Hoşsâda-67
HOŞSÂDA
2 Mart 2007
12 Safer Cuma sayı: 67

Gönül Penceresinden…

PETER'İN DEMOKRASİSİ, ALİ'NİN AŞKI

O şimdi Ülkesinin başında yönetici. Aşkla şevkle "de-mokrasi" yi savunuyor. Demokrasinin, annesi olduğunu söy-lüyor. O dünya çapında bir demokrat. Olmak zorunda, çünkü çocukluğu, yetişme tarzı ona bunu dayatıyor. Ülkesinin refahı için daha nice ülkeler işgal edebileceğini her fırsatta dile geti-riyor.

BİR TARAFTA PETER

Bir Pazar sabahı kilisede çanlar çalınırken, hastane-nin bir odasında "ınga…. Inga.." sesiyle selamladı dünyayı, Peter. Hava sisliydi ve varlığı, annesinden başka kimseyi ilgi-lendirmiyordu.
İlkokula gidene kadar kreşlerde büyüdü Peter. Arada bir evine geldiği zaman, ona sadece evin köpeği Boby arka-daşlık etti. Babasını hiç tanımadı. Zaten tanıma şansıda yok-tu, çünkü annesi bile onun kim olduğunu bilmiyordu. Annesini tanımıştı da ne olmuştu sanki? Onu da doya doya göremedi, sevemedi. Peter kollarını açıp "Anneciğim" diye koşarak bo-ğazına sarılabilecek bir annenin varlığından yoksun büyüdü. Minnacık gözlerinden akan yaşları silecek bir anne merhame-tini hiç tadamadı. Fıtratına kodlanmış "sevgi, şefkat, merha-met,… " gibi insani duygularına, çocukluğunda bir bahçe kuru-lamadı.
Peter, on altı yaşına kadar yatılı okullarda okudu. Okul ona beş duyusunu iyi tanıttı. Beş duyu konusunda duyar-lıydı. Zaman zaman arkadaşlarıyla yapmış oldukları toplantı-larda beş duyunun ötesine geçmeyi deniyor ve bu deneyim de çok hoşuna gidiyordu. Esrar içiyorlar, topluca başka şeyler de yapıyorlar ve "gençliğin tadını çıkarıyor!" lardı.
Peter üniversiteye geldiği zaman "annesi" denilen ka-dınla olan zayıf ilişkilerini de tamamen kopardı. Şimdi "büsbü-tün özgür" dü! Zaten üniversite özgür bir ortam değil miydi?
Bir kız arkadaşıyla aynı odayı paylaşmasına rağmen, iç dünyasında bir yalnızlık ve boşluk hissettiğini zaman zaman dile getirirdi.
Hele hele sokakta, markette annesinin elini tutmuş veya babasıyla güle oynaya yürüyen bir çocuk görse: içinde tanımlayamadığı bir acı, bir burkulma duyar, gözlerini çocuk-lardan kaçırır yere bakardı. Peter'e yaşamı boyunca "yavrum" diyerek onu bağrına basan bir kadın olmadı. Başını okşayıp yüzüne gülümseyecek bir babadan mahrum büyüdü. Karşı cinsine karşı hiç yüzü kızaramadı, bacakları titreyemedi, dili tutulamadı, uyuyamadığı geceler olmadı. Her şey o kadar açık ve gizemden uzaktı ki!.. Yaşamı boyunca sır kapısından içeri hiç bakamadı, heyecanlanamadı. Aşkın pınarından içip can bulmak yerine, cinselliğin denizinden susuzluğunu gidermeye çalıştı. İçtikçe susadı, susadıkça içti…
Çocukluğundan beri acımaya fırsat bulamadı. "İyilik" denen olguyla hiç karşılaşamadı. Paylaşmanın zevkini hiç tadamadı. (Her şey Alman usulüydü.) Birine yardım etmek gibi bir çabanın içine giremedi, çünkü yaşadığı toplum buna izin vermiyordu. Sigorta şirketlerine ısmarlanmıştı "merhamet ve yardım". Her şey bir kurumun güvencesindeydi; hayat bile sigortalıydı. Bankalar yaşamı hızlandırıyor, hayat baş döndü-rüyordu.
Kalorifer sıcaklığı, anne sıcaklığını bastırıyordu. Kalo-rifer sıcaklığını ölçen termometreler vardı ama anne sıcaklığı-nı ölçebilen alet yoktu. Beş duyuya hitap etmeyen, hangi ger-çek olabilirdi?
Peter; ülkesinin başında yönetici şimdi. Aşkla şevkle "demokrasi" yi savunuyor. Demokrasinin, annesi olduğunu söylüyor. O dünya çapında bir demokrat. Olmak zorunda, çünkü çocukluğu, yetişme tarzı (geleneği) ona bunu dayatıyor. Ülkesinin refahı için daha nice ülkeler işgal edebileceğini her fırsatta dile getiriyor.
Bu söylemi; iyi de bir seçim yatırımı oluyor. Seçim demokrasinin "vazgeçilmez"i değil midir? Müthiş bir insan hakları savunucusu; evinin içinde birinin burnu kanasın, dün-yayı herkesin başına geçirir. Ülkesinin başına yönetici olarak oturduğu zaman, elini İncil'e basarak, haç'ın zaferi için elinden gelen her şeyi yapacağına dair yemin etti…

DİĞER TARAFTA ALİ

Ali; besmeleyle annesinin rahmine düştü. Sabah eza-nı okunurken doğdu. Doğar doğmaz, sol kulağına kamet, sağ kulağına ezan okundu. Annesi haram lokma yemeden ve Ali'-ye yedirmeden onu büyüttü. Babası; Ali'ye "yavrum" dediği zaman, Ali'nin ağzı kulaklarına kadar geriliyordu. Kardeşleriyle ve arkadaşlarıyla elindekini paylaşmanın zevkini doya doya yaşadı.
Üniversite yıllarında bir vakıfta görev alarak, fakir ar-kadaşlarının yardımına koşuyordu, karanlıklar içinde kalan gariplere bir güneş gibi doğdu, onların dualarını aldı, onlarla birlikte ağlamanın mutluluğunu tattı. Şehvetini yenmek için az yedi, oruç tuttu.
Ali daha doğduğu zaman fıtratına bahçe bulmuştu. Bu bahçede büyümüş, serpilmişti; insanlarla tanışmış, evrenle bütünleşmişti. İnsanlara yardım etmek, düşeni kaldırmak, ağlayanın gözyaşını silmek, "komşusu açken tok yatmamak", insanlarla bütünleşmek zaten onun inancının, hayat algısının gereğiydi.
Bir insanı öldürmektense, bin kere ölmeyi hayat felse-fesi olarak benimsemişti. "Hakk" dendiği zaman uykuları kaçı-yordu. İnsanı yaratılmışların en üstünü olarak görüyordu.
"Demokrasi" sözünden Ali pek bir şey anlamıyordu. "Demokrasi" dendiği zaman nedense Irak, Afganistan, Filistin aklına geliyor, zihninde petrol boruları, ardı ardınca alevleni-yordu. "Demokrat" denilince de önce Peter gözünün önüne geliyor, sonra da post modern saraylarda, gökdelenlerde, plazalarda yaşayan insanları hatırlıyordu. Demokrasiyi duy-dukça Ali, elini boğazına götürür, ümüğüne parmak ucunu bastırır, boğulur gibi olur, boğazından hırıltılar çıkarır ve "Diri-lişi olmayan bir ölüm ne kötüdür" derdi.
Ali'de ülkesinin idarecisi olma yolunda. O, vatanı, in-sanların fıtratlarına uygun olarak kurulan bir bahçe olarak düşünüyor. Halkı da "Hakk'ın" tecellisinin yansıdığı yer olarak biliyor. Onun dünyasında: "Gül alırlar, gül satarlar/ Çarşı paza-rı güldür, gül". Onun dünyasında Medine var, Hiroşima yok. Kudüs var, Washington yok. İstanbul var, Paris yok.
Peter, Firavun sarayında; Ali hayat Mısır'ının zinda-nında. Peter kral; Ali, Yusuf suretinde… Peter demokrat; Ali mü'min. Peter'in demokrasisi var; Ali'nin aşkı. Peter uygar; Ali, medeni…
Hayat emanettir, onu sahibine sağlam teslim etme-yenler "hain"dir. Hayatı aşkla sulamayanlar, yaşama susuz kalmışlardır. Peter'in demokrasisi, Ali'nin aşkını şimdilik anla-ma şansına sahip değil. Yazık!...
D. Ali TAŞÇI, Beyan Dergisi


Bir Tatlı Huzur…

AZRAİL'İN GÜZELLİĞİ

Onk. Dr. (merhum) Haluk Nurbaki'den yaşanmış bir hatıra
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağ-men, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap-'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gereki-yordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve ben-den habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap, bacak kemiklerindeki me-tastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğer-deki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kul-lanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza ya-pıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:
--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum. --"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak: --"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı iste-diğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."
Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyu-yorum" manasında başını salladı.
Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru so-ruyordu.Vefatına bir hafta kala:
--"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"
--"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter." O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek: --"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sa-bahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?. İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada ben-den istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim. Ertesi gün O'na: --"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin. Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu: --"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"
--"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir." Salı günü Se-rap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefa-tına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:
-Serap, Bir Saat Kadar Önce Oksijen Cihazını Attı Ve "Yataktan Kalkması İmkansız" Denmesine Rağmen Kalkarak Abdest Aldı, İki Rekat Namaz Kıldı. Bütün Ev Halkı Hayretten Donup Kaldık.
Ve Kelime-İ Şehadet Getirerek Vefat Etmeden Biraz Önce De: -"Doktor Bey'e Söyleyin, Dedi. Azrail, O'nun Söyle-diğinden De Güzelmiş!...


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46885 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol