Hoşsâda-62
HOŞSÂDA
26 Ocak 2007……sayı: 62


HİCRET’TEN BİZE ve BUGÜNE
DERSLER VE ÖĞÜTLER

HİCRET; Sevgili Peygamberimiz (sav) ve sadık-fedakar insan Hz. Ebubekir (r.a.)’ın ve de diğer sahabilerin (r.anhum) 622 yılında Mekke’den Medine’ye yaptığı yürüyüş-tür. …Müşriklerin, Rasulullah (sav) ve müslümanları yok etme planlarını yürürlüğe koyduğu günlerde Allah (cc) kendi planını yürütüyor ve Rasulullah’a hicret izni veriyordu. “Ve şöyle de: Rabbim, beni sıdk ve ihlas ile (Medine’ye) girdir. Yine sıdk ve ihlas ile (Mekke’den) çıkar ve tarafından bana hakkıyla yardım edici bir kuvvet (güç, otorite, devlet, hakimiyet, hükümet, ikti-dar) ver. Yine de ki: HAK GELDİ, BATIL YIKILIP GİTTİ. ZA-TEN BATIL YIKILMAYA MAHKUMDUR.” (İsra 80,81)…

Büyük İmtihan…Canlarını, mallarını değil
imanlarını kurtarmak için Hicret…

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabının Mekke'deki im-tihan şekli; işkence, eziyet ve istihza (alay)’dır. Hz. Peygam-ber (s.a.v.) ashabına hicret için izin verince, bu sefer onların imtihanları vatanlarını ve mallarını, evlerini ve evle¬rinde bu-lunan kıymetli eşyalarını bırakıp gitme şekline dönüştü.
Onlar birinci ve ikinci imtihan karşısında, Rablerine karşı sa¬mimi, dinlerine karşı vefakâr idiler. Onlar da her türlü sıkıntı ve meşakkatleri sarsılmaz bir sabır ve kararlılıkla karşıla¬dılar…Ama buna karşılık, ken¬dilerine yardımda bu-lunmak ve kucak açmak için Medine'de bekle¬yen yeni kar-deşler (Ensar) kazandılar.
Dininde Allah için samimi olan bir Müslümana, en güzel örnek budur: İnancının selâmeti uğrunda; ne mala mülke, ne de vatana aldırış etmez…Yüce Allahımız buyuru-yor:
“İnanıp hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte onlar ger-çekten inanmış olanlardır. Onlara mağfiret ve cömertçe ve-rilmiş rızıklar vardır.” (Enfal 8/74)
Hicret olmadan Medine, Medine olmadan da hicret mümkün değildir. Hicret; her şeyin bittiğini zannettiğin anda “yeniden diriliş”tir…Artık yol görünmüş, hedef belirlenmişti. Yolun rehberi ve lideri olan Efendimiz (sav) yürümeliy-di…Arkasına bakmadan, mümince bir duruşla ve tam bir tes-limiyetle yürüyordu… Çünkü, MEDENİYETLER ANCAK YÜ-RÜMEKLE İNŞA EDİLEBİLİRDİ. YATANLAR MEDENİYETİ TÜKETİR, YÜRÜYENLER-YOLDA OLANLAR İSE MEDENİ-YET MİRASINI BÜYÜTÜR. Şartlar günün birinde aleyhinize gibi görünebilir. İşte o zaman Kabe’sinden ayrılmak zorunda kalan Sevgili Peygamberimiz’i hatırlayın ve en olumsuz şart-larda bile mümince duruşunuzu bozmayın, umudunuzu yitir-meyin zira şayet sen Allah yolunda isen, “ALLAH BİZİMLE”. Her şart ve durumda yürüyenlere selam olsun!

Peygamberlerin Ortak Aksiyonu; Hicret

Sevgili Peygamberimiz ve ashabı hicret ettiği gibi Hz. İbrahim, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Lut ve Hz. Musa (aleyhisselam) da hicret etmişlerdir. Hicret; Peygamberlerin (as) müşterek kaderi ve aksiyonu olmasıyla da dikkat çekici-dir. Hatırlarsak, Hz. Peygamber ilk vahyin dehşetini biraz atlattıktan sonra hanımı Hz. Hatice Annemiz’in tavsiyesiyle fikrini almaya gittiği Varaka b. Nevfel’den “Sana gelen Mu-sa’ya gelen, İsa’ya gelen Namus-u Ekber (Cebrail)’dir. Kav-min seni Mekke’den dışarı çıkmaya mecbur ettiği gün, sağ olursam sana yardımcı olurum” sözlerini işitmişti. Varaka bu durumun “geçmiş peygamberlerin başına da geldiğini” haber vermişti. (İbn Hişam) Dünya hayatının anlamını kavrayan bü-tün müminler ya hicret etmişler ya da hicrete hazır yaşamış-lardır.

Muhacir / Ensar

Muhacir (Hicret eden): Allah’a (cc) kulluk yapması engellendiği için toprağından, yarinden, Mekke’den, Ka’beden, sevilen ve özlenen ne varsa ondan İmanları uğ-runa her şeyden geçip-feragat edip gidenler.
Ensar: Allah’a kaçanları, Allah adına bağırlarına basanlar. Kardeşliğin, fedakarlığın Kur’an’la övülen eşsiz örneklerini tarihe yazıp gidenler…

Medineli Müslümanların (Ensar’ın)
Samimiyeti ve Kardeşliği

Medineli Müslümanlar iki-üç devam eden Akabe görüşmeleri-bey’atlarıyla ‘ensar’ olmuşlardı. Akabe görüş-melerinde Rasulullah’a şu sözü vermişlerdi:
“Refahta ve sıkıntıda, sevinçte ve üzüntüde Seni dinleyeceğiz ve Sana itaat edeceğiz. Seni kendi nefsimiz-den üstün tutacağız. Emir ve kumanda hangimizde olursa, ona muhalefet etmeyip itaat edeceğiz. Allah yolunda kim-senin ayıplamasından korkmayacağız. Allah’a asla şirk koşmayacağız.
Hırsızlık yapmayacağız. Zina etmeyeceğiz. Çocuk-larımızı öldürmeyeceğiz.
İftirada bulunmayacağız. Hz. Peygamber’e karşı gelmeyeceğiz.” (M. Hamidullah, İslam Peygamberi)
Gerçekte her bir mümin bu sözü, Allah’a ve Rasulü’ne veren insandır. Sözünde duranlara ne mutlu !..
Yüce Allah, onları şu ayetiyle övüyor: “Daha önce-den Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştir-miş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri sever-ler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir rahatsızlık his-setmezler. KENDİLERİ ZARURET İÇİNDE BULUNSALAR BİLE ONLARI KENDİLERİNDEN ÖNDE TUTARLAR (ON-LARI TERCİH EDERLER). NEFSİNİN CİMRİLİĞİNDEN KORUNABİLMİŞ KİMSELER, İŞTE ONLAR SAADETE ERENLERDİR.” (Haşr 59/9)
İşte, yanlarına hicret eden mü'minleri evlerinde ba-rındıran, onlara ellerinden gelen her türlü yardımı yapan Medine halkı yani Ensar; onlar da Allah için sevmenin ve İslâm kardeşliğinin en güzel örne¬ğini sergilediler.
Herkes bilir ki, Azîz ve Celil olan Allah, din kardeş-liğini soy kardeşliğinden daha güçlü kıldı. Bundan dolayıdır ki, İslâm'ın ilk yıllarında miras hukuku, din kardeşliği esası-na ve din için hicret etme kurallarına dayanmaktaydı. Ak-rabalık bağına dayalı miras hukuku, Medine müslümanlar için güçlü bir yurt (Dâr-ı îslâm) olduktan ve İslâm da orada tekâ¬mül ettikten sonra, ancak son şeklini aldı. (Enfal Suresi, 72. ayet)

Müslümanlar tek bir Ümmet’tir ve birbirlerine
daima yardım ederler.

…MÜSLÜMANLARIN HER NE KADAR YURTLA-RI VE ÜLKELERİ AYRI OLSA BİLE, MÜMKÜN OLDUĞU SÜRECE, DİĞER MÜSLÜMANLARA YARDIM ETMELE-RݬNİN FARZ’DIR. Mezhep imamları ve âlimler; Müslüman-ların yeryüzünde her¬hangi bir yerde Müslüman kardeşle-rinden mazlumlara, tutsaklara ve¬ya ezilenlere yardım et-meye muktedir oldukları vakit, yardım etmi¬yorlarsa, şüphe-siz ki büyük bir günaha girmiş olurlar, diye icma et¬mişlerdir. (Çünkü Müslümanlar, tek bir Ümmet’tir.)
…Bu gibi ilâhî emirleri tatbik etmenin, her asırda Müslümanların başarıya ulaşmalarının temel şartı oldu-ğunda şüphe yoktur. Nite¬kim BUGÜN MÜSLÜMANLARIN GÖRDÜĞÜMÜZ ŞU GÜÇLÜKLERİ, PERİŞANLIKLA¬RI, DÜŞMANLARINCA HER TARAFTAN KUŞATILMIŞ OL-MALARI İLÂHÎ EMİRLERİ İHMÂL EDİP ONLARIN AKSİNE HAREKET ETMELERİNE DAYANMAKTADIR...

Herşey İslam için feda edilebilir…

…Allah Celle Celalühû, akide ve dinin kudsiyetini her şeyin üstünde kılmıştır. Akide ve dinin pren¬sipleri yok olma tehlikesiyle karşılaşınca; malın, mevkinin, yerin ve yurdun hiçbir kıymeti kalmaz. Bunun için Allah-ü Teâla kul-larına, akide ve İslâm uğrunda -gerekliği zaman- bütün bunları feda et¬melerini, farz kılmıştır.
Allah'ın evrendeki kanu¬nu, gerçek din ve düzgün akidede kendini gösteren mânevi kuvvet¬lerin, maddi ka-zançları ve güçleri korumasını gerekli kılar. BİR ÜM¬MET (MÜSLÜMAN TOPLUM), AHLAKİ YÖNDEN NE KADAR ZENGİN, HAKİKİ DİNE DE NE KADAR BAЬLI OLURSA; O ÜMMETİN, VATANDA, İMANDA VE ŞEREFTE KENDİ-Nİ GÖSTEREN MADDÎ GÜCÜ DAHA SAĞLAM, DAHA ÇOK ÖMÜRLÜ VE HER YÖNDEN DAHA GÜǬLÜ OLUR. Yok eğer bir ümmet, ahlâki yönden yoksul, inanç yönün¬den şaşkın ve sarsıntılı olursa; yukarıda saydığımız şey-lerde kendini gösteren, maddi gücü çabuk çöküntüye ve zevâle doğru yaklaşır. Tarih buna en büyük şahittir.
Cenâb-ı Hak, gerektiği zaman, din ve inanç uğrun-da malı mülkü feda etme prensibini farz kıldı. Müslümanlar, bu prensipten do¬layı malı, canı ve vatanı kendilerine sak-larlar. Gerektiği ilk anda da onları terkederler.
HİCRET; ZAHİRE GÖRE, VATANI TERK VE Yİ-TİRME ŞEKLİNDE OLSA DA, İŞİN HAKİKATINDA VATA-NIN KORUNMASI VE GARANTİ ALTINA ALIN¬MASI DE-MEKTİ. BİR ŞEYİN KORUNMASI ŞEKLİNDE ORTAYA ÇIKAN NİCE DU¬RUMLAR VARDIR Kİ, ONU TERKETME VE ONDAN VAZGEÇME ŞEKLİNDE KENDݬNİ GÖSTE-RİR.
- İman ve Sabrın nasıl iç içe iki kavram olduğu hicretle bir kez daha anlaşılmıştır. Mekke’yi binbir eza ve cefa ile terk eden Bilal (ra) ile Mekke’nin fethiyle Kabe’nin üzerinde ezan okuyan Bilal (ra) aynı Bilal’dir. İmanın ve sabrın yoğurduğu Bilal.

Yol arkadaşı Hz. Ebubekir (radıyallahu anh) ve
Hz. Ali’nin fedakarlığı

Resûlullah (sav) bu Kutlu Yolculuk’ta kendisine ar-kadaş olması için sahâbe-i kiram’¬dan (r.anhum) bir başka-sını değil de, Hz. EbûBekir'i (ra) seçmiş ve beklemesini is-temiştir…Hakikaten Hz. EbuBekir (ra) sadık, hem de Resûlullah’ın şahsında İslam uğrunda sahip olduğu şeyle-rin hepsini ve canını feda eden bir arkadaş örneğiydi. Biz O’nun mağaraya önce girme hususunda nasıl ısrar ettiğini görmüştük. Çünkü O, mağaranın içinde yırtıcı hayvan veya yılan ya da insana zararlı yaratık bulduğu takdirde, kendi-sini Resûlullah için feda etsin, diye bunu yapmıştı. Yine O (ra), bu uzun ve yorucu yolculukta, Resûlullah'a hizmet uğ-runda malını, oğlunu, kızını, kölesini ve koyunlarının çoba-nını seferber etmişti.
Hz. Ali radıyallahu anh’ın emanetleri sahiplerine bırakmak için Efendimiz’in yatağında cesurca yatması bü-yük ve örnek bir teslimiyet ve fedakarlık örneğidir, görebi-len gözlere.
DAVALAR ANCAK, FEDAKAR MENSUPLARININ OMUZLARINDA YÜKSELEBİLİR. Yemin ederim ki, Allah'a ve Resulü’ne İman etmiş her Müslümanın böyle olması ge-rekir. Bunun için Allah'ın elçisi şöyle buyuruyor: “SİZDEN HİÇBİRİNİZ, BENİ, ÇOCUĞUNDAN, ANA-BABASINDAN VE BÜTÜN İNSANLARDAN DAHA ÇOK SEVMEDİKÇE İMAN ETMİŞ OLMAZ.” (Buhari ve Müslim)

“Tedbirini al ve hemen Allah’a güven…”

Hicret; ince bir hesap, detaylı bir plan ve üzerinde iyi çalışılmış bir projedir. Resûlullah (s.a.v.) hicret yolculu-ğu esnasında, beşer aklının gösterdiği maddi yolların ve sebeblerin hepsini kullandı, hiçbirini terketmedi. Bunun için Hz. Ali'yi (ra) kendi yatağında yatması ve onun elbisesini giymesi için geri bıraktı. Ayrıca düşmanların tahmin bile edemedikleri dağ yollarında kendisine kılavuzluk etmesi için iyice güvendikten son¬ra, müşriklerden birinin yardımı-na başvurdu. Akla gelebilen mad¬di tedbirleri hazırlayıncaya kadar mağarada gizlenip üç gün bek¬ledi. Bütün bunları, şunu açıklamak için yaptı: Allah'a güvenmek, ilâhi hikmetin olmasını murad ettiği şeye maddi vasıtaları sebeb olarak kullanmaya aykırı değildir. Tedbirini alacak ve daima Rab-bimiz’e tevekkül edeceksin.
Resûlullah'ın cesareti insanlık tarihinde görülme-miş bir cesaretti.. Sevr Mağarası’ndayken müşrikler¬den biri eğilip bakacak olsaydı, onları oracıkta görürdü. Bu sırada Hz. Ebû Bekir'in kalbini korku bürümüştü. Bunun üzerine Resûlul¬lah: “-YÂ EBÂ BEKİR! İKİ KİŞİNİN ÜÇÜNCÜSÜ ALLAH OLURSA, SEN SONUCUN NE OLACAĞINI ZAN-NEDİYORSUN? YAKALANACAĞIMIZI MI SANIYORSUN!” buyurarak, dünyaya meydan okudu…

Müşriklerin emanetleri Peygamberimiz’de…

Yanında bulunan emanetleri sahiplerine vermek için Hz. Ali'nin, Resûlullah' (s.a.v.)'dan geri kalmasında, müşriklerin düştük¬leri acâip tenakuza açıkça işaret vardır. Müşrikler Hz. Peygamber'i yalanladıkları, O’nu bir büyücü veya hilebaz ola¬rak gördükleri halde, etraflarında doğruluk ve güven bakımından O’ndan daha iyisini bulamıyorlardı. Rasulullah’a “MUHAMMED’ÜL EMİN-GÜVENİLİR MU-HAMMED” (sav) diyorlardı. Bunun için de kıymetli mal-la¬rını, saklanması gereken eşyalarını yalnızca O’nun yanı-na bırakıyorlardı. Bu durum da gösteriyor ki, onların inkâr-ları, Resululllah'ın doğruluğundaki kuşkuları sebebiyle değil de, ancak kibirlerinden, Rasûlullah'ın getirdiği Hakkı boğmak istemelerinden, kendi baş¬kanlık ve hü-kümranlıklarının ellerinden çıkacağı korkusundan do¬layı idi.

İslam Davası ve Gençler…

Küçük yaşına rağmen Hz. EbûBekir (r.a.)'in oğlu Abdullah'ın haberleri topla¬yıp, Rasûlullah'a ve babasına naklederek, Mekke ile mağara ara¬sında gidip gelirken sarfettiği gayrette, kız kardeşi Esma (r.a.)'nın (ki o zaman hamileydi, hicrette Kuba’ya ulaşınca doğum yaptı, hicretin bu ilk çocuğunun adı Abdullah ibn Zübeyr idi.) bu yolculuk için gerekli şeylerin hazırlanmasına katkıda bulunma¬sında ve yiyecekle bineği hazırlamada gösterdiği gayrette, Müs¬lüman gençlerin -erkek ve kadın olarak- Allah yolunda İs-lam pren¬siplerini gerçekleştirme ve İslâm toplumunu kur-ma uğrunda nasıl olmaları gerektiğini görüyoruz.
BİR MÜSLÜMANIN NEFSİNE HÂKİM OLARAK KENDİSİNİ İBÂDETE VERMESİ YETERLİ DEĞİLDİR. Bİ-LÂKİS, İSLÂM UĞRUNDA ÇALIŞARAK, HER YÖNÜYLE, TÜM GAYRETİNİ VE GÜCÜNÜ SARFETMESİ, ÜZE¬RİNE VÂCİBDİR. Her zaman ve her asırda İslâm'ın ve Müslü-manların hayatında, herkesin rolü bu olmalıdır.
Resülullah (s.u.v.)'ın da'vetinin ilk yıllarında yaptığı cihadda, etrafında bulunan kişiler gözönüne getirildiği za-man, büyük çoğun¬luğunun henüz delikanlılık çağını geç-memiş gençlerden olduğu gö¬rülecektir... Bu gençler, İslam toplumunun kurulması ve İslâm'ın za¬fere ulaşması için tüm güç ve takatlarını seferber etmede ellerin¬den geleni esir-gemediler.
Genç erkeklerimiz ve genç kızlarımız için örnek mi aranıyor, işte İslam’ın sayısız örneklerinden ikisi… Yavru-larımızı İslam terbiyesiyle yetiştirme noktasında gayret et-mek zorundayız.
-Sürâka’nın Resûlullah'a yetiştiği sırada kendisinin ve atının başına gelenlere gelince; Onların Yüce Allah’ın izniyle Resûlulluh'â ait büyük bir mu¬cize olduğunu be-lirtmek gerekir. (Buharı ve Müslim)

Gözleri var ama göremezler…

Rasûlullah'ın hicret olayındaki hârika ve muci-zelerin en barizlerinden biri de; müşrikler evinin etrafını kuşatmış, kendisini öldürmek üzere gözetliyorlarken; O’nun evinden çıkıp gitmesi¬dir. Müşriklerin tümünün gözle-rini uyku kapatmıştı da onlardan hiç¬biri, Resûlullah'ın çıkıp gidişinin farkına varamamıştı. Rasül-i Ek¬rem, Yüce Al-lah'ın: “BİZ, HEM ÖNLERİNDEN BİR SED, HEM ARKA-LARINDAN BİR SED ÇEKTİK. BÖYLECE ONLARI SARI-VERDİK. ARTIK GÖRMEZLER.” (Yasin, 9) âyetini okuyarak çıkıp gittiği zaman, müşriklerin başına saçtığı topraktan gözlerinin dolması, Rasulullah’ın kendi hayatı üzerine ver-dikleri kararla alay et¬mesi demekti...
Toprağı atan Peygamberimiz (sav), etkisini yara-tan Rabbimiz’di. Müşrikler üzerine toprak atma hadisesi Bedr Muharebesi’nde de tekrarlanacaktı. (Enfal 8/17)

İslam İktidarı’nın müjdesi…
İlk Cuma Namazı ve Hutbe…

Rasulullah (sav)’ın, Medine yakınlarında Ranuna’da kıldırdığı Cuma namazı ve okuduğu iki hutbe MEDİNE’YE BİR MÜLTECİ GİBİ DEĞİL, YENİ BİR DÜN-YANIN KURUCUSU VE YÖNETİCİSİ OLARAK GİRDİĞİ-Nİ, “BAĞIMSIZLIĞINI VE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ” vurguluyordu.
Efendimiz (sav) burada okuduğu ilk hutbesinde oradaki ve kıyamete kadar gelecek müminlere şöyle ses-leniyordu: “Ey İnsanlar, sağlığınızda ahiretiniz için hazırlık yapınız. Biliniz ki, Kıyamet gününde herkes yaptıklarından muhakkak sorguya çekilecektir. Herkes çobansız bıraktığı koyunundan mes’ul tutulacaktır…”
Hz. Peygamber (as), bu ilk hutbesinde ana hatla-rıyla; Tevhid, Allah sevgisi, Allah’ı zikir, Kur’an ve Allah’ın kelamının üstünlüğü, hamd ve şükür, ölüm, ahiret için ha-zırlık, tevbe, Cuma namazının farziyeti,… gibi önemli konu-ları tebliğ etmiştir.
Bütün bu konular dünya ve ahiret saadetinin esas-ları ve fert ve toplum hayatının temelleridir. Hutbe İslam’ın özeti gibidir. Ayrıca Efendimiz’in hicret esnasında yolculuk halindeyken bile davet, tebliğ ve mücadelesini aralıksız sürdürmesi önemli ve örnek bir durumdur.

Rasulullah (sav) Sevgisi

Medine-i Münevvere'nin Rasûlullah'ı karşılayışla-rındakî tablo; çoluk çocuk, kadın-erkek tüm Medine halkı kalblerinden fışkıran coşkun sevgiyi bize gösteriyor. Medi-neliler her gün, şehrin dışına çıkıyorlar, güneşin harareti altında, Rasul-i Ekrem'in gelmesini bekliyorlardı. O gün de akşam olunca, ikinci günün sa¬bahında tekrar gelip bekle-mek üzere geri dönüyorlardı. Kutlu Yol¬cu (sav) ufuktan gö-rününce, gönüllerindeki sevgi duyguları coştu ve dil¬leri çö-züldü. Resülullah'ın gelişine ve onu gördüklerine sevinerek kasideler ve şiirler söylemeye başladılar. Resûlullah da, aynı sevgi ile onlara karşılık verdi…
Resûlullah (as) sevgisi, O’na uymanın teme¬li ve sebebidir. Kalbde muhabbet duygusu olmasaydı, elbetteki amel¬de ona uymaya sevkeden bir etken bulunmazdı… Bunun için Resûlullah (sav), kalbin Peygamber sevgisi ile dolu ol¬masının, imanın ölçüsü olduğunu bildirdi…

Hicret’ten Mekke’nin Fethi’ne…

HİCRET; TEVHİD MÜCADELESİNE ZEMİN HA-ZIRLAMA VE SABIR AŞAMASINDAN CİHAD VE KURU-LUŞ AŞAMASINA GEÇİŞ DEMEKTİR.
Resülullah (s.a.v.), hicretinden kısa bir zaman son-ra; kendi¬sini gözetim altında tutanlardan ve onu öldürmek maksadıyla et¬rafını kuşatanlardan hiçbiri karşısına çıkma cesaretini bile gösteremez, kendisi eskisinden daha güçlü, her yönden daha üstün olarak -devletini ve binasını kurdu-ğu dinin üstünlüğü ile- çıkarıldığı vata¬nına-Mekke’ye tekrar geri döndü.
Bi’set’ten Hicret’e, Hicret’ten Mekke’nin Fethi’ne ve sonrasına bakınca Rasulullah Efendimiz’in mübarek ve ör-nek kişiliğini çok net görüyoruz. Mekke’den çıkarken ve oraya girerken aynı itidali göstermiştir. ÖLDÜRÜLMESİNE KARAR VERİLEN BİR ŞEHRE SEKİZ YIL SONRA FETİH VE RAHMET ORDUSU’NUN KOMUTANI OLARAK GİR-DİĞİNDE, VAKAR VE TEVAZUSU, ÖLÜMÜNE KARAR VERENLERİ BAĞIŞLAMASI, DARDA VE BOLLUK ANIN-DA MÜMİNCE TAVIR GÖSTERMESİ bizler için ÖNEMLİ BİR DERSTİR.

Hicret; teslimiyet, ahdevefa ve sadakat
Hicret; yeni bir medeniyet’in inşası
Hicret; sevgi ve saadet dolu bir kucağa yürüyüş
Hicret; bir kaçış değil, yeni bir fethin başlangıcı
Hicret; sabrın doruk noktasına ulaştığı an
Hicret; kardeşlik, hoşgörü, adalet, mescid ve devlet
Hicret; davet ve tebliğe açılan en büyük kapı
Hicret; çile görünümündeki izzet ve şeref
Hicret; Yüce Allah’a yönelmek ve yalnız O’na gü-venmek
Hicret; İslam’ı mesele etmek
Hicret; İslam’dan başka her şeyi İslam için terk et-mek
Hicret; İlahi yaşam kavgası
Hicret; davaya hız vermek
Hicret; İman, Azim, Fedakarlık, Sabır ve Aşk…
Hicret; Yusuf (as) gibi, “Doğrusu ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de inkar eden bir topluluğun dinini terkettim." (Yusuf, 37) demektir.

(Yazımız, Fıkh’us sire-Ramazan el-Buti, Örnek Nesil-Şerafettin Kalay, Siyer-i Nebi-İ. Yiğit, R. Küçük, Olay ve Ölçü olarak Hicret, İ. L. Ça-kan, Nurettin Yıldız’ın Hicret Notları, Rasullulah’ın İslam’a Davet Metodu, Prof. A. Önkal’ın eserlerinden istifade ile hazırlanmıştır.)


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46883 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol