Hoşsâda-9

 

HOŞSÂDA
19 Ocak 2006
19 Zilhicce 1426 sayı:9
 
DURUŞ
 
“İnsanları Allah'a davet eden, salih ameller (dünya ve ahiret için iyi işler) yapan ve ‘Ben şüphesiz müslümanlardanım’ diyen kimselerden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33)
 
VERİMLİ TOPLANTININ
HUSUSİYETLERİ
“Vusûlsüzlüğümüz, usûlsüzlüğümüzdendir.”
 
Toplantı; insanların belli bir zaman ve belli bir yerde, bir karara varabilmek ya da bilgi alışverişi yapmak için önceden düzenlenmiş bir şekilde bir araya gelmesidir.
Toplantı yönetmek, bir sanattır. Bir toplantının asıl hedefi kaliteli, olumlu ve üretken bir sonuç elde etmektir. Olumlu ve üretken bir sonuç elde etmek için:
-Toplantının Amacı, Toplantının Gündemi, Toplantı Yöneticisi / Başkanı belirlenmeli,
-Toplantıda Zaman Planlaması ve Kontrolü, Not tutma pratiği, İlgi ve Alaka olmalıdır.
 
1.Toplantının başlama saati belli olacak. Toplantılar belirlenen saatte toplanmalıdır. Zaman planlaması ve zaman yönetimine dikkat edilmelidir.
2.Gerçekleştirdiğimiz makro ve mikro plan çerçevesinde toplantı gündemi ve amaçlar oluşturulmalıdır. Toplantı, gündem dahilinde (gündeme sadık kalarak) icra edilmeli ve gündem dışına çıkmama hususunda başkan, aktif ve etkin olmalıdır. Toplantı gündemi mümkünse en az bir gün önce yön. kur. üyelerine maille, tlf.la vs. ile bildirilmelidir.
3.Toplantıda konular başkandan söz izni isteyerek, birbirimizi dinleyerek, kimsenin sözünü kesmeden, kısa ve öz olarak, karşılıklı saygı ve sevgi dairesinde her yönüyle, özgür ve şeffaf bir ortamda istişare ve müzakere edilmeli ve bu doğrultuda başkan tarafından karar verilmelidir.
 “Yön. ku. üyelerinin her birinin görüş ve kanaati değerlidir, dinlenilmeye layıktır” ve “ben böyle düşünüyorum ama yanılmış olabilirim.” ilkeleri toplantılarda ana prensiplerimizden olmalıdır. Çıkan karara herkes uymalı ve görevini yerine getirmelidir.
4.Toplantıda alınan kararlar ve yapılacak işlerin sorumluları mutlaka yazılmalı, başkan ve ilgili birimce takip edilmeli ve iş neticelendirilmelidir. Takip ve İntaç…
Sorumluluk ve görevle beraber gereken yetki de verilmelidir. (Sorumluluk + Yetki) Birim başkanlarımız kendi sorumluluklarını ilgilendiren konulardan birinci derecede sorumludurlar.
Önemli işlere öncelik verilmelidir. Ancak geniş ve teferruatlı konular “komisyon” kurma pratiği işletilerek çözülmelidir.
5.Toplantılara güleryüz, öz güven, kardeşlik, samimiyet, diğergamlık, biz duygusu, empati, güven, tahammül, farklılıklara değer verme bilinci, aşk ve heyecan hakim olmalıdır.
Toplantılar, çalışmalar ve sorumluluklarımız yük olarak algılanmamalıdır. Toplantılar pozitif enerji’nin ve sinerji’nin etkin olduğu bir atmosferde icra edilmelidir.
6.Toplantılara madden ve manen hazır olarak, vazifeler yerine getirilmiş, yeni vazifeler ve hayırlı-doğru kararlar almak amacıyla, tam motivasyon ile gelinmelidir. Toplantıların başından sonuna kadar pür-dikkat ve tam bir ciddiyet ile gündem takip edilmeli, başka bir şey ile ilgilenilmemelidir. Toplantılarda gereksiz örneklendirmelere ve hatırata girilmemelidir.
7.Toplantılarda sır tutma esasına kesinlikle uyulmalıdır. Dedikodu, su-i zan, magazinsel haberlere asla yer verilmemelidir.
8.Toplantıya çok ciddi bir sebeple (hastalık, vefat vs.) gelemeyecek yön. ku. üyesi, başkandan toplantıdan önce izin almalı, bu haber verme veya haber gönderme gibi bir usûlsüzlükle olmamalıdır. Toplantıya zaruraten başlama saatinden sonra gelen yön. ku. üyesi, sessizce, toplantı disiplinini bozmadan uygun yere oturmalıdır. Toplantı esnasında başkandan izinsiz girip çıkma vs. olmamalıdır.
9.Toplantıda cep tlf.’nu vs. kapatılmalı veya sessiz konuma alınmalıdır. Çay, yiyecek vs. servisi ile dikkat dağıtılmamalıdır.
10.Bizler “dosdoğru yol”da, yürümekle mükellefiz. Başarı Rabbimiz’dendir. Ve Allah Teala, çalışana verir.
Bizler “sistem, prensip, plan, program, organizasyon” yani “teşkilat şuuru”yla yola devam ettiğimiz müddetçe büyük hedefler ve zaferler bize hiç de uzak değildir. Allah (cc) yâr ve yardımcımız olsun.
 
 
TOPLUMSAL GÖREV, İZİN İSTEMEK VE
ALLAH’TAN AF DİLEMEK
 
Nur 24, 62- “Müminler ancak, Allah'a ve Resulü’ne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar o Peygamber ile birlikte sosyal bir işle meşgul iken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Resulüm!) Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah'a ve Resulüne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah'tan af-bağış dile; çünkü Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.”
Açıklaması: “Müminler ancak onlardır ki, Allah'a ve Resulü’ne hakikaten iman etmişlerdir. Yalnız iman ettik demekle kalmayıp samimi, kalpten inanmışlardır. İctimaî bir işle meşgul oldukları zaman, cuma, bayram, istişare, savaş gibi toplanmayı gerektiren ya da faydası veya zararı umumî olan bir iş üzerinde bulundukları zaman O’ndan izin almadıkça gitmezler. Münafıklar gibi kaçmazlar. İşte o senden izin isteyenler yok mu onlar Allah'a ve Resulü’ne iman eden kimselerdir. Bundan dolayı bazı işleri için senden izin istediklerinde sen de onlardan dilediğin kimseye izin ver. Yani her izin isteyene izin vermek vacib değildir. Hikmet ve işin gereğini gözetmek lazımdır. Bir de Berâe (Tevbe) Sûresi'nde geçen "Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli oluncaya kadar onlara niçin izin verdin?" (Tevbe, 9/43) âyet-i kerimesi unutulmamalıdır. İzin ver ve onlar için Allah'a istiğfar eyle; zira izin istemek, her ne kadar şiddetli bir özür ile doğruluğa dayansa da, dünya işini ahiret işine takdim ve tercih etmek gibi bir kusur töhmetinden uzak olmaz. Sen istiğfar edersen şüphe yok ki Allah, mağfiret edicidir, merhametlidir. Bu noktada Resulullah'a hitaptan ümmetine hitaba iltifatla buyuruluyor ki:
63- “(Ey müminler!) Peygamber’in davetini, aranızdan bazınızın bazınıza daveti gibi zannetmeyin. İçinizden, birini siper ederek sıvışıp gidenleri, muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, O'nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”
Açıklaması: Ey müslümanlar! Peygamberin davetini, duasını aranızda bazınıza, bazınızın daveti, duası gibi kıyas etmeyin. Onun davetine icabet farzdır. Duası, Allah yanında hemen kabul olunur. Bundan dolayı emirlerine son derece özenle itaat etmeli ve uymalı ve onu gücendirmekten son derece sakınmalıdır. İçinizden birbirinizi siper ederek sıyrılmak isteyenleri Allah biliyor. Dolayısıyla O'nun emrine aykırı davrananlar kendilerine bir fitne isabet etmesinden, yani dünyada bir bela ve sıkıntıya çarpmaktan yahut dünyada olmazsa ahirette kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. Burada terdîd (iki ihtimalle anlatmak) yalnız bir güzellik içindir. Yoksa dünya belaları ile ahiret azabının bir araya getirilmesinde bir zıtlık yoktur. Aslında Hz. Peygamber’in emri ve gidişatına uyan müslümanların nasıl yükseldiklerine tarih şahit olduğu gibi müslümanız deyip de aksine giden kavim ve milletlerin ne fitnelere, ne belalara, ne azablara uğramakta oldukları göz önündedir. Hemen Cenab-ı Hak hepimizi hidayetiyle hoşnud eylesin.”
(Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı M. Hamdi Yazır)
 
62- “[Gerçek] Müminler öyle kimselerdir ki Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne yürekten inanırlar ve o'nunla (Rasûl'le ve dolayısıyla, Kur’an'a ve Hz. Peygamber'in bıraktığı örneğe göre davranan Müslüman cemaatin meşru lideriyle-imâmla) bütün cemaati ilgilendiren bir mesele (“bir toplum [ya da “kamu”] meselesi -emr-i câmi‘-) için bir araya geldiklerinde [hangi karara varılacak olursa olsun] O'nun iznini almadıkça ayrılmazlar. Gerçekten de, senden izin al[madıkça karara bağlanan eylemden geri durmay]anlar, işte Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne [yürekten] inananlar böyleleridir! Bunun içindir ki, onlar kendi bazı özel işleri için senden izin istedikleri zaman, uygun gördüğün kimselere bu izni ver; ve Allah'tan onlar için bağışlanma dile; çünkü Allah, şüphesiz, çok acıyan esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır!”
63- “Rasûl'ün size yaptığı çağrıyı (Kur’an’ın çağrısını) birbirinize yaptığınız çağrı[lar]la bir tutmayın sakın; gerçek şu ki, Allah, hissettirmeden aranızdan sıyrılmak isteyenleri biliyor; öyleyse, O'nun buyruğuna karşı gelmek isteyenler, başlarına [bu dünyada] bir belanın, bir güçlüğün ya da [öte dünyada] can yakıcı bir azabın gelmesinden korksunlar!”
(Kur’an Mesajı, M. Esed)
- “Bu ayetler toplum ile önderi arasındaki kişisel ve emir komuta ile ilgili davranış kurallarını içermektedir. Bu kurallar, toplumun sımsıcak duygularından ve vicdanının derinliklerinden coşkunlukla kaynaklanmadıkları sürece toplumsal hayat, düzenli bir şekilde yürümez. …Kamu görevi, toplumun genelini ilgilendiren bir iş, bir savaş, bir danışma gibi toplumsal katılımı gerektiren önemli görevlerdir. Bu yüzden önderleri müsaade etmedikçe mü'minler, bu görevi bırakıp bir tarafa gitmezler. İş çığırından çıkıp ciddiyetten uzak, düzensiz bir başıbozukluğa dönüşmesin, diye. Hakiki manada inanan ve bu tür bir edep tavrı takınan mü'minler zorunlu olmadıkları sürece kamu görevini bırakıp izin istemezler. Çünkü müminlerin imanı ve edebi toplumun zihnini uğraştıran ve genel dayanışmayı gerektiren bir kamu görevini terketmeye engeldir… ‘Onlar adına Allah'dan af dile. Hiç kuşkusuz Allah affedicidir ve merhametlidir.’ Böylece müminin vicdanı bir kayda bağlanıyor. Kendisini izin istemeye zorlayan nedenlerin ağır baskısı ile karşı karşıya kalsa bile izin istemez. Buradan hareketle izin istenirken ve her durumda Hz. Peygamber’e saygı gösterilmesi gerektiği vurgulanıyor…
"O'nun emrini çiğneyenler ya başlarına bir belâ gelmesinden yada acıklı bir azaba çarpılmaktan korkmalıdırlar." Bu, korkunç bir uyarıdır, dehşet verici bir tehdittir. Şu halde Hz. Peygamber’in -salât ve selâm üzerine olsun- emrini çiğneyenler, onun izlediği hayat sisteminden başka bir sisteme uyanlar, bir yarar elde etmek ya da bir zarardan sakınmak amacı ile mü'minlerin safından gizlice sıvışıp gidenler korkmalıdırlar.
Ölçülerin karışmasına, dengelerin bozulmasına, toplumsal düzenin altüst olmasına, hak ile batılın, iyi ile kötünün birbirine karışmasına, toplumsal hayatın ve kurumların dejenere olmasına, can güvenliğinin kalmamasına, kişileri bağlayan bir sınırın bulunmamasına, iyiliğin kötülükten ayırd edilmemesine neden olan bir belânın başlarına gelmesinden korkmalıdırlar. Kuşkusuz bu, toplumun tüm fertleri açısından bedbahtlığın egemen olduğu bir dönemdir.
Hem dünyada hem de ahirette, Allah'ın emrini çiğnemenin, O'nun insanlık hayatı için seçtiği sisteme uymamanın cezası olarak büyük bir azaba çarptırılmaktan korkmalıdırlar.”  
                                               (Fîzilâl’il Kur’an, Seyyid Kutub)

  Hoşsâdalar   

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46886 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol