Hoşsâda-76
HOŞSÂDA
4 Mayıs 2007 Cuma sayı: 76

HAYAT REHBERİMİZ’DEN
DÜŞÜNEN BİR TOPLUMA…

Yüce Allah buyuruyor:
- “Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: "Ey kavmim, elçilere uyun" dedi.” (Yasin 36/20)
Rasulullah aleyhisselam buyurdu:
“Allah, bu Kitab sebebiyle –Kur’an’a uydukları için- pek çok milleti yükseltir. Bu Kitab sebebiyle –Kur’an’a uyma-dıkları için- pek çok milleti alçaltır.” (Müslim)

Şehir ve Medeniyet

ŞEHİR ve İSTANBUL’DA YAŞAMAK…

İnsan ve şehrin diyaloğu… Aslında kâmil manada in-sanın kendisini ancak ve ancak şehirde tam olarak bulduğunu, insanlığına yapışık siyasî ve medenî kimliğini orada geliştirdi-ğini ve mütekâmil hale getirdiğini Kutsal Kitaplardan tutun da İbn Haldun’un Mukaddime’de bedevilik-hadarilik ekseninde geliştirdiği nafiz görüşlerine kadar pek çok kaynakta tetkik imkânı bulabiliriz.
Şehir, insanın bu misafireten oturduğu ve biraz rahat-sız durduğu dünyada kendisini Yaratıcısı’nın evinde hisset-mesini sağlayan atmosferi sunar. Metafizik anlamda evde olmak, şehirde olmaktır. Şehirde olmak ise Yaratıcımız’la ye-niden buluşacağımız bir noktada o eksenle birlikte yaşamaktır. Bu yüzden her şehir, geleneksel dünyada Allah ile irtibatı te-mini amaçlayan kutsal binalarla donatılmıştır.
Şehir ve onu donatan ve kimliğini kazandıran mimari ise insan ruhunun tabiata kendisini nakşetmesidir. Bir başka deyişle söylersek, taştan mamul bedenimizdir mimari.
Dolayısıyla burada hangi şehirden önce hangi insan sorusu aciliyet kazanmaktadır. Eskiler “Şerefi’l-mekân bi’l-mekîn” demişler, yani mekânın şerefi, içinde oturanlardan gelir. Ne demektir bu? Şu demek ki, şehirler içinde oturanla-rın, sâkinlerinin aynasıdır. Eski şehirlerimizin bugün neden bize daha “insanî”, bugünkü şehirlerin de neden ‘daha meka-nik ve gayri insanî’ göründüğünün açıklaması da galiba bura-da yatmaktadır.
Bir Karaçelebizade Abdülaziz Efendi’nin Bursa’da “eşk-i çeşmiyle”, gözyaşları döke döke Uludağ’ın gümrah or-manlarından bulup şehre getirttiği sulardan içenlerden sadece ve sadece dua istemesini düşünün, bir de bugünün tamamen piyasa mantığına teslim olmuş üreticilerini. Bu iki insan tipinin ortaya koyacağı şehirlerin “aynı” ya da “benzer” olabileceği tasavvur edilebilir mi?
Kendisini gizlemeye, mahviyetkârlığa, tevazuya, mah-remiyete vb. dayanan bir toplumsal düzenle kendini ispatla-maya, gurura, yarışmaya, rekabete vb. dayanan bir toplumsal düzen, şehirlerde ortak noktalara parmak basabilirler mi hiç?
Şehir ve medeniyet arasındaki münasebet… Arapça-da medine (şehir) kelimesi ile medenî kelimesinin aynı kökten gelmesi, şehir ile medeniyetin kaynağındaki ayniyeti yeterince ifade etmektedir.
Medeniyet ancak şehirde mümkündür, medeniyet şe-hirle mümkündür ve medeniyet bizzat şehirdir. İslamiyete ku-cak açan ilk şehir olan Yesrib’in Müslümanlar tarafından Me-dine olarak adlandırılmış olmasındaki hikmeti de şehir ile me-deniyet arasındaki bu derunî bağlantıda aramamız lazımdır. İslam şehirlerinin anası, Medine’dir bu yüzden.
Osmanlı’da şehir kültürü… Osmanlıların, merkezinde cami veya mescidin, ikinci halka olarak dükkânların toplu ola-rak yer aldığı (bazen üstü kapalı) çarşıların, son kuşakta ise meskenlerin bulunduğu bir şehir modeli sunduklarını söyleye-biliriz. Ancak merkez, daima dinin ve mukaddesatın ışıdığı ve oradan çevreye, aslında ilk bakışta din dışı gibi görünen ama dine sıkı sıkıya irtibatlı olan ticarete ve sivil hayata dalga dalga yayıldığı değişmez odaktır.
Daha da ayrıntıya girilecek olursa Osmanlı şehri, İs-lam hukukunun ve ahlâkının ama aynı zamanda teknik ve idari becerilerin mekâna yansımış biçimidir. Tabii ki bizim kendimize has kültür tadımızla renklendirilmiş örneklerdir…
Mustafa Armağan

İSTANBUL’U ve ÜSKÜDAR'I
BİR KİTAP GİBİ OKUMAK

Mihrimah Sultan Camii'nin avlusu. İkindi ezanı okunu-yor…
Az ötede ağız kavgası yapan iki kişi. "Eskiden böyle miydi?" diyenin saçları kırlaşmış. İstanbul'un en güzel semtle-rinden Üsküdar'ın kendine has adetlerinin unutulduğunu vur-guluyor. Eski bir Üsküdar'lı olan Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre'nin bir hatırası geliyor aklıma. Der ki: "Rahmetli ba-bam, Şirket-i Hayriye'nin sekiz onbeş vapuruna yetişmek için sabahları çarşıya saat yedide çıkardı. Babamın arkasına ta-kılmayı pek severdim. Dükkanlar, o saatte açılmış olurlardı. Biz, doğruca çarşıda Atlas sokağı 57 numaradaki manav Ha-san Akçanbaş'a giderdik. Hasan Efendi amca, ortaya yakın kısa boyluydu. (...) Bizi: 'Ooo, maşallah, Nurullah beyciğim, sabah-ı şerifiniz hayırlı olsun! Afiyettesinizdir ya inşallah? Bugün küçük mahdum size refakat ediyor, demek. Şöyle bu-yurunuz Efendiciğim. Refikanız hanımefendi hemşirem, vali-deniz hanımefendi, büyük mahdum bey de afiyettelerdir inşallah' diye temennalar ve temennilerle karşılar, arkalıksız iki iskemleye bizi oturtur: sonra kahveci Mehmet Efendi'ye seslenerek: 'Hafız Bey'e orta şekerli bir sabah kahvesi; kallavi olsun! Oğluma da sıcak bir ıhlamur!' diye siparişini verir ve babamın siparişlerini alarak hemen sebzeleri, meyvaları tart-mağa başlardı. Tabii babam da bilmukabele onun ailesini aynı teşrifat kaidelerine, yani Üsküdar adab ve üslubuna uygun olarak sorardı."
Çeşme... Mihrimah Sultan Camii'nden yaklaşık ikiyüzyıl sonra yaptırılan zarif çeşme…
Ezan devam ediyor. Belki ikindi ezanı en güzel Üskü-dar'da okunur ve dinlenir, dersem mübalağa mı etmiş olurum acaba?
…İçimdeki yolculuğa devam ediyorum. Gördüklerim-den en öne çıkanı şu: Üsküdar'ın fetihten önce adı "Altınşehir". Sonbaharda, akşamüstleri Sarayburnu'ndan ba-kıldığında evlerinin camlarına yansıyan güneş, altın sarısını andırdığından buraya "Altınşehir" denmiş. Sonraları Skutari, Üsküdar... Balıkçı köyü olmaktan çıkıp, zamanla yerleşim alanı olmuş.
Ezan bitti. Her taşı, bir kitabın sayfaları gibi okunan Mihrimah Sultan Camii'nin avlusu. Şadırvanda abdest aldıktan sonra camiye yönelenler. Çeşmeden su içen çocuklar. Hava-lanan birkaç güvercin. İskeleden ayrılan vapur... Akıp giden hayat... Hamit Can

Dememiz odur ki, her şeyi yaratan, yaşatan, nimetlendiren yegane güç ve kudret sahibi Yüce Allah’ın yer-yüzüne nakış gibi işlediği her biri ayet olan şehirleri, ovaları, dağları, denizleri, yayları, uzak ve yakın diyarları gezelim.
Rabbimiz’in kainattaki ayetlerini görelim, okuyalım ve ibret alalım. Nakşa bakalım nakkaşa, esere bakalım müessire (eserin sahibine) ulaşalım ve O’nu tanıyalım. Ufkumuz açılsın, yeryüzünün Yüce Allah’ın olduğunun ve müminler için mescid olduğunun tam şuuruna varalım.
Örneğin İstanbul’da yaşıyorsak bu şehri gezelim ve bilelim. Çünkü yeryüzünde yaşamak özellikle de İstanbul’da yaşamak büyük bir sorumluluğu ve duyarlılığı beraberinde getirir. Bu şehirden 6 asır tüm yeryüzüne sevgi, adalet ve huzur gitti… Bu sorumluluk yine bizim omuzlarımızdadır.
Ailemizle, arkadaşlarımızla şu ilkbahar günlerinde er-guvanlarla bezenmiş bu kutlu şehri, Peygamberimiz’in fetih müjdesinden bir payda biz alabilirmiyiz ümidi ve duasıyla, İslam Medeniyeti’ni tanımak, kendimize gelmek, canlanmak, dirilmek ve ufukların ötesine koşmak için gezelim.
Başta Eyüp’te Ebu Eyyüb el-Ensari (ra) Türbesi ve Camii, diğer onlarca sahabe kabri, Üsküdar Valide Sultan Camii, Mihrimah Sultan Camii, Çamlıca Tepeleri, Aziz Mahmud Hüdayi Hz.’leri Türbesi, Fethi Paşa Korusu, Kızkule-si, Salacak sahili, Karacaahmet Mezarlığı, Beylerbeyi Sarayı ve Camii, Beykoz Yuşa (as) Türbesi, Beşiktaş Yıldız Camii ve Sarayı, Beşiktaş’ta Yahya Efendi Türbesi, Ortaköy Camii, Dolmabahçe Camii, Fatih Camii ve Fatih Medreseleri, Fatih Sultan Mehmet Türbesi, Hırka-i Şerif Camii, Şehzadebaşı Camii, Beyazıt Camii ve Meydanı, Sahaflar, Süleymaniye Camii, Divanyolu Caddesi, Sultanahmet Camii, Ayasofya Ca-mii, Yerebatan Sarnıcı, Topkapı Sarayı ve diğer ismini saya-madığımız tüm eserleri görmek için gitmeli, camilerde namaz kılmalı, dualar etmeli, şöyle bir durup tefekkür etmeli, tarihin sesine kulak vermeli…
İstanbul’da bu şehrin hakkını vererek yaşamalı, miras yedi gibi davranmamalı, şehri madden ve manen gözümüz gibi korumalıyız. Emanete sahip çıkmalıyız. Vesselam.

Gül’e SEVDALI ŞEHİTLERDEN BİR BAŞKAN…
MİLLİ GENÇLİK VAKFI
MERHUM (ŞEHİD) GENEL BAŞKANI
ADNAN DEMİRTÜRK’den
(Şehadeti 15 Mayıs 1999

- Bizim en önde yürüyen bayrağımız sevgi ve kardeş-lik bayrağıdır.
- Lügatimizde kin, nefret, haset, düşmanlık, husumet sözcükleri olmamalıdır. Yıkmak için değil, yapmak için var olduğumuzu unutmamalıyız. Ucuz kahramanlık gösterilerine, işportaya düşmüş slogancılığa, serkeşliğe, havailiğe iltifat etmemeliyiz. Mesuliyetimizi ve sorumluluğumuzu kuşanmalı-yız. Vakti kuşanmalıyız. Yorgunluk, bıkkınlık, ümitsizlik, ka-ramsarlık, kırgınlık, küskünlük sözcüklerini bir paçavra gibi hayatımızdan söküp atmalıyız.
- Yaptıklarımızı şan, şöhret, makam ve ikbal için değil bir gün kendisine döneceğimiz Alemlerin Rabbi Yüce Allah’a yüz akıyla ve alın açıklığı ile kavuşmak için yapmalıyız…


DUA…DUA…

- Abdullah İbn-i Amr İbn-i Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua etti: “Allâhümme musarrife’l–kulûb! Sarrif kulûbenâ alâ tâatik: Ey kalpleri yönlendiren Allahım! Kalplerimizi sana itaate yönelt!”
- Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve elem şöyle buyurdu:
“Dayanılamayacak dertten, insanı helâke götürecek tâlihsizlikten, başa gelecek fenalıktan ve düşmanı sevindire-cek felâketten Allah’a sığınınız.”
- Ali radıyallahu anh şöyle dedi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
“Allâhümmehdinî ve seddidnî: Allahım! Beni doğru yo-la ilet ve o yolda başarılı kıl! de” buyurdu. (Riyazussalihin)


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46890 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol