Hoşsâda-63
HOŞSÂDA
02 Şubat 2007……sayı: 63

GERÇEK MÜ’MİNİN ÖZELLİKLERİ

Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki: “Sizden birinizin arzusu, benim getirdiğime -Kur’ana uygun- olmadıkça, gerçek mü’min olamaz”. (Nevevi, Erbain)

İman

İman; kesin olarak inanmak, boyun eğmek ve teslim olmaktır. İman; Yüce Allah”ın, “inan” dediklerine O’nun istediği ve emrettiği şekilde inanmaktır. “İşte onlar gerçek mü’minlerdir”, [Enfal 4,74] şeklinde bazı ayet-i kerimelerde bazı özelliklerine işaret edilen Gerçek Mü’min konusu, hadis-i şerif-lerde de önemle vurgulanan, üzerinde durulması gerekli bir konudur.
Her mü’min, gerçekten Allah’ın rızasına ermiş, Rasûlü’nün “Ümmetim!..” hitabına layık bir “Gerçek Mü’min” olmayı arzu eder. Ancak bu ideal arzunun gerçekleştirilebil-mesi için bazı noktaların üzerinde önemle durulması ve bu yönde samimî ve ihlaslı bir çaba harcanması gerekir.
İmanının gereğini yaşayabilmek ve Allah ve Rasûlü’nün emrettiği şekilde Gerçek Mü’min olabilmek için Kur’an ve Sünnette tavsiye edilen pek çok husus bulunmakta-dır. Bu makalede Gerçek Mü’minin özelliklerinden sadece bir kısmına temas edeceğiz...


1. Arzu ve isteklerin Kur’an’a uygunluğu:

İman, kabul edip boyun eğmeyi, bağlılık ve teslimiyeti gerektirir. İman yeniden yapılanmayı, yeniden varolmayı ge-rektirir. İman, yeni bir kimlik ve kişilik kazanmadır. İman kişinin uğrunda canını verebileceği ulvî bir ideale candan bağlanma anlamındadır.
İman, manevî ve kalbî bir sözleşmedir. İman, sözleş-melerin en değerlisidir. Kelime-i Şehadet bu sözleşmenin im-zasıdır. Kelime-i Şehadetle altına imza atılan bu sözleşmenin gayet tabiî yerine getirilmesi gerekli bazı şartları ve gerekleri vardır. Sözünde veya sözleşmesinde sadık olmayan işadamı, dürüst ticaret adamı kabul edilmediği gibi; sadece iman ettim demekle kalıp bunu uygulamada hayata yansıtmayan kişi de gerçek anlamıyla mü’min kabul edilmeyecektir.
Gerçek mü’min olabilmek için, hayat Kurân çerçeve-siyle çizilmeli, arzu ve istekler, dilek ve temenniler Kur’ana uygun olmalıdır. Kur’anın belirlediği manevî ilke ve prensipler çerçevesinde hareket edilmelidir. Kur’anın onaylamadığı ve asla onaylamayacağı süflî gaye ve hedefler mü’minin gaye ve hedefi olmamalıdır.
Peygamberimiz bu hususu şu hadis-i şerifiyle açıkla-maktadır: “SİZDEN BİRİNİZİN ARZUSU, BENİM GETİRDİ-ĞİME -KUR’ANA- UYGUN OLMADIKÇA, GERÇEK MÜ’MİN OLAMAZ”.
Kurân odaklı, Kur’an merkezli, Kur’an eksenli bir ha-yatı benimseyen mü’min; “Allah’ın Kulu” olduğu şuurunu taşı-yan ve hayatını bu şuurla aydınlatan kişidir. Mü’minin hayat anlayışı, Kur’anın öngördüğü hayat anlayışıdır. Onun ahlakı, Kur’an ahlakıdır, Onun ölçüleri Kur’an ölçüleridir.
Kur’anın iman, ibadet ve ahlak esasları baştacı edildi-ği gibi, Allah Yolunda Cihad ve Hakkı Tavsiye, emr bil-ma’ruf ve nehy anil-münker emirleri de aynı şekilde baştacı edilmeli-dir. Zikir, dua, istiğfar, ihlas, takva ve nafile ibadetler gibi gü-zellikleri yaşama yanında zalime karşı elimiz, dilimiz veya gönlümüzle tepkide bulunma ve mazluma destek olma, din kardeşimize yardımcı olma görevleri de ihmal edilmemelidir.
Kısaca, Kur’an emirleri arasında ayırım yapılmamalı, Kur’an imanî, ahlakî, hukukî, iktisadî, ictimaî.. v.s her yönüyle bir bütün olarak yaşanmalı ve gönülden uygulanmalıdır. Kur’anın bütün olarak kabulü düşüncesi, imanımızın gereğidir. Zira biz, mü’minler Kur’anın bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetme hakkına sahip değiliz. Biz, Kur’anın tamamına inanmakla yükümlüyüz. Kur’an şöyle buyuruyor:
“SİZ - MÜ’MİNLER- KİTABIN TAMAMINA İNANIRSI-NIZ”. [Al-i İmran 119]

2. Allah Rasûlü’nü candan çok sevme:

Hz. Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi vesellem-in Allah’ın seçkin kulu ve son elçisi olduğuna inanmak, Kelime-i Şehadetin ikinci yarısıdır, imanımızın temel şartlarındandır. Allah Rasûlü’nü sevme, imanımızın gereğidir. O’nu evladımız-dan, anne ve babamızdan hatta bütün insanlardan daha fazla sevmek zorundayız.
“SİZDEN BİRİNİZ, BENİ -ALLAH RASÛLÜ’NÜ- KEN-Dİ EVLÂDINDAN, ANNE VE BABASINDAN VE BÜTÜN İN-SANLARDAN DAHA ÇOK SEVMEDİKÇE, GERÇEK MÜ’MİN OLAMAZ”. [Buhari, Müslim, İman]
Ümmetini sonsuz bir sevgi ile bağrına basan, ümmeti için yaşayan, Allah’ın Dinini ümmetine en güzel şekilde anla-tan Efendimiz (s.a.v)’in bu sevgisine sevgiyle karşılık vermeli, onu kendimize en güzel rehber ve ideal örnek olarak kabul etmeliyiz.
Kur’anı hayatında en müstesna şekilde uygulayan, hayatıyla Kur’anı yorumlayan Allah Rasûlü’ne bağlılık Kur’anın emridir. O’na itaat, Allahâ itaattir, O’na isyan etme Allah’a isyan etme demektir. O’nun sözleri ve tavırları hatta sükûtu bile bizim için izlenmesi ve uyulması gerekli birer Sünnet’tir.
…Peygamberimiz (s.a.v)’e olan sevginin işareti olmak üzere, O’nun mübarek ismi anıldığında Salat ü Selâm veya Salevat-ı Şerif’e getirmemiz emredilmiş, Allah’ın Sevgilisi’nin ismi daima sevgiyle ve coşkuyla anılmıştır.
O’an olan sevgimiz, Ona itaat etme, O’nun Sünnetine bağlılık, O’nu aile hayatımızda, eğitim hayatımızda, günlük hayatımızda manevî rehber kabul etme, O’nun müstesna ha-yatını kendimize örnek edinme şeklinde hayatımıza yansıma-lıdır.

3. Ahlakî Güzellik:

Ulvî İslâm Dâvâsı’nın temsilcisi olan mü’min, dâvâsını en güzel şekilde temsil eden, çevresine en güzel örnek olan, ahlakî en güzel olan insandır. Güzel ahlak tebliğden önce gerçekleştirilmesi gerekli merhaledir. İman, güzel ahlak sahibi olmayı gerektirir. Güzel ahlak, imanın alametidir.
“MÜ’MİNLERİN İMAN YÖNÜNDEN EN KÂMİL OLA-NI, AHLÂKI EN GÜZEL OLANIDIR”. [Tirmizi]
Bu ahlakî güzelliğe erişebilmek için ilk uygulama, mü’minin kendisi için istediklerini mü’min kardeşi için de iste-mesidir. Bunun anlamı her türlü kıskançlık ve nefreti, kin ve intikam duygularını terk etmektir.
“SİZDEN BİRİNİZ, KENDİSİ İÇİN ARZU ETTİĞİ BİR ŞEYİ DİN KARDEŞİ İÇİN ARZU ETMEDİKÇE, GERÇEK MÜ’MİN OLAMAZ”. [Buhari]
Gerçek Mü’min, ahlakı son derece güzel olan mü’mindir. Ahlakî problemler yaşayan insan, ahlakı henüz güzelleşmemiş kişi, imanının sesini pek duymamış demektir. Tevazu, merhamet, iffet, adalet, müsamaha, fedakârlık, fera-gat, cömertlik, ikramseverlik, ziyaretleşme, hediyeleşme gibi ahlakî görevleri yerine getirmemiz, ahlakımızı güzelleştirmeye çalışmamız bizim gerçek mü’min olmamızı sağlayacaktır.
Ahlakımızın güzelleşmesi için daima salih, mübarek, hayırlı, faziletli kişilerle beraber olmamız ve her konuda oldu-ğu gibi bu konuda da Cenab-ı Hakka samimiyetle yakarışta bulunmamız gerekir. “Allahım!.. Beni güzel yarattığın gibi, ahlakımı da güzelleştir”, duası bu konuda -özellikle aynaya bakarken- okunması tavsiye edilen dualardandır.

4. İman Kardeşliği:

İman ve sevgi toplumunu kurmak ve yaşatmakla yü-kümlü olan mü’min, iman kardeşliğini gerçekleştirmek için gerekli bütün özellikleri taşır. “Mü’min mü’minin kardeşidir.”
İmanı bir binaya benzeten Allah Rasûlü binanın tuğla-larının birbirine destek vermesi gibi mü’minlerin birbirlerine her yönden destek ve yardımcı olmalarını emrediyor. “MÜ’MİN, MÜ’MİN KARDEŞİ İÇİN BİRBİRİNE DESTEK VEREN BİR BİNANIN TUĞLALARI GİBİDİR”. [Buhari ve Müslim) Peygambe-rimiz (s.a.v) bu hadis-i şerifi söylerken mübarek ellerini birbiri-ne geçirerek mü’minlerin tek yumruk, yekvücut, tek vücut ol-maları gereğine işaret ediyor.
Bir başka hadis-i şerifte ise vücut organları arasındaki organik bağ gibi mü’minler arasında da sıkı organik bir bağ bulunması gerektiğine işaret etmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Müminler birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet etme ve birbirlerine şefkat gösterme konusunda bir vücut gibidir. Vü-cudun bir organı rahatsız olsa, diğer organlar uykusuzluk ve hararette ona ortak olurlar”. [Buhari ve Müslim]
Şu kelimelere dikkat edin: Sevgi… Merhamet.. Şef-kat.. Bunlar hiç eskimeyen, eskimeyecek olan evrensel değer-lerdir. Bunlar İslâm toplumunun manevî harcıdır. Bu sırlı, bu büyülü kavramlar sayesinde ailede huzur yaşanır. Bu manevî değerlerle toplumun dirlik ve düzeni devam eder. Bu değerler-le iman arasında bağ kuran Efendimiz (sav), imanın sadece kuru bir iddia ve yararsız bir temenniden ibaret olmadığını, imanın hayata anlam katan canlı bir unsur olduğunu göster-mektedir.
Gerçek mü’min; seven, sevilen, çevresiyle sıcak ilişki-ler kuran, geçim ehli, uyumlu ve ılımlı kişidir. “Gerçek Mü’min başkalarına ülfet eden (sıcak davranan), kendisine ülfet edilen kişidir. Başkalarına ülfet etmeyen ve kendisine ülfet edilmeyen kişi de hayır yoktur.” [Ahmet b. Hanbel]
Dünyanın değişik bölgelerinde acı ve ıstırap çeken kardeşlerimizin sesini duymamız imanımızın gereği değil mi? Biz lüks ve refah içinde yaşarken yanı başımızda yaşayan yoksul komşumuz, işsiz arkadaşımız hatta yardıma muhtaç yakınlarımızla ilgilenme sorumluluğumuz yok mu?
Ne dersiniz? “Gerçek Mü’min” özelliklerini ne derece taşıyabiliyoruz? Gerçek Mü’min olma yolunda dikkate değer ciddî bir çabamız var mı? Günlük olaylar karşısında imanımı-zın sesini ne kadar duyabiliyoruz? Acaba içinde yaşadığımız toplum bizim imanımıza menfî yönden ne kadar tesir ediyor? İmanımızı yaşaya biliyor muyuz? Toplum içindeki şerre ve kötülüklere doğru giden değişim bizi ne kadar etkiliyor? Hayra ve iyiliklere yöneliş ve hayır yoluna doğru değişim noktasında neler yapabiliyoruz?
Gerçek Mü’min olma hepimizin en önemli hedefi oldu-ğuna göre; bu noktada kendimizi muhasebe etmemiz ve sor-gulamamız gerekir. Bu ifadelerle kesinlikle birilerini suçlama ve itham etme gibi bir düşüncemiz yoktur. Hepimiz bu noktada aynı konumdayız. Gerçek Mü’min olma noktasında biraz çaba harcamaya vesile olabilirsek ne mutlu!..
Dr. Halil İbrahim KUTLAY, Yeni Dünya Dergisi


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46879 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol