Hoşsâda-57
HOŞSÂDA
15 Aralık 2006 Cuma
24 Zilkade 1427 sayı: 57

“Yâdında mıdır hiç doğduğun gün?
Sen ağlarken gülerdi alem
Öyle bir ömür sür ki olsun ölümün
Sana tebessüm, aleme matem.”

İstikamet

MEVLÂNÂ DOĞRU ANLAŞILMALI

Mevlânâ, insanı “Bir ayağı sabit, diğer ayağı ile ise dünyayı dolaşan bir pergel”e benzetmektedir. Ondaki bu ev-rensellik anlayışının dünyaya tanıtıldığını söyleyebilir miyiz?
Mevlânâ’yı iyi anlayanlar, görevlerini ihmal ederlerse, 2007 yılında Mevlânâ’nın Hümanist bir anlayışla takdim edile-ceğinden endişe ediyorum, “insan sevgisi”ni esas alan Hüma-nizma 19. yüzyılda Batı aklının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Halbuki Mevlânâ “vahyi” esas alır. İslâm dininin kaynakların-dan taviz vermez. Fikirlerindeki ölçü “Allah rızası”dır.
Onun şu Rubai’sini anlamadan Mevlânâ’yı tanımak mümkün değildir:
“Ben ömrüm oldukça Kur’ân’ın kölesiyim
Muhammed Mustafa’nın ayağının tozuyum
Kim benden bundan başkasını naklederse
Ben o sözden de, o kişiden de uzağım.”
Evet!.. Kitap ve Sünnet... İşte, Mevlânâ’yı tanımanın iki temel kaynağı... 26.000 beyitten oluşan ve en önemli eseri olan Mesnevi, bu iki kaynaktan beslenerek ortaya konulmuş-tur. Mevlânâ Mesnevi’sini şöyle tanıtır:
“Mesnevimiz, Vahdet dükkânıdır. Onda Vahid (Al-lah)’dan başka ne görürseniz, hepsi puttur.”
Mesnevi şu beyitle başlar:
“Dinle neyden kim hikâyet etmede
Ayrılıklardan şikâyet etmede...”
Ney, niçin ayrılıklardan yakınıyor? Ney, kamıştan ya-pılır. Bu bitki, ancak su içinde büyür ve varlığını sürdürür. Ney’in asıl vatanı sudur. Ayrıca, kamışın üzerine kızgın şişler sokularak delikler açılmıştır. Ney’in inleyişi de bu sebeptendir.
Mevlânâ “öz vatanını özleyen ney” örneği ile, gerçekte insanı anlatmaktadır.
Âlem-i Ervah’ta bir araya gelen ruhların yaratılışında, “Rabbimiz Kendi ruhundan üflemiş” ve insanı dünyaya imtihan için göndermiştir. Öz vatanından ayrı düşen insan, devamlı olarak Allah’ı aramaktadır. Ruhlar Allah’ı özlemekte, ancak Allah’ı anmakla huzur ve sükûna erişmektedir:
“Şüphesiz Allah, Kendisine yöneleni hidayete erdirir. Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalbler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d sûresi, 27-28)

Edeb ve İnsan-ı Kâmil…
“Hamdım, yandım, piştim”
“Anlamaz, olgun adamdan ham adam
Söz, hem az, hem öz gerektir vesselâm.”
Olgun insan, “edebli insan”dır. İbadetlerin meyvesi “edeb”dir. Kur’ân-ı Kerîm, istikameti Allah’a doğru olan, edepli ve olgun insanlar yetiştirmek için gönderilmiştir. Mevlânâ, bu gerçeği şu sözleriyle dile getirir:
“Kur’ân-ı Kerîm’e nazar et ve bil ki, bütün Kur’ân, ne-fislerin kötülüklerini bildirmenin ve onun ıslahını göstermenin açıklamasıdır.
İnsanoğlu edebden nasibini almamışsa, insan değil-dir. Esasen, insanla hayvan arasındaki fark da edeb’dir. Gö-zünü aç, Allah’ın kelâmına bir bak. Bütün Kur’ân’ın mânâsı ayet ayet edeb’den ibarettir.”
Mevlânâ Yılı iyi değerlendirilmeli…Mevlânâ dostları, “2007 Mevlânâ Yılı” imtihanına hazır olsunlar. Bakalım, “Mev-lânâ’yı doğru anlatabilmek” konusunda üzerlerine düşeni ya-pabilecekler mi? Mevlânâ, ne şair, ne müzisyen, ne de bir seyyah!.. O, bütün malzemeleri “Allah’a ulaşma aracı” olarak görmüş. Onu folklorik bir görüntü olarak sunmak isteyenlere fırsat verilmemeli.
Değerlerimizi hoyratça harcamak ve tüketmek lüksü-ne sahip değiliz. Aksine, değerlerimizi bilmek, tanıtmak ve hatta daha da geliştirmek görevimizi ihmal edemeyiz. Niçin? Yeni Mevlânâlar, yeni yıldız şahsiyetler yetiştirebilmek için...
Mevlânâ’yı, vahyi dışlayan kuru Batı aklına emanet edemeyiz. Hümanist mantıkla Mevlânâ anlaşılmaz. Mevlânâ bize kendisini nasıl tanıtmış ve anlatmışsa, biz de onu öylece sunmak ve kabul etmek zorundayız.
Şakir Tarım

NOEL'E DİVANE, MEVLÂNÂ'YA BİGÂNE !

Bir Şeb-i Arus daha geldi ve geçti. Zaman kuşları, "Sonsuzla düğünümüzdür ölümümüz" diyen Mevlânâ'nın bir "Düğün Gecesi"ni daha kanatlarına alıp götürdüler. Hikmetler dillendi, semâlar dirildi, gönüller bereketlendi. Arayanlar nasip-lerince buldular, zenginleştiler, enginleştiler. Uzak mesafeler-den ya da yakın mesafelerden sonsuzlukla selamlaştılar. Ya-zık ki azdı bu topraklarda bereket aramaya çıkmış gönüllerin sayısı, hayhuya dalanlardan. Ve yazık ki, yetmiyor dünyamızı yumaya, yıkamaya.
UNESCO, doğumunun 800. yıl dönümü vesilesiyle 2007 yılını "Mevlânâ Yılı" ilan etti. Bu yılın Şeb-i Arus'u, Mev-lânâ Yılı'nın eşiğine kurulu olduğu için daha bir kıymetliydi… Bu ülkede "gündem", uzun zamandır zihinsel sığlaştırmanın operasyon karargahıydı. Olması beklenemezdi, çünkü toplum dediğimiz kalabalık, aklını mana dairesinin dışına çıkarmış, çok zaman önce peynir ekmekle beraber yemişti. Üstelik Mev-lânâ, bir mana eri, bir gönüller sultanıydı, sektörel getirisi sıfıra yakındı. Öyleyse tek bir neon bile etmezdi.
Şimdi bakınız, mağazalara, alışveriş merkezlerine, ışıl ışıl yanmakta olan vitrinlerine, enayi tuzaklarına bakınız. Yüz-de 99'u Müslüman bir toplum, ne hikmetse cümbür cemaat ritüel takınıp Hıristiyan Christmas'ını kutlamaya hazırlanıyor. Çamlar devriliyor, biblolar alınıyor, şarap sepetleri kollara takı-lıyor. Her yeri naylon Noel Babalar dolduruyor. Pardon, her yeri değil, paranın ve zenginlerin olduğu her yeri. Yani asıl bayramı Hıristiyanlardan da daha çok, ellerini ovuşturan sek-tör tilkileri ediyor.
Peki kim bu Noel Baba? Yani kimdir Aziz Nikolaoos ya da diğer adıyla Santa Claus? Dördüncü yüzyılda Likya'da yaşamış ve Hıristiyanlığın yayılmasında hizmetleri geçmiş bir adam. Ortaçağda çocukların koruyucusu olarak kabul edilmiş, onlara hediyeler, şekerler dağıtan bir hristiyan dindar... Kilise'-nin son çağlarda Hıristiyanlık meşalesini canlı tutmak adına süsleyip bezediği bir dinsel figür... Ama bu kadar değil. Çok zaman önce Batılı ticaret tilkilerinin keşfettiği bir arpalık aynı zamanda. Noel Baba diye bildiğimiz pamuk sakallı, kırmızı cübbeli o karakterin dini bir geçmişi yok. Yani Noel Baba ritüe-linin büyük parçası dini değil, ticari. Noel Baba daha ziyade bir tasarım. Karakterin oluşmasında 1800'lü yılların sonuna doğru Harper's Weekly dergisi için Christmas resimleri çizen Thomas Nast'ın etkisi büyük. Daha sonra Coca-Cola için rek-lam çizimleri yapan Haddon Sundlom, o karaktere 1924 yılın-da bildiğimiz kırmızı beyaz elbiseyi giydiriyor. Maksat çocukla-ra kışın da cola içirebilmek... 1939 yılbaşında vitrininde yenilik yapmak isteyen Chicago mağazası da Noel Baba tasarımına kızağı ve rengeyiklerini ekliyor. O gün bugün her yılbaşında satış üstüne satış.
Hadi Hıristiyan tüketicilerin bu dolmuşa binmek için bir nedeni var diyelim. Peki, ahalisi Müslüman bir ülke böyle bir dolmuşa binerek nereye gitmeyi murad ediyor ?
En başa Mevlânâ'yı yazdım. Şeb-i Arus geldi geçti, toplumun kılı kıpırdamadı, gönlü ırgalanmadı. Şimdi Noel geli-yor, gidip alışveriş merkezlerinde birbirini çiğneyen azgın tüke-ticileri bir görün!
Bu ülke neden bir türlü dik duramıyor, dikiş tutturamı-yor diyenlere arzediyorum efendim: Biz esasen kim olduğunu bilmeyen bir güruh haline geldik, sürüklenip gidiyoruz. Bu mideler ne zaman bulanacak?
Gökhan Özcan


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46885 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol