Hoşsâda-53
HOŞSÂDA
24 Kasım 2006 Cuma
3 Zilkade 1427 sayı: 53

ASİL DURUŞ

- “Şüphesiz Allah (Cc) Katında Yegane Hak Din, İs-lam’dır.” (Al-i İmran,19

“İslâm kelimesi ve türevleri, Hz. Muhammed'den ön-ceki semâvî tevhid dinleri ve mensupları için de kullanılmıştır. Çünkü tüm Peygamberlere vahiy-mesaj Yüce Allah'tan gel-mektedir. Şu ayet-i kerîme Peygamberlerin mesajının temelde bir ve aynı olduğu ve bunun da İslâm'dan ibaret bulunduğu şöyle ifade buyurulur:
"Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilen ve diğer peygamberlere Rab’leri tarafından verilene iman ettik. Onlar arasında bir ayrım yapmayız, biz de Allah'a teslim olan-larız, deyin" (el-Bakara, 2/136).
Ancak daha sonra yahudi ve hıristiyanlık dininin bo-zulduğu ve mensuplarının şirke düştükleri bir önceki ayette şöyle anlatılır: "Kitap ehli: " Yahudi ve hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız" dediler. Ey Muhammed! De ki:"Hayır, biz bâtılı bırakıp, Hakk’a yönelen İbrahim'in dinine uyarız. O, Allah'a ortak koşanlardan değildi" (el-Bakara, 2/135).

Bütün Peygamberlerin tevhid dinine dair vurgulama-larını (ayetleri) çoğaltmak mümkündür. Görüldüğü gibi bütün Peygamberler müslüman’dı ve dinleri de İslam’dı. İslam, va-hiyle gelen Allah’ın emirlerine ve yasaklarına teslim olmaktır. Nebi ve rasuller diğer insanlardan daha çok Allah’a teslim olan Müslümanlardı.
Kur’an’dan başka rehber, İslam’dan başka din yoktur. Bütün insanlığa hitabeden ve evrensel bir mesaj getiren son tevhid dini, en mükemmel düzeye ulaştırılmıştır.
"Bugün Dininizi Sizin İçin İkmal Edip, Üzerinize Nime-timi Tamamladım Ve Size Din Olarak İslam’ı Seçtim” (el-Mâide, 5/3),
“Deki; 'Ey kitap ehli, sizinle aramızda ortak olan şu söze geliniz: Sırf Allah'a kulluk edelim, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp birbirimizi ilâh edinmeyelim.” (Al-i İmran,64)

Din; kanun, hayat tarzı, bakış açısı gibi manalara ge-lir. Peki, İslam Dini nedir?
İslam Dini, her şeye Allah Teala’nın baktığı yerden bakmaya azmetmektir. Hayatın merkezine Allah ve Rasulü’nü koymaktır.
İslam, Her Şart Ve Her Zamanda Tek Doğrunun Adı-dır. İslam, hem dindir, hem dünyadır, hem de ahirettir.
İslam bütün emir ve yasaklarıyla bir bütündür. İslam Sadece Ahlaki Prensipler Manzumesi Değil İman, İlim, Ahlak, İbadete Dair İlkeleri Olan Yegane Hayat Nizamıdır.
İslam, insanların her çağ ve her zamanda yaşantıla-rına yön veren dosdoğru sistemdir. İslam’ın sahibi de, kaina-tın, içindekilerinin, mekanın ve zamanın sahibi de, yaratan ve yaşatan Yüce Allah’tır.

Yüce Allah (cc), kullarını yarattığı gibi onlara hayatın bütün kanun ve müeyyidelerini de en güzel şekliyle beyan buyurmuştur. Bir makinayı-cihazı üreten mühendis-firma nasıl ki onu herkesten iyi bilir ve bu doğrultuda “kullanma talimatı-nı”da yanında verirse, tek güç ve kudret sahibi- her şeyi yara-tan ve yaşatan Allah (cc) da en mükemmel şekilde yarattığı kullarının durumunu, onlar için neyin gerekli, neyin gereksiz olduğunu en iyi bilen ve bu çerçeve de Kur’an’ı ve Rasulu’nu gönderendir.

İslam, yaratıcı Yüce Allah ile insan, insan ile insan ve insan ile diğer mahlukat- çevre arasındaki ilişki ve iletişimi en güzel şekilde düzenleyen, en mükemmel ve en son yegane Hak Din’dir. İslam, Rabbimiz Yüce Allah’ın insanlar için gön-derdiği sistemin bütünüdür, asla beşeri bir nizam değildir.
Yaratanımız ve yaşatanımız BİR olduğuna göre O’nun insanlar için seçtiği ve beğendiği din de elbette bir ta-nedir, o din de şüphesiz İSLAM DİNİ’dir. Ta ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’den, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) kadar gelen bütün Tevhidi İnanışların ismi İSLAM (Al-lah’a teslimiyet ve barış ve esenlik yolunda olmak)’dır.

Üç ayrı İbrahimi din olmadığı gibi İslam’ın ılımlısı (light) veya ılımsızı da olmaz, İslam İslam’dır. Tarih bu ve benzeri birçok sapık ve uydurma girişimlere şahit olmuştur, ancak hiç biri ilgi ve alaka görmemiş, yer ile yeksan olmuştur.
Ilımlı İslam gibi uydurma tanımlamalar yapmak veya bu tür tanımlamaların peşine düşmek, bunlardan medet um-mak abesle iştigaldir ve hiçbir müminin asla işi değildir.
Mümin şahsiyet (hayatının merkezinde para, makam, şöhret ve şehvet değil Allah (cc) ve Rasulu’nun (sav) emir ve yasakları olan insan) bir kelime ile ifade edecek olursak şayet, ancak ve ancak “SALİH AMEL” ile meşgul olur. Salih amel odur ki, kişi yaptığı zaman onu Allah’ın rızasına götüren fiiller-dir.
Salih Amel denilen yapıldığı takdirde kişinin veya top-luluğun iki cihan saadetine vesile olacak dünyanın en güzel işine örnek verecek olursak ilim öğrenmek, namaz’ı ikame etmek (dosdoğru kılmak), fiili ve kavli, samimi ve gözyaşı ile dua etmek, hakkı ve sabrı tavsiye etmek, emin ve güvenilir bir şahsiyet olmak, iyilik ve hayırda yardımlaşmak, “Ancak Mü-minler kardeştir” ayetine sımsıkı sarılmak, iyiliği emretmek, kötülüğü nehyetmek (en azından kötülüğe ve yanlışa buğzederek, tavır alarak prim vermemek) ve bu gaye için ça-ba harcamak, yollardaki (maddi ve manevi alemimizde) mani-leri ve engelleri kaldırmak, diğergam olmak, maddi ve manevi sıkıntı ve acılara rağmen mümin kardeşinden tebessüm ve güleryüzü esirgememek, kendimiz ve insanlığın faydası için ilim ile meşgul olmak, akletmek, , istişare ve danışmaya önem vermek, planlı ve disiplinli olmak, günlük, haftalık ve aylık yaptığımız program paralelinde yalnız ve topluca Kur’an’ı uyanık bir halde okumak, anlamaya gayret etmek ve en önemlisi de Kur’an’ın sunduğu hayat çerçevesinde yaşamaya cehdetmek, nezaket ve güzel ahlak sahibi olmak, zalime ve zulme engel olmak, şehadeti arzulamak öz ifade ile Allah ve Rasulu’nun istediği gibi Müslümanca Yaşamak ve Müslümanca Düşünmek, Salih Amel’dir.

Sonuç itibarıyla Batı ve onun uzantıları, Müslümanları ve İslam ülkelerini “yumuşak lokma” haline getirmek gayesiyle “lıght (ılımlı) İslam, dinler arası diyalog” vb. projeleri uygula-maya koymaya ve bunun için coğrafyaları, kültürleri, halkları, eğitim ve öğretim sistemlerini, siyaseti, medyayı, ekonomiyi içini boşaltarak yeniden dizayn etmeye çalışıyorlar. Ve Müs-lümanlar asıllarından yani İslam’ın ahlakından, ibadetinden, hukukundan, edebinden, kardeşliğinden, müslümanca dü-şünmek ve müslümanca yaşamak bilincinden uzaklaştıkça da Batı Emperyalizmi zulümde ve vahşette başarılı oluyor, maa-lesef. Batı’nın ise en belirgin özelliği emperyalizm’dir. Emper-yalizm yani insanı maddeye kul yapmak, esir etmek, yer altı ve yer üstü kaynaklarını, kültürleri ve dahi insanlığı sömürmek ama hep sömürmektir.

İslam; onurlu, şahsiyetli ve özgür fertler ve toplum te-sis eder. Allah’a kulluk en büyük özgürlüktür. Müslüman ne zulmeder ne de zulme uğrar. Daha fazla sömürülmemek ve ezilmemek için yapılacak şey, yıkıldığımız yerden ayağa kalkmaktır, birlik ve beraberliğe, sevgi ve kardeşliğe, iyilik ve hayra, namaza ve duaya, nezaket ve güleryüze, sadaka ve infaka, adalet ve dürüstlüğe, ilim ve ahlaka, Kur’an’a- İslam’a dönmektir.

Yüce Rabbimiz buyuruyor: “Kim, kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber'e karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir.” (Ni-sa,115)
Yine son sözü rehberimiz Kur’an-ı Kerim söylesin: "Ey iman edenler! Eğer kendilerine kitap verilenlerden bir toplulu-ğa uyarsanız sizi iman etmenizden sonra kafirliğe döndürürler. Size Allah'ın ayetleri okunduğu halde ve içinizde O'nun pey-gamberi varken nasıl inkar edersiniz? Kim Allah'a tutunursa dosdoğru yola iletilmiş olur. Ey iman edenler! Allah'tan gereği gibi sakının ve ancak Müslümanlar olarak ölün." (Ali İmran Suresi, 100-102)

Hatırât

ALLAH (cc) SÖYLETTİ

1985’te vefat eden Merhum Muzaffer Ozak Efendi Hazretleri, hem Sahhaflar Çarşısı, hem de Tarikat-ı Âliye-i Cerrahîye Şeyhi idi. Merhum Muzaffer Efendi, bir tarihte bir grup dervişiyle birlikte Amerika’ya gitmiş.
Çeşitli yerlerde zikrullah yapılmış, meraklı Amerikalılar seyretmişler, birtakımları da Müslüman olmuş.
Bu seyahatte bir şehre inmişler. Oraya geleceklerini önceden öğrenmiş bulunan bir kilise papazı onları bulmuş ve Şeyh Efendi’ye “Bizim kilisenin sosyal tesisleri var, yatacak, istirahat edecek mekânlarımız mevcuttur. Buyurunuz sizi mi-safir edelim” demiş. Efendi Hazretleri de kabul etmiş. Kilisenin ek binalarından bir yere yerleşmişler, soyunmuşlar, dökün-müşler, abdest almışlar, yemek yemişler, namaz kılmışlar...

Ertesi günü papaz gelmiş: - İstirahat edebildiniz mi, memnun kaldınız mı?.. diye sormuş. Efendi Hazretleri, kendisi ve dervişleri adına teşekkür etmiş. Papaz biraz mânâlı şekilde ikinci bir soru daha yönlendirmiş, demiş ki:
-Ben İstanbul’a gelsem, yanımda birkaç kilise mensu-bu ile. Siz bize dergâhınızı, caminizi açar, bu şekilde misafir eder misiniz? Şeyh Efendi, “Hayır” demiş. Papaz hem şaşkın, hem de meydan okurcasına “Nasıl olur?.. Niçin?” demiş.
Efendi Hazretleri şu cevabı vermiş: -“Biz burada bir tür hak sahibiyiz, o hakkımızı kullanıyoruz. Biz Müslümanlar İsa Ruhullah Aleyhisselâm Efendimizi severiz, ona iman ede-riz. Onun muhterem ve iffetli validesi Meryem annemizi de çok severiz. Biz Müslümanlar, Yüce Allah’ın Hazret-i İsa’ya İncil adında kutsal bir kitap gönderdiğine de iman ederiz. İşte bu imanımız ve sevgimiz bize bir hak kazandırmaktadır. Siz ise bizim Peygamberimizi (salât ve selam olsun ona) kabul etmi-yorsunuz, onu yalanlıyorsunuz, Kur’an’ın Yüce Allah tarafın-dan gönderilmiş ilâhî kitap olduğuna iman etmiyorsunuz, bi-naenaleyh sizin camide veya tekkede ağırlanmaya hakkınız yoktur.”

Papaz hem biraz öfkelenmiş, hem de cevabın inceli-ğine hayran kalmış. Hayranlığı öfkesine galebe etmiş ve Efendi Hazretlerinin elini öpmüş...
Zengin ve edebî Türkçe’de bir tâbir vardır: “İntak-ı Hak” denir. Yani “Allah söyletti...” Kadim dönemlerde böyle hikmetli sözler söyleyen, firaset ve fetanet sahibi zatlar epey-ce çoktu..
Chicago Üniversitesi’nde on iki sene Profesörlük ya-pan Üstad Halil İnalcık Beyefendi, “Kerameti Kendinden Men-kul” adlı kitapta şöyle diyor:
“Chicago Üniversitesi’nde on iki sene öğretim üyeliği yaptım, ders verdim. Bu müddet zarfında en kayda değer hadise; İstanbul’dan Şeyh Muzaffer’in oraya gelip üniversite şapelinde (kilisesinde) dervişleriyle birlikte zikrullah yapması olmuştur...”
Muzaffer Efendi’nin dükkânında, dergâhında dünya-nın her yerinden insan bulunurdu. Bunların bir kısmı Muzaffer Efendi’nin aracılığıyla Allah’ın kendilerine hidayet verdiği Av-rupalı ve Amerikalılar’dı. Bunların arasında kimler yoktu ki...
Hoca Efendi’nin Amerika’daki papaza verdiği cevap İslamî inceliğin bir numunesidir. Kırmadan, tahkir etmeden, hayran bırakarak, nazik bir konuda en güzel ve en doğru ce-vabı vermek...
Mehmet Ş. Eygi, Milli Gazete


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46886 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol