Hoşsâda-73
HOŞSÂDA
13 Nisan 2007
25 Rebiulevvel Cuma sayı: 73


Sözün Özü

- “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişme-yin. Aksi takdirde korkuya kapılır, rüzgârınız (gücünüz-devletiniz) gider. Sabredin! Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir”. (Enfâl: 8/46)
- “Ey inananlar! Allah’a itaat edin! Rasûlullah’a ve siz-den olan idarecilere itaat edin! Bir şeyde ihtilâfa düşerseniz, Allah’a ve Ahiret günü’ne inanıyorsanız eğer onu(n hallini) Allah(ın Kitabın)a ve Rasûl(ünün Sünnetin)e götürün. Böyle yapmanız, sizin için hayırlı ve (netice itibariyle de) çok iyidir!”
(Nisâ: 4/59)
- “(Resûlüm!) Biz seni ancak Âlemlere Rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya,107)

Namaz… Namaz…

NAMAZLA GÜNAHLAR DÖKÜLÜR

- Hz Ali (ra) şöyle anlatıyor: Bir gün mescitte Hz. Pey-gamber (as)’la birlikte oturmuş namazı bekliyorduk. Bu sırada adamın birisi kalkıp, - “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben bir günah işle-dim” dedi. Hz. Peygamber (sav) ona cevap vermediler. Na-maz kılındıktan sonra adam sözlerini bir daha tekrarladı. Bu-nun üzerine Hz. Peygamber (sav):
-“Sen şimdi bizimle birlikte namaz kılmadın mı? Bu namaz için de güzel bir abdest almadın mı?’ diye sordular. Adamın; - “Evet!” demesi üzerine de;
-“İşte bu namaz, işlemiş olduğun o günahın keffaretidir” buyurdular. (Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/363.)

Hz. Peygamber’imiz (sav)’in Ölüm Döşeğinde Bulun-dukları Sırada Namazı Vasiyet Etmeleri:
- Enes b. Mâlik (ra) şöyle diyor: “Ölüm döşeğinde yatmakta olan Hz. Peygamber son nefeslerine kadar bizlere namazı ve ellerimizin altındaki kölelerimizi (iyi davranmamızı) vasiyet ettiler”.
- Hz. Ali (ra) rivayet ediyor, Hz. Peygamber aleyhisselam;
“Sizlere namazı, zekatı ve bir de ellerinizin altındaki köleleri vasiyet ediyorum” buyurdular.
- Hz. Peygamber vefatları esnasında son nefeslerine kadar namazı, zekatı ve köleleri vasiyet etmişler; “Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed de O’nun kulu ve Rasûlü’dür” kelimesini emrederek “Kim bu iki şehâdeti getirirse cehennem ateşi ona haram olur” buyurmuşlardır.
- Hz. Peygamber’in son sözleri “Namazlara dikkat ediniz. Namazlara dikkat ediniz ve köleler hususunda Al-lah’tan korkunuz!” oldu.
(Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/364.)

Birikim

SÜNNETİN ve HADİSİ
İSLAM’DA YERİ ve ÖNEMİ

1. Hadis: Hadisin terim anlamı, Hz. Peygamber'in sö-zü, fiili, ashabının yaptığını görüp de reddetmediği davranışlar (takrir) ve onun yaratılışı veya huyu ile ilgili her türlü bilgi de-mektir. Hadis, Hz. Peygamber'i dinleyen sahabîden başlaya-rak onu rivayet edenlerin adlarının yazılı olduğu sened ile Hz. Peygamber'in söz, fiil veya takrîrinin yazıldığı metin'den mey-dana gelir. Yani hadis deyince, sened ve metinden oluşan bir yazılı yapı anlaşılır.
Hadis İlmi iki ana bölüme ayrılır:
a. Rivayetü'l-Hadîs ilmi: Hz. Peygamber'in sözü, fiili, takriri, halleri ve bunların rivayet ve zabt edilişi ile alakalı bir bilim dalıdır. Hadis metinlerini ihtiva eden kitaplar, bu dala ait kaynaklardır. Bu ilim dalı "hadis naklinde hatadan uzak kalma" temeli üzerinde yapılmış çalışmaları yansıtır.
b. Dirayetü'l-hadîs ilmi: Hadis Istılahları İlmi diye anılır. Hadisin yapısını meydana getiren sened ve metni anlamaya imkan veren birtakım kaideler ilmidir. Bu kaideler yardımıyla bir hadisi kabul veya reddetmek mümkün olur. Hadis usulü ile ilgili eserler bu ilmin kaynaklarıdır.
Bu ilmin hedefi, Hz. Peygamber'in hadislerini başka sözlerle karıştırılmaktan, değiştirilmekten, bozulmaktan ve iftiraya uğramaktan ilmî yollarla korumaktır. Hz. Peygamber'e nisbet edilen sözün gerçekten ona ait olup olmadığı bu ilmin kurallarıyla anlaşılır.
Hadis ilminin gayesi, rivayetlerin sahih ve doğru olan-larını sahih ve doğru olmayanlarından ayırmaktır. Bir başka ifade ile Hz. Peygamber'in söylemediği bir sözü ona söylet-memek, yapmadığı bir işi ona yaptırmamak, yani sünneti aslî berraklığı içinde korumaktır.
Her iki dalıyla birlikte hadis ilminin gelişmesi, "Hz. Peygamber'e yalan isnad etmeme dikkati" ve "tebliğ göre-vi"nin yerine getirilmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Bu konuda ilk ve en değerli gayret, sevgili Peygamberimiz'in en hayırlı nesil olarak takdir ve takdim buyurduğu ashab-ı kiram'a aittir. Rivayetü'l-hadîs ilminin kurucuları oldukları gibi, dirayetü'l-hadîs ilminin temellerini atanlar da onlardır. Allah kendilerin-den razı olsun. Ashab, sahabî kelimesinin çoğuludur. Sahabî, müslüman olarak Hz. Peygamber'i gören ve o iman üzere ölen kimseye denir. Herhangi bir sahabî ile görüşme imkanı bulan kimseye de tabiî adı verilir…

Medeniyet

- Bizi biz yapan ve bizi Müslüman kardeşlerimizle bir-birimize bağlayan Asil Ruha güzel bir örnek:

BOSNA’DAN "CUMA HUTBESİ"

Bu metin, geçtiğimiz aylarda bir Cuma günü, Saraybosna'da Endonezyalıların yaptırdığı Fatih Camii'nde, İmam Abdulgaffar YELİÇ tarafından okunan Cuma hutbesidir.
Değerli kardeşlerim, değerli müminler; bu zilkade ayı-nın ilk cuması, bu mübarek bir ay. Çünkü bu ayda Müslüman-lar hac vazifesini bitiriyorlar. Geçen Cumayı baş imam Ferid ef. Davutovic kıldırdı, hutbeyi sundu ve benim bulunamayışı-mın sebebini bildirdi.

Seni Görmek Bir Ömre Bedel

Ben geçen Cuma’yı İstanbul'da Sultan Beyazıt Cami-i'nde kıldım. İstanbul'da yedi gün kaldım. Bugünkü hutbemde Türkiye, İstanbul ve orada gördüklerim hakkında bir şeyler söyleyeceğim.
İstanbul, Türkiye'nin en büyük şehri. Dünya’da Kahi-re'den sonra en çok Müslüman'ın bulunduğu şehir. Türkiye eski Yugoslavya'dan üç kat daha büyük. Sadece İstanbul’daki nüfus eski Yugoslavya nüfusunun tamamı kadar.
İstanbul kendi içinde bir hikaye, bir metropol, hükümet içinde hükümet. Çok geniş, çok uzun. Şartları elveren her Boşnağın görmesi gereken bir şehir. Hacca giderken İstanbul-'u ziyaret edip, bizim eski çarşılarımızın nereden, nasıl geldi-ğini görmek çok güzel.
Bugün İstanbul'da yaklaşık on beş milyon yerleşimci var ve milyonlarca turist bu şehre geliyor.

Camiler, İstanbul'un Güzelliği

Ben de her Müslüman gibi ziyaret edebildiğim kadar çok camide bulunmaya çalıştım. Camiiler İstanbul'un güzelliği, İstanbul'un adeta koruyucuları. Nereye dönerseniz donun birbirinden güzel minareleri görüyorsunuz. Hemen hemen her caminin iki, bazılarının dört, Sultan Ahmet'in ise altı minaresi var. En derin bodrumda bulunsanız bile namaz vakti geldiğin-de ezanı duymamak imkansız. İstanbul'da ezanlar başladı-ğında, damarlarda kan bile donar ki, orada Müslüman'ın na-mazı terk etmesi düşünülemez.
Bizde ise ezan sesinden dolayı isyan ediyorlar. Bazı-ları, ezan sesleri uyandırdığı için uyuyamadığını söylüyorlar. Beni çağırıp ezan seslerini alçaltmamızı söylüyorlar ve biz de ezan seslerini sürekli alçaltıyoruz. Eskiden alimler Sarajevo çevrelerine gidip Kur’an okurlarmış.
İstanbul’a ve İstanbul camilerine dönelim. Hayatımda-ki en güzel anlardan biri, küçük bir çocuk iken Begova Camii'-nin avlusuna girdiğim zamandır. Benim için o çok büyük ve görkemli bir camiydi. Ve bugün bile Begova Camii'nin kokusu-nu duyuyorum. Şimdi, İstanbul'da bulunduğumda bu duyguyu tekrar yaşadım. İstanbul'un güzellikleri tarif etmem mümkün değil, oraları görülmeli ve oralarda namaz kılmalı. Kendi ken-dime, Müslüman Türklerin nasıl dünyaya hükmettiğini sormuş-tum. Fakat, Cuma namazına gidip bir camide bin kişinin oldu-ğunu, bir safın bile eğri olmadığını, yüz metrelik safların bir ok kadar düzgün olduğunu, herkesin aynı şekilde namaz kıldığı-nı, hiç kimsenin bir an önce çıkmaya çalışmadığını görünce, bunun sebebini açıkça anladım.
İstanbul camilerinde, eskiden Müslüman Türk hüküm-darlarının ne kadar güçlü ve büyük olduğu görülüyor. Bu cami-lerde bizim de Tatar ulusuyla, Afrika göçmenleriyle, dünyanın diğer milletleriyle karışmış, birleşmiş terimiz var.
Osmanlı bir zamanlar güçlüydü ve bana öyle geliyor ki tekrar uyanıyor. Uyanış ve bilinçlenme zaman gerektirse de bu hareket başladı. Karşılaştığım Türk imamlarına dedim ki: “Bizi terk ettiniz, evet terk ettiniz. Sizden biriniz, en iyiniz beş yüz yıl önce Bosna'ya gelip sonsuza kadar orada, her şeyden önce kalplerimizde, kafalarımızda ve isimlerimizde kaldı. On-lara dedim ki: Ben bir Sarajevo camii’nde imamım, bir safta yaklaşık yetmiş kişi varsa, her safta da mutlaka en az beş Mehmet var. Bu tesadüf değildir.
Sultan Mehmet Fatih, Bosna'ya bir şahıs olarak değil, hükümet olarak gelmişti. Biz onu bir işgalci olarak değil, saa-det taşıyıcısı olarak kabul ettik. Çünkü biz er yada geç saade-ti, bereketi tanıyan ve bütün kalbimizle kabul eden bir milletiz. Bu çok eski bir şey değildir, sürekli devam etmiştir ve siz de çekilmek zorunda kaldınız.
Çünkü problemlerinizin yanında, içte ve dışta düş-manlarınız vardı. Fakat şimdi, Allah'a şükür tekrar güçlendiniz ama yanımızda yoksunuz. Şimdi Bosna'da her milletten insan var ama siz yoksunuz.”
Dikkat edin, gelip ziyaret eden, yardım eden, duygu-sal anlamda destek veren kişiler var ama devlet olarak yoklar. Bu sebeplerden dolayı, onlara bizi terk ettiklerini söyledim. Onlara bunu eleştiri olarak kabul ekmelerini ve onları bekledi-ğimizi ifade ettim. Onların bir profesörü; "Bosna Türkleri uyan-dırdı" diyor. Bosna'da savaş başladığında uyandılar ve kendi-lerini tanımaya başladılar.
Yüce Allah hep yanımızdadır! Bizim Mesa-Mehmet isimli bir yazarımız bir kitabında diyor ki: "Sel sularının, ana nehirden ayırdığı çay gibiyiz. Dünya içinde ama sınırlarda bir milletiz, herkesin vurduğu, hep suçlu, üzerinde tarih dalgaları-nın kırıldığı bir yamaç gibiyiz."
Ama neyse, önemli olan o en önemli varlığın, Yüce Allah’ın bizi yalnız bırakmamış olduğudur.


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46891 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol