Hoşsâda-61
HOŞSÂDA
19 Ocak 2007……sayı: 61

MEKKE’DEN MEDİNE’YE HİCRET
(m. Nisan 622)
Hicri Yeni Yıl
20 Ocak 2007 - 1 Muharrem 1428
İslam Alemi’ne ve İnsanlığa Hayırlı Olsun

- Niçin Hicret ?

Mekke’de inananların sayısı her geçen gün çoğalı-yordu. Mekkeli müşriklerin Hak dini engelleme gayretleri ve yaptıkları kötülükler ise dayanılamayacak boyutlara ulaş-mıştı. Görmezden gelme, alay, istihza, tehdit, ambargo, şiddet ve işkence Mekke’yi adeta Müslümanlara zindan etmişti. İslam Daveti’ni Taifliler de kabul etmemişlerdi.
Ancak Medine’den (Yesrib) Mekke’ye gelen grup-lar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in davetini kabul etmişlerdi...Artık Medine’de İslam, Mus’ab b. Umeyr (ra), Abdullah ibn Ümmi Mektum (ra) ve ensarın (r.anhum) gay-retleriyle hızla yayılıyordu.
Medineli Müslümanlar, Sevgili Peygamberimiz’i ve arkadaşlarını koruyabilecek kuvvete ulaşmışlar ve bu hu-susta Rasulullah’a (sav) biat etmişlerdi. Medinelilerle Pey-gamberimiz (sas) arasında gerçekleşen İkinci Akabe Bey'atı ise, Resûlullah (s.a.v.)'ın Medine-i Münevvere'ye hicreti için güçlü bir adım olmuştu. İkinci Akabe Bey’atı Rasulullah’ın gönlünü rahatlatmıştı. Yüce Allah, Re¬sulü için güçlü, kuvvetli, savaşçı ve kahraman bir kavim olan Medi-neliler’i yardımcı olarak nasib et¬mişti.
Mekkeli müşrikler, Rasulullah’a biat eden Medineli Müslümanların Mekke’den çıktıklarını öğre¬nince, Mekke'-deki Müslümanlara eziyet ve işkenceyi artırmaya baş¬ladılar. Müşrikler Resûlullah'ın ashabını birçok sıkıntıya soktular ve ellerinden ne geliyorsa o kötülüğü yaptılar. Ashâb şimdiye kadar uğra¬madıkları eziyet ve hakarete uğ-radılar.

Ashab’ın Hicreti

Yoğunlaşan hakaret ve işkenceler üzerine Resûlullah'ın ashabı, Peygamberimiz’e şikâyette bulunup, hic¬ret için izin istediler. Peygamberimiz de Allah’ın emri ge-reği: “Hicret edeceğiniz yer ba¬na bildirildi. Orası Yesrib (Medine) 'dir. Ora¬ya gidebilirsiniz. Allah (cc) sizlere kardeş-ler ve güven duyacağınız bir belde nasib etmiştir.” buyur-du. Müslümanlar bunun üzerine Hicret için hazırlanmaya, birbirlerine yardımda bulunmaya başladı¬lar. Gizlice hicret ediyorlardı. Resûlullah'ın ashabından Medine'ye ilk gelen kişi Ebû Seleme bin Abdülesed idi. Ondan sonra da Amir bin Rebia ile hanımı gelmişti. Daha sonra Resûlullah'ın as-habı grup grup gelip Ensâr'ın evlerine misafir oldular. Ensâr yâ¬ni Medineli müslümanlar da onları bağırlarına ba-sıp, onlara yar¬dımda bulundular. (İbn Sa’d)
Hz. Ömer (ra) ise hicretini ilan ederek yola çıktı. Hz. Ali bin Ebû Tâlib (r.a.) anlatıyor:
Hz. Ömer, hicrete karar verdiği zaman kılıcını ku-şanıp yayını omuzuna astı. Oklarını eline alıp, bastonuna dayanarak, Kabe'ye doğru yürüdü. Kureyş'ten bir grup da, Kabe'nin yanında idiler. Hz. Ömer (r.a.), ağır ağır sükûnet içinde Kabe'yi yedi kez tavaf etti. Sonra Makam-ı İbrahim'e gelip namaz kıldı. Namazını bitirdikten sonra, onların yanı-na gelip durdu ve: “Kara olsun yüzleri! Allah ancak bu bu-runları yere sürter. Anasını ağlatmak, çocuklarını ye¬tim, karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadinin arkasında ba¬na gelip kavuşsun” dedi. Sonra Hz. Ömer tek başına Mekke'¬den çıkıp gitti. (Üsdü’l-Gâbe)
İşte böylece müslümanlar, Medine'ye hicret etme-de birbirini ta¬kib ettiler. Sonunda Mekke'de, Resûlullah'ın, Hz. Ebû Bekr'in, Hz. Ali'nin, tutuklanmış mü'minlerin, hasta veya yola çıkmaktan âciz olanların dışında hiç kimse kal-madı.

Müşrikler Dar’ûn Nedve’de…

Bu sırada Kureyş, kendilerinden olmayan ve Mek-ke dışından bir¬takım insanların Resûlullah'ın etrafında ce-maat teşkil ettiklerini, Mekkeli Müslümanların neredeyse tamamının Medine’ye gittiğini gö¬rünce, Resûlullah'ın da onların yanına gideceğinden ve kendileriyle sa¬vaşmak için bir ordu kurmasından korkuya kapıldılar. Ayrıca Medine şehrinin Mekke-Suriye ticaret yolları üzerinde bulunması da Mekkeli müşrikleri düşündürüyordu.
Bunun üzerine Kureyş müşrikleri, zaman zaman toplanıp ifsad ve imha kararları aldıkları, önemli işlerini gö-rüştükleri “şehir meclisi” demek olan “dar’un nedve”de Resûlullah'ın durumunu gö¬rüşmek ve ona ne yapacaklarını kararlaştırmak için toplandılar, Sonuç olarak hepsinin gö-rüşü şu şekilde toplandı: Her kabileden güçlü kuvvetli birer delikanlı alıp onların her birinin eline çok keskin birer kılıç verecekler. Bu deli¬kanlılar, doğruca Resûlullah'ın yanına gidecekler ve hepsi birden hücuma geçecek, bir tek adam vuruyormuş gibi kılıçlarını vuracaklar ve onu öldürecekler. Böyle olunca da, artık Abd-i Menaf oğulları, onlarla yâni bütün kabilelerle savaşma gücünü kendinde bulamaya¬cak... Ebu Cehil’e ait olan bu görüş müşriklerce kabul edil-di. (Enfal 8/30)
Ne var ki, hesapların üstünde hesap vardı, onların bu tuzakları boşa gidecekti; çünkü Cenab-ı Allah, onların gizlice almış olduğu bu korkunç kararı, vahiy yoluyla Sevgi-li Peygamberimiz’e (sav) bildirdi. Ayrıca Efendimiz’e hicret etmesini emretti (İsra 17/80) ve o gecede kendi yatağında yatmasının sakıncalı olduğunu bil¬dirdi". (İbn Hişam)
“Ve şöyle de: Rabbim, beni sıdk ve ihlas ile (Medi-ne’ye) girdir. Yine sıdk ve ihlas ile (Mekke’den) çıkar ve ta-rafından bana hakkıyla yardım edici bir kuvvet (güç, otori-te, devlet, hakimiyet, hükümet, iktidar) ver. Yine de ki: Hak geldi, batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılmaya mahkumdur.” (İsra 80,81)…

Rasulullah (sav): “Hicret için bana izin verildi”

Buhâri'nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Aişe şöyle demiştir:
Bir gün biz, öğle sıcağında Hz. Ebû Bekir'in (ra) evinde (yâni babasının evinde) oturuyorduk. Rasulullah (sav) geldi… Hz. Peygamber (s.a.v.), EbûBekir'e: “Yanında bulunan ev halkını dı¬şarı çıkar” diye buyurdu. O da: “Ba-bam, anam sana kurban olsun, ey Allah'ın elçisi, onlar se-nin ehlin ve mahremindir, yabancı kim¬se yoktur” dedi. Resûlullah: “Hicret için izin verildiğini ve birlikte gidecekle-rini” söyledi. Bu kutlu haber, Hz. Ebu Bekir’i çok sevindirdi, sevincin ağladı. Hemen yol hazırlıkları başladı.
Hz. EbuBekir (ra), daha önce hicret için izin istedi-ğinde Rasulullah (as) kendisine; “Biraz sabret! Umulur ki, Allah Teala sana bir yol arkadaşı verir!” demişti. Hz. EbuBekir de Efendimizle birlikte hicret edeceğini umarak, yolculukta kullanmak üzere iki deve hazırlamıştı. EbûBekir (r.a.): “Babam, anam sana kurban, yâ Resûlâllah! Şu iki binek devesinden birini beğen al” dedi. Resûlullah da “An¬cak bedeliyle, yâni parasıyla kabul ederim” buyurdu.
Hz. Âişe (r.anha) der ki: Biz Resûlullah ile Ebû Be-kir'in yolluklarını (yiyecek vs.) ha¬zırladık. Her ikisi için bir dağarcık içinde bir miktar azık yapıp, koyduk. Dağarcığın ağzı bağlanacağı sırada, Ebû Bekir'in kızı, kar¬deşim Esma (r.anha), belinin kuşağından bir parça yırtıp, ayırdı da onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bundan dolayı Esmâ'ya, “Zâtu'n-Nitakayn: İki kuşaklı” adı verildi.

Emanetler sahiplerine…

Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem’in evinde, kendisini dedesi İbrahim’in yurdunu terk etmeye zorlayan-ların/Mekke’li müşriklerin emanetleri vardı. Onları sahiple-rine teslim edip, öylece hicret etmek üzere Hz. Ali radıyallahu anh’ı mübarek yatağına bıraktı. Hz. Peygamber (sav), yanında bulunan Hz. Ali (ra)’ye; “-Yatağımda yat, şu hırkamı üstüne ört. Korkma, sana istemediğin bir şey isa-bet etmez.-Emanetleri sahiplerine verdikten sonra yola çı-karsın” dedi. (İbn Hişam) Çünkü, Mekke hal¬kından hiçbir kimse yoktur ki, üzerine titrediği değerli eşyasını Resûlullah'a emanet bırakmasın. Bunu Resûlullah'ın doğ-ruluğunu ve ema¬nete riayetini bildikleri için yapıyorlardı.

Hak Dava’da,
Her Müslüman’ın yapabileceği bir iş var…

Hz. Ebû Bekir (r.a.); oğlu Abdullah'a, halkın kendi-leri hakkın¬da gündüzün ne söylediklerini dinleyip, akşam-leyin bu haberleri kendilerine getirmesini emretti. Âmir bin Füreyre'ye de ko¬yunlarını gündüzün otlatıp karanlık basın-ca da, sütlerinden fayda¬lanmak için Sevr mağarasına doğ-ru getirmesini söyledi. Kızı Esma'ya da, her akşam kendi-lerine yetecek kadar yiyecek getirmesini söyledi.

Müşrikler Rasulullah’ın evinin önünde…
Resûlullah (s.a.v.)'ın hicret ettiği gecenin yatsı vak-tinde, müş¬rikler onun kapısının önünde toplanmış, kendisi-ni öldürmek için bekliyorlardı. Allah’ın Elçisi ve Sevgilisi (sav), bir avuç toprağı kendisini öldürmek için bekleyen su-ikastçıların üzerine savurdu. Onların arasından geçip, doğ-ruca yol arkadaşı Hz. EbuBekir’in evine gitti. O anda şu an-lama gelen ayetleri okuyordu: “Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden dolayı artık göre-mezler.” (Yasin 36/9) Yüce Allah, müşriklere bir nev'i uyuk-lama vermişti!..

Resûlullah (as) ve sadık arkadaşı EbûBekir (ra), Sevr mağarasında…

Resûlullah ve arkadaşı Ebû Bekir, Mekke’den ge-ce vakti çıkarak izlerini kaybettirmek için doğruca güzergah olarak Medine’ye ters istikamette bulunan (müşrikleri şa-şırsın diye) Sevr mağarasına gittiler. Peygamberimiz’den önce Hz. EbûBekir mağaraya girerek mağara¬nın içinde yır-tıcı hayvan veya yılanın olup olmadığını kontrol etmek ve Resûlullah'ı korumak maksadıyla el yordamıyla etrafı yok-ladı. Bu mağarada üç gün kaldılar.
Hz. EbûBekir'in oğlu Abdullah (ra); Mekke'de olup bitenleri haber vermek için karanlık basınca yanlarına geli-yor, geceyi orada geçiriyor, sonra tan yeri ağarmadan yan-larından ay¬rılıp, geceyi Mekke'de Kureyş'le birlikte geçirmiş gibi hemen şehre dönüyordu. Esma da yemek getiriyordu. Âmir bin Füreyre (ra) de; sürüden bir miktar koyun alıp, on¬ların yanına götürüyor, Abdullah oradan ayrılınca, Abdul-lah'ın ayak izleri belli olmasın diye onun- peşinden koyun-ları geri getiri¬yordu.

“İki kişinin üçüncüsü Allah olursa…”

Müşrikler Hz. Peygamber'in (as), evinden çıkıp git-tiğini öğrenince şaşkına döndüler. Bunun üzerine Hz. Ali’ye dayak attılar, belli bir süre de olsa O’nu tutukladılar. Hatta azılı müşrik Ebu Cehl, hıncını almak için Hz. EbuBekir’in (ra) kızı Esma’yı hamile olduğu halde tokatladı. (İbn Hişam)
Müşrikler hemen Medine yoluna dağıldılar ve bu-lunabilecekleri muhtemel olan her yeri aramaya başladılar. Hattâ Sevr mağarasına kadar gittiler. Resûlullah (sav) ve arkadaşı EbuBekir (ra), müşriklerin ayak seslerini duydular. Bu¬nun üzerine Hz. Ebû Bekir'i, Efendimiz’e (sav) bir kötü-lük yapacaklar diye bir korku aldı. Hz. Peygamber'e fısıltı halinde; “Onlardan biri eğilip bakıverse, mutlaka bizi görür” dedi. Resûlullah da: “Yâ Ebâ Bekir! -Üzülme. Allah bizim-ledir.- İki kişinin üçüncüsü Allah olursa akıbetin ne olacağı-nı, yâni yakalanacağımızı mı sanıyorsun?” bu¬yurdu. (Buhari ve Müslim, Tevbe Suresi 9/40)
Allahü Teâlâ, müşriklerin gözlerini kör etti. Hattâ onlardan hiç¬birine mağaraya girme arzusunu vermedi ve onlardan hiçbirinin aklına mağaranın içinde ne olduğunu araştırmayı bile getirmedi. Çünkü bir örümcek, mağaranın girişine ağ örmüştü. Ayrıca bir çift güvercinde yuva yap-mıştı. Bütün bunlar mağaraya uzun süre girilmediğini gös-teriyordu. Yüce Allah, kendi yolunda olan kuluna her za-man yardım ediyordu. (İbn Sad)

Medine’ye doğru…

Müşriklerin arama çabası sona erince, Abdullah bin Uraykıt yanlarına geldi. Mağaradan çıkarak, Abdullah bin Uraykıt'ın rehberliğinde, beraberinde getirdiği develere binerek sahil yolunu tutarak yürüdüler. (Abdullah bin Uraykıt, müşrikler¬den idi. Resûlullah ve arkadaşı ona iyice güvendikten sonra, Medi¬ne'ye giden gizli yollarda kendile-rine kılavuzluk etmesi için onu kiralamışlardı.) Artık yeni bir tarih başlıyordu…

Mekke’den ayrılış hasreti…

Rasulullah (sav)’i Mekke’den ve Kabe’den ayrılış hislendirmişti. Hazvere mevkisine gelince devesini durdur-du. Mekke’ye yöneldi: “Sen, beldelerin Allah katında en sevgilisisin. Çıkarılmamış olsaydım senden çıkmazdım. Senden başka bir yeri yurt ve yuva edinmezdim.” diye sev-gisini dile getirdi. (Tirmizi)
Yüceler yücesi Rabbimiz, Peygamberimiz’i şu aye-tiyle teselli etti: “Kur’an’a uymayı sana farz kılan Allah (cc), seni döneceğin yere döndürecektir.” (Kasas 28/85) Efendimiz (sav), bu ilahi müjdenin verdiği güvenle yoluna devam etti, Sadık arkadaşıyla birlikte.

Mekke müşrikleri takipte…

Mekke müşrikleri, Hz. Peygamberle Hz. Ebû Bekir'i bulup ge¬tiren herkese, her biri için yüzer deve vermeyi vaadettiler.
…Süraka bin Cüşum adlı müşrik, Peygamberi-miz’in (sav) nerede olabileceğine dair bir haber alınca atı-na binip sürdü. Resûlullah'a ve arkadaşlarına yetişti. Bu sırada at sürçerek yere kapaklandı. O da attan düştü. Son-ra tekrar ikinci kez atına bindi ve Resûlullah'ın okuyuşunu duyuncaya kadar yanlarına yaklaştı. Resûlullah arka¬sına bile dönüp bakmıyordu. Hz. Ebû Bekir ise, dönüp bakıyor-du. Sürâka'nın atının ayakları diz kapaklarına kadar kuma gömüldü. Sürâka tekrar attan düşerek yere kapaklandı. Sonra hayvanı kal¬kıncaya kadar zorladı. Fakat hayvan bir türlü ayaklarını kumdan çıkaramıyordu. Hattâ hayvanın ayaklarının izinden duman gibi bir toz bulutu göğe doğru yükselip dağıldı. Sürâka, Resûlullah'a birşey yapamayaca-ğını kesinlikle anladı ve içine büyük bir korku çöktü. Bunun üzerine Resûlullah'tan emân diledi. Resûlullah (s.a.v.) ve be¬raberindekiler, Sürâka yanlarına gelinceye kadar durup beklediler. Sürâka, Resûlullah'tan özür dileyip bağışlanma-sını istedi. Sonra onlara yol azığı ve diğer şeyler vermek istedi. Fakat onlar: “Hiçbir şe¬ye ihtiyacımız yok” dediler. Ancak, ondan haberi yaymamasını iste¬diler. Bunun üzerine o da, yolda kendisine rastlayanlara, “Ben her tarafı arayıp taradım, hiçbir yerde onları bulamadım. Benim ara¬mam da size yeter” dedi. (Buhari ve Müslim) Sürâka verdiği sözden dolayı, Resûlullah'ı ve beraberindekileri halkın nazarların-dan saklayarak Mekke'ye döndü. Sürâka, işte böylece sa-bahleyin Hz. Peygamber’i ve arka¬daşını öldürmek için yan-larına giderken, akşamleyin de onları ko¬ruyarak ve halktan onları gizleyerek geri döndü. Daha sonra Süraka’yı mücahidlerin saflarında görüyoruz. Allah teala her şeye Kadir’dir.

Küba’ya geliş…

Resûlullah (s.a.v.) on günü aşan bir yolculuktan sonra Küba'ya ulaştı. Hz. Peygamber, Küba'da, Gûlsum bin Hidm'in evinde misafir olarak birkaç gün kaldı. Çünkü Hz. Ali (r.a.) emanetleri sahiplerine verdikten sonra, Pey-gamberimize gelip burada ulaşa¬caktı. Resûlullah (s.a.v.) burada, İslam iktidarının ilk işareti, temel müessesesi ola-rak Küba Mescidi'ni inşâ etti. Kur'ân-ı Kerim'de Yüce Allah-'ın: “...İlk günden beri temelleri takva üzere kurulan Mescid içerisinde namaza durmana daha lâyıktır...” (Tevbe, 108) bu¬yurarak tavsif buyurduğu mescid, işte budur.

İlk Cuma ve İlk Hutbe

Daha sonra Resûlullah (s.a.v.) Medine yolculuğu-na devam etti. Medine, İnsanlığın Efendisi’ni, İzzetli Misafi-ri, Büyük Muhaciri (sav) beklemekteydi. Günlerden Cuma idi. Efendimiz (sav), Medine yakınlarında Ranuna Vadisi denilen mevkide İslam’ın iktidar alametlerinden olan Cuma Namazı’nı kıldırdı ve ilk hutbesini okudu.

Rasulullah (sav) Medine’de…

Cuma namazından sonra Rasulullah Medine’yi şe-reflendirdi. Beklenen-yolu gözlenen Misafir (sav) teşrif et-mişti. Ensâr (Medineli Müslümanlar), Kutlu Müsafir’in (sav) hemen etrafını sevinç ve muhabbetle sardı. O gün İslam tarihinin en şerefli ve en muhteşem günlerinden biri yaşa-nıyordu. Medine semalarında; “Allahu ekber”, “Ya Mu-hammed”, “Ya Rasulallah”, “Tala’al bedrü aleyna- ay doğ-du üzerimize…” sesleri birbirine karışıyordu. Şimdi artık eski Yesrib, “Medinetu’n Nebi-Peygamber (sav) Şehri, Me-dine-i Münevvere- Aydınlanmış Şehir” oluyordu. Çocuklar sevinçle ilahiler söylüyorlar, coşuyorlardı.
Hepsi, Resûlullah'ın kendi evine inmesini rica ede-rek devesinin yularını tutup çe¬kiyor, Resûlullah da onlara: “Devenin yolunu açınız! Nereye çöke¬ceği ona emredilmiş-tir!” diyordu.
Deve, Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin (ra) evinin karşı-sında bulunan, Neccâroğullarından iki yetim çocuğa ait bir arsaya varıncaya kadar, Medine'nin sokaklarında yürüme¬sine devam etti. Resûlullah (s.a.v.): “İnşâallah, konak yeri burası¬dır” buyurdu. Ebû Eyyûb gelip, devenin göçünü ken-di evine taşıdı, İbn Hişâm’ın rivayet ettiğine göre; Neccâroğulları’ndan küçük kız¬lar dışarı çıkarak, Resûlullah'ın gelişine ve kendilerine komşu olu¬şuna çok sevinip, şarkılar söylediler. Kızların sevinçle okuduğu beyt şudur: “Neccâr oğulları oymağının kızlarıyız, biz. Ne hoş-tur, komşuluğu Muhammed'in (as)!” Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara: “Beni seviyor musunuz?” diye sordu. Onlar da: “Evet, yâ Resûlâllah!” dediler. Bu sefer Peygambe¬rimiz: “Allah bilir ki, kalbim sizin sevginizle dolu” buyurdu…

Medine’den İslam Medeniyeti’ne

Rasulullah’ın Medine’ye hicreti, bir İslam Toplu-mu’nun oluşmasını amaçlıyordu. Yesrib, Medine-i Münev-vere (Aydınlık-Nurlu Şehir) oluyordu. Hicret; Rasulullah (sav) başkanlığında, ilk İslam Devleti’nin ortaya çıkışını haber veriyordu.
İslam, Medine’de genişleme ve büyüme sürecine girdi. Mekke’de baskı ve eziyet altında olan müminler, hür bir ortamda, güven içinde buldular kendilerini. Mekke’de daha ziyade imana vurgu yapan ayetler nazil olurken, Me-dine’de ibadete, ahkam ve muamelata yönelik ayetler in-meye başladı. İslam, bir hayat nizamı, devleti olan bir din olduğunu iyiden iyiye hissettiriyordu.
Rasulullah’ın Medine’de başlattığı ilk iş, bu yeni devlet için temel esasları kurmak olmuştur. Bu noktada ilk göze çarpan üç önemli faaliyeti görüyoruz:
1.Mescid’in yapımı…(Mescid; namaz kılma, soh-bet, ders, ilim meclisi, devlet merkezi, davaların görüldüğü mekan gibi fonksiyonların icra edildiği mekan olarak kulla-nılacak.)
2.Tüm Müslümanlar özellikle de Ensar (Medineli Müslümanlar) ve Muhacir (Mekke’den Hicret eden Müslü-manlar) arasında oluşturulan Kardeşlik Bağı. Her bir Medi-neli Müslüman (Ensar), bir Muhacir Müslümanla malını, ti-caretini, evini kısacası yüreğini paylaştı.
3.Müslümanların kendi aralarında ve gayr-i Müs-limlerle özelde de Yahudilerle aralarındaki münasebetleri açıklayan bir anayasanın hazırlanması.

-Mekke’den Medine’ye hicretin neticesi; güçlü bir iman- cihad- fetih- zafer- sistem- devlet ve medeniyet’tir. Hicret, Mekke’den doğan İslam güneşinin, Medine’yi ora-dan da tüm cihanı kuşatması ve aydınlatmasıdır.
Bugün hicret; “Allah’ın nehyettiklerini terk etmek” anlamıyla “en güzele, en iyiye, tek büyüğe yükselme” gayreti olarak herkesin bulunduğu yerde gerçekleştireceği kutlu, soylu ve zorlu bir eylemdir.
En büyük muhacir ve lider Efendimiz (sav), şöyle buyuruyor: “Bir kimse Allah yolunda hicret etsin veya doğdu-ğu yerde vefat etsin, İslam esaslarına göre yaşayanları Allah (cc) bağışlayacaktır.” (Tirmizi), “Fitne ve bozgun zamanında kulluk, bana hicret etmek demektir.” (Müslim)

HİCRETE HASRET
“Göç” diye karşılıyor lügatlar hicreti
Dilimiz hicrete hasret…
1 Ağustos 1987, Miladi takvim
Günümüz, yılımız hicrete hasret…
Sağdan okurdu kitabı dedem,
Gözümüz hicrete hasret…
Beklet diyor yolcuyu, gümrükte memur
Yolumuz hicrete hasret…
Batıya verildi komut
Yönümüz hicrete hasret…
Ayrık otları kapladı bahçeyi
Gülümüz hicrete hasret…
Kurudu mana iklimi
Gönlümüz hicrete hasret…
Ne kaldı bizde bizden?
Özümüz hicrete hasret…
Kızardı gurûb, akşam oluyor
Ömrümüz hicrete hasret…
Mermer mahşeri Karacaahmet
Ölümüz hicrete hasret…
Prof. Dr. İsmail L. Çakan

(Yazımız, Fıkh’us sire-Ramazan el-Buti, Örnek Nesil-Şerafettin Kalay, Siyer-i Nebi-İ. Yiğit, R. Küçük, Olay ve Ölçü olarak Hicret, İ. L. Ça-kan, Nurettin Yıldız’ın Hicret Notları’ndan istifade ile hazırlanmıştır.)


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46886 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol