Hoşsâda-26

 

HOŞSÂDA
19 Mayıs 2006 Cuma
21 Rebiulahir 1427 sayı: 26
 
Sözün Özü
 
Allah Teala buyuruyor:
"Daha önce Medine’yi yurt edinmiş ve imanı kalplerinde yerleştirmiş olanlara gelince, onlar, kendi yurtlarına hicret eden din kardeşlerini severler, onlara verilen şeyden dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ihtiraslarından korunur ise, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendisidir." (Haşr, 9)
 
Duruş                         
 
O DİYARIN SAKİNLERİ
 
“O Diyar’ın Sakinleri” Rabbimiz’e karşı tam teslimiyet ve samimiyet içindeydiler, birbirlerine karşı da samimi, dürüst ve sevgi doluydular.
“O Diyar’ın Sakinleri”, tevhidi düşüncenin sorumluluğunu iyi kavramışlardı, çok ağlarlar, az gülerlerdi ama hep güleryüzlü idiler. Onlar, Sevgili Peygamberimiz’in şu sözünü iyi anlamışlardı: “Vallahi, benim bildiklerimi bilseydiniz, muhakkak ki az güler ve çok ağlardınız…Yollara çıkarak avaz avaz Allah’a niyazda bulunurdunuz. Ben de, kesilip yok edilen bir ağaç olmayı kuvvetle arzu ettim.” (Tirmizi)
“O Diyar’ın Sakinleri”, insanları Allah’a ve Rasulü’ne çağırırlardı. Hak sahibine, hakkını verirlerdi. Adaletli idiler.
“O Diyar’ın Sakinleri”, “De ki: duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi?” (Furkan,77) ayetince çok dua ederlerdi. Onlar, dualarına “Sübhane rabbiye’l aliyyi’l, a’lel vehhab..” niyazıyla başlarlardı.
“O Diyar’ın Sakinleri”, dünyayı ellerinin içine almışlar fakat dünya sevgisini kalblerine koymamışlardı. Allah’ın verdiği malı ve serveti yine O’nun yolunda harcarlardı ve bunun için koştururlardı. En kıymetli şeylerini yeri geldiğinde vermesini bilirler ve bu konuda tereddüt göstermezlerdi. 
Onlar, “el kârda, gönül yârda”, bilinciyle yaşarlardı. Helal kazanmak vazgeçilmezleri idi. Kanaat sahibiydiler. Yaşamak için yerlerdi, yemek için yaşamazlardı.
“O Diyar’ın Sakinleri’nin”, ilmen ve manen yükseldikçe,tevazuları artardı.Onlar, başaklara benzerlerdi. Şöyle ki; başaklar içleri doldukça boyunlarını bükerler, adeta tevazuya bürünürler. “Kullarım arasında en çok buğzettiğim kimse, kalbinde kibir, dilinde şiddet, elinde cimrilik ve huyunda yaramazlık olandır.” (Kudsi Hadis)
“O Diyar’ın Sakinleri”, aileleriyle ile iyi geçinirler, çocuklarına sevgiyle yaklaşırlar ve ailelerini asla ihmal etmezlerdi. Gösterişten uzak, birbirlerine karşı samimi ve sadakatli idiler. Hayatlarının her alanında İslam hakim olduğu gibi evlerinde de İslam Nizamı hakim idi. Onlar, “Hanımlarınıza, çocuklarınıza sevgi ve muhabbetle davranınız” prensibini bizzat kendileri uyguluyorlardı.
“O Diyar’ın Sakinleri”, sevdiklerini Allah Teala için severlerdi. Şuna inanmışlardı ki, Cennet’e girmek için mü’min olmak, mü’min olmak için ise birbirlerini sevmek gerekir. “Sevmeyen ve sevilmeyende hayır yoktur,” düsturunu iyi kavramışlardı. “Ve kalplerinin arasını sevgi ile birleştirdi. Yoksa yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın, yine onların kalblerini birleştiremezdin.” (Enfâl, 63) Biliyorlardı ki, Hz. Peygamberimiz’in (sav) mayası muhabbetle yoğrulmuştu. Muhabbetten, Muhammed hasıl olmuştu. Onlar ise muhabbetle yoğrulmuş ümmeti idi. Onlara ancak sevmek yakışırdı. Onlar, aşk ehli ve muhabbet fedaileri idiler.
“O Diyar’ın Sakinleri”, nafile namaz kılmak, fakirlere sadaka vermek gibi dargın gönülleri barıştırmanın da hayırlı bir amel olduğunu bilirlerdi. Birisinin derdi, hepsinin derdi olurdu. Vücutları ayrı olsa bile ruh ve fikirleri, hedef ve hareketleri birdi. Kur’an ve Sünnet, onlara bu meziyeti kazandırmıştı. Kendilerine inen Asr Sûresi, bu yüksek terbiyeyi telkin ediyordu.
“O Diyar’ın Sakinleri”, ihtiyaç sahiplerini kendileri arar, soruşturur, bulur ve onları mahcubiyete sokmayacak bir zemin hazırlayarak, ihtiyaçlarını giderirlerdi. Bu işleri yine dostluk bağları ile yaparlardı. Şâyet kendilerine bir fakir gelir de bir şey isterse, fakirin isteği fazlası ile ödendiği halde, “ Bu kardeşim derdini bize getirinceye kadar biz neredeydik?” derler ve ağlarlardı. Bu güzel ahlâkları çok tabii idi. Çünkü bir defa, inanmışlardı…
“O Diyar’ın Sakinleri”, sevip ve dostluk kuracakları kimseleri Kur’an-ı Kerim’den öğrenmişlerdi: Hz. Allah (cc) ve Peygamberimiz (sav)’e teslim olmuş ve İslam’ın bütün emirlerine boyun eğen mü’minler, i’timat edilecek, güven duyulacak ve emniyetle teşrik-i mesâ (insani ilişki) kurulacak kimselerin sadece mü’minler olduğuna inanmışlardı.
“O Diyar’ın Sakinleri”, basit meseleler yüzünden birbirini kırmazlardı. Topluluktan ve cemaatten asla ayrılmazlardı. Onlar, karşılarındaki düşman kuvvetlerinin bir hiç olduğunu çok iyi bilirlerdi. Çünkü kafir, dağınık, köksüz, kaypak ve menfaatine düşkündür. Allah’ın yardım ve nusreti sırat-ı müstakim’de olan mümin cemaat üzerinedir.
“O Diyar’ın Sakinleri”, herkes ile iyi geçinir ve tatlı dil ile konuşurlardı. Tatlı dil ve yumuşak söz, bütün peygamberlerin ve salihlerin müşterek hususiyetleridir. Bir mü’min’in din kardeşine en büyük ikramı güler yüzü ve tatlı dilidir. Yunus’un dediği gibi: “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.”
“O Diyar’ın Sakinleri”, yeri ve zamanı gelince birbirleriyle şakalaşırlardı. Şakalarında da bir ölçü ve ibret vardı. Asla yalan söylemezler ve hakaret etmezlerdi.
Hal böyle olunca “O Diyar’ın Sakinleri”’nden Rabbimiz razı, onlar da Rabbimiz’den razı idiler…
Abdullah BÜYÜK


  Hoşsâdalar   

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46884 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol