İ’lâ-yı kelimetullah uğruna ne çileler çekti. Sahabeleri de öyle...
Allah’ın Resûlü ve sahabeleri, rahat döşek, konforlu mekan, dünyevî rahatlık düşünmüyorlardı. Bir tek sevdaları vardı, Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılmak... Onun için bol mahsullü bahçelerini, bütün dünyevî zevkleri geride bırakarak cihat meydanlarına koştular.
Küfür tek millettir. Şimdi hepsi birlik olmuş İslâmı ve Müslümanları bütünüyle yeryüzünden kaldırmak istiyor. Elbet-te buna güçleri yetmeyecek. Allah’ın izniyle İslamiyet galip ve hâkim olacak. O güzel günleri görmek için Rabbimize (cc) duâ edelim. Ama önce fiilî duâ. İşte Ramazan-ı Şerif geldi. Oruç ağız bol bol Kur’an okuyalım, hadis öğrenelim. Zekat ve sada-kalarla fakirleri sevindirelim. Mücahidin-i İslâma zaferleri için duâ edelim.
Cenab-ı Hak bu mübarek günler hürmetine, bütün za-limleri, kâfirleri, münafıkları kahr u perişan eylesin. Müslüman-lar için hazırladıkları tuzakları kendi aleyhlerine çevirsin. (âmin.)
Burhan Bozgeyik

Tiryaki Mektupları…

YOL VE YOLCULUK ÜZERİNE...

Issız bir çölün ortasındasınız ve güneşe doğru yürü-yorsunuz, gölgeniz ise arkanızda sizi takip ediyor. Çöl derya-sının o engin kıvrımlarında sadece siz ve sizi yalnız bırakma-yan gölgeniz var. Nereye gitseniz sizi takip eden, peşinizden gelen gölgeniz... * * *
Aniden bir çöl fırtınası kopuyor ve yolunuzu kaybedi-yorsunuz. Nereye gittiğinizin farkında değilsiniz. Sonbaharda dalından düşen yaprakların kendini rüzgarın gittiği yöne bırak-tığı gibi siz de kendinizi çölün akışına bırakmışsınız. Bu sırada güneş arkanızda kalmış ve gölgeniz önünüzde. Gölgeniz sizi değil; siz gölgenizi takip ediyorsunuz artık. O nereye, hangi yöne gidiyorsa siz de oraya gidiyorsunuz onun peşinden sü-rükleniyorsunuz. Çünkü güneşe yani ışık kaynağına sırtınızı çevirmişsiniz bir kere. Attığınız her adımda önce gölgeniz ilerliyor; sonra siz...
Şimdi güneşin ahireti, gölgenin ise dünyayı temsil et-tiğini düşünelim.
İnsan ahiret için uğraştığında yani güneşe doğru yol aldığında gölgesi, aynı zamanda dünyası, peşinden gelecek, ona tâbi olacaktır.
Güneşe sırtınızı dönüp onu arkanıza aldığınızda ise gölgeniz sizi değil; siz gölgenizi takip etmek durumunda kala-caksınız.. Tâbi olan gölge değil, siz olacak!
Gölge (dünya) sizi nereye götürürse oraya gideceksi-niz. Gitmemekten başka çareniz de kalmayacak üstelik.
Öyle bir çöl, öyle bir yol ve öyle bir yolculuğunuz ol-madı belki; fakat o çölden daha geniş, daha engin, daha keş-mekeş, daha zor bir yol ve yolculuk nefes aldığımız her an var. Öyleyse şu anda sizin yolculuğunuz nereye doğru? Gü-neşe mi, yoksa gölgenizi takip edip onun gittiği yönlere doğru gitmeye devam mı? * * *
İnsanoğlu dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren bu yolculuğu başlar. Dünyaya gelir ve kulağına ezan okunur; fakat namaz kılınmaz. Oysa ezan namaz vaktinin geldiğini bildirmek için okunur. Ezan, namaz için bir çağrıdır.
Neyse biz tekrar yolculuğuna dönelim insanoğlunun.
Doğduğu andan itibaren başlar ağlamaya insanoğlu; çünkü hiç tanımadığı yabancı bir ortama gelmiştir. Yolculuk devam eder, yaş ilerler, nedenler, niçinler art arda gelir ve dünya hayatını tanımaya başlar.
Hayatı tanıyıp bir anlam verdikçe azalır sorular. Artık kendine bir yol çizme vaktinin de geldiğini anlar; çünkü önün-de bir yolculuk vardır ve kendisi bu yolun içinde bir yolcudur. Yol olmadan yolculuk olmayacak ya da istenilen hedefe varı-lamayacaktır.
Hayatı tanıyan insan kendine bir yol çizer ve yolculu-ğunu artık şuurlu bir şekilde devam ettirir. Güzergahına çukur-lar, dağlar, vadiler, ovalar çıkacaktır. Bazen hızlanacak bazen bir şeylere takılıp yavaşlayacaktır.
Bu minvâl üzere devam ederken yolculuğu aniden bir müjde gelir:
"Sana verilen zamandoldu!"
Artık dünya ile ilişkisi kesilmiştir insanoğlunun.
Bu arada tabiki bir şey unutulmaz: Namaz.
Asıl vatanına dönerken insanoğlunun namazı kılınır ve öylece uğurlanır. Fakat kişinin namazı kılındı ortada Ezan falan yok...
Dikkatinizi çeken bir şey olmadı mı?
İnsan doğuyor ezan okunuyor ve dünya yolculuğu bi-tiyor, müjde geliyor namaz kılınıyor.
Birincisinde ezan var ama namaz yok; ikincisinde na-maz var bu kez ortada ezan yok...
Sizce bu bir rastlantı mıdır?
Yoksa dünya yolculuğunun süresinin ne kadar oldu-ğunu bizlere anlatmak isteyen bir işaret mi?
"Hayat Ezan ile Namaz arasında mıydı yoksa?"
Habibi Zişan Efendimiz'in:
"Namazlarınızı ilk vaktinde kılın" ifadesine bir de bu gözle baktığımızda, hayatın ne kadar kısa olduğunu, hiç vakit kaybetmememizi, imalı bir yolla anlatmaya çalıştığını da göre-biliriz.
Ve yolculuk devam ediyor.
Zira ölüm son değildir.
Şimdi bir köprü çıkmıştır yolumuza:
"Sırat köprüsü."
Ne var ki bu köprüde gideceği yönü önceden kendisi belirlemiştir.
"Nasıl bir hayat yaşıyorsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle de haşrolunursunuz." Bizlere böyle bir uyarı da gelmişti
O Yüce İnsan'dan.
Öyleyse sorun yoktu:
Ya cennet ya cehennem.
Biri olmazsa diğerinin olmayacağı ya da mânasız ka-lacağı bir gerçek.
Asıl önemli olan ise, bu yolculuğa nasıl nokta koydu-ğumuzdur.


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46882 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol