Hoşsâda-178
“Âvâzeyi bu aleme Davud gibi sal,
Bâki kalan bu kubbede bir hoşsâda imiş”(Bâki)

H O Ş S Â D A


17 Temmuz 2009 Cuma
24 recep 1430
sayı: 178


 

DAVA AŞKI

Bizim yalancı sevdalarla kaybedecek vaktimiz kalmadı. Neslimiz imansızlık tehlikesi ile karşı karşıyayken sahte sevgilerle, aldatıcı heveslerle, gönül eğlenceleriyle vakit kaybedemeyiz. Her şeye rağmen doğrulmalı ve yeniden bir şeyler yapmalıyız. Evet elimizde mükemmel bir kadronun bulunmadığı doğrudur. Beyin gücü, bilgi ve birikim konularında çok eksiklerimiz olabilir. Ancak içimizdeki “dava aşkı”nı ateşleyebilirsek, bütün bu eksiklere rağmen yitirmek üzere olduğumuz umutlarımızı yeniden canlandırabilir ve o umudu zafere dönüştürebiliriz. Hedeflerimize ulaşma noktasında umutsuzluğun ne denli habis bir hastalık olduğunu düşünecek olursak, dava aşkı ile bu hastalığı tedavi ettiğimizde hayırlı sonuçlara ulaşmamamız için bir neden kalmaz. Bu sebeptendir ki “dava aşkı” her bir yiğit Müslüman´ın ana görevi ve gerçek gündemi olmalıdır.

Batıl bir davaya inananlar bile davalarına coşkun bir hisle bağlıyken, bizim hak davaya aşık olduğumuz hiçbir halimizden belli olmuyorsa, bir şeyleri yeniden düşünmenin vakti gelmiştir. Bizler yeri geldiğinde imanımızı kükretmeyi başaramıyorsak bu dünyada varlığımızın veya yokluğumuzun bir anlamı kalmaz. Bazı kadın derneklerine mensup, başörtüsü düşmanı arsız kadınlar kadar cesur olamıyorsak vay halimize! Siliklik Müslüman´a yakışmaz! Silikliği Müslüman´a layık görmediğimiz gibi, nefsani parlamaları da layık görmüyoruz. Bu sözle ne mi demek istiyoruz? İşte şunu: Müslüman, çekimser, korkak, tarafsız ve silik olmamalıdır. Gereken yer ve zamanda gerekli tepkiyi göstermeyi bilmelidir. Ancak nefsani nedenlerle bir tepki veriliyorsa, şiddet eğilimleri tatmin edilmeye çalışılıyorsa, dava adına da olsa sahte yiğitlik taslanıyorsa, nefsani parlamadan kastımız işte budur. Yiğit olmak ancak haklı olana yakışır. Hem haksız hem de yiğitse bunun adı yiğitlik değil zalimlik veya zorbalıktır. İşte bizler bu mülahazaları da düşünerek dengeli bir şekilde içimizdeki dava aşkını aksiyona çevirmenin yollarını aramalıyız. Bunun için de önce Müslümanlar olarak artık bir şeyler yapmamız gerektiğinin farkında olmamız gerekiyor. Artık hak davanın aşkıyla yüreğimizi kavurmamız, gönlümüzü bu davada eritmemiz gerekiyor.

Şunu bilelim ki bize en büyük kötülüğü yapanlar, bizi davamızdan uzaklaştırmak isteyenlerdir. Nasıl olur da iki yüz yıldır ağlayan bir ümmeti güldürmek için çalışanlar suçlu olurlar? Din düşmanları, iman düşmanları, kainatın kurulduğu günden beri hep vardı. Bundan sonra da hep olacaklar. İnananlar imanlarını her şeyin üstüne çıkartmadıkları takdirde, devran onların olacaktır. Fakat müminler, korkmaz, çekinmez ve mücadeleye devam ederlerse hiçbir kuvvet onların önünde duramaz. Biz bu duygu ve düşüncelerle din düşmanlarıyla mücadele etmenin gereğine canı gönülden inanıyoruz. Bu mücadelede bizi tetikleyecek olan yegane kuvvet imandan beslenen bir “dava aşkı” olacaktır. Şimdi bir dakika durup kendi kendimize şu soruyu soralım: “Ben hak batıl mücadelesinin neresindeyim?” Sonra bir soru daha: “İçimde yanıp tutuşan bir dava aşkı var mı?” Ve son bir soru daha: “Ben bu dava aşkını büyütmek için ne yaptım?” Bu soruları kendi kendimize sorduktan sonra dava aşkının kuru kuruya lafla olmayacağını idrak ederek büyük zatların hayatlarını bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirdiğimizde bu konuda bir nefis muhasebesi yapmış oluruz ki bu da bizim gerçekten bir dava adamı olup olmadığımızı gösterir. İşte o zatlardan örnekler:

İskilifli Atıf Hocalar, Bediüzzamanlar davaları için mahkeme mahkeme dolaşmış, zindanlarda, sürgünlerde ömür çürütmüşlerdi. Karanlık ve nemli hücrelerde soğukla, küfle ve haşeratla baş etmeye çalışıyorlardı. Canları acıyor, tenleri üşüyordu. Ve onları da hapishane önünde bekleyenleri vardı. Mehmet Akifler vatanından ayrı kalmış, Necip Fazıllar türlü türlü çileler çekmişti. Kırk yıllık siyasi hayatını hep engellemeler ve yasaklamalarla geçiren, kurduğu partiler bir bir kapatılan ve daima baskı altında tutulan Necmettin Erbakan Hoca´nın mücadelelerle dolu ömrü bizim için ibretlerle doludur.

Bu devirde imanlı bir neslin yetişmesi için elini taşın altına koyacak yiğit insanlara ihtiyacımız var. Heyhat yok mu yeni bir dünyayı kurmak isteyenler? Yok mu evlatlarını dinsizlik seline kaptırmak istemeyenler? Yok mu Allah için küffara karşı kinini muhafaza edenler? Yok mu davasında inat edenler?
Aydın Başar, Anadolu Gençlik Dergisi


DÜĞÜNÜNÜZE RASULULLAH´I DAVET EDEBİLİR MİSİNİZ ?


İslam´ın gayesi müntesiplerine dünya ve ahiret saadeti bahşetmektir. Bu gayeye ulaşma noktasında temel sınırlar çizmiştir. Çizilen bu sınırlara riayet etmedeki hassaslık dünya ve ahiret saadetinin belirleyici unsurudur. Hiçbir Müslüman yaratılış gayesi dışına çıkmayı aklından bile geçirmemeli; İslam´ın çizmiş olduğu bu sınırları yeryüzü haritası haline getirme çaba ve gayretinde olmalıdır. Her insanda bulunan temel üç kuvvet vardır. Birincisi Akıl gücü, İkincisi Gadab gücü, Üçüncüsü Şehvet gücü. Bu üç güç ilahi sınırlar içerisinde kontrol altına alınmalıdır. Aksi halde akıl gücünün taşkınlığından ilmi ve ahlaki fesat, gadap gücünün taşkınlığından zorbalık ve despotluk, şehevi gücün taşkınlığından iffetsizlik ve karaktersizlik ortaya çıkar. Akıl gücü nakle (Kuran ve Sünnet) teslim olduğu zaman ilim ve irade, gadab gücü Allah yolunda cihada teslim edildiği zaman hak ve adelete, şehevi güç nikaha kayıtlandığı zaman istikamet zuhur eder.

Müslüman´ın hayatında önemli bir dönüm noktası olan evlilik bütün aşamalarıyla Müslüman bir kimseye yakışır bir şekilde icra edilmelidir. Halk arasında gayrimeşru pek çok yanlışı meşru kılmak için “düğün düğün gibi olmalıdır.” sözü yerine “ “Müslüman´ın düğünü Müslüman´a yakışır şekilde olmalıdır.” şeklinde düzeltilmelidir. Düğün merasimleri evlenecek çiftlerin her birisinin azami düzeyde İslami hassasiyetin gereğini sergilemelidirler.

DÜĞÜNLERİMİZ NASIL OLMALIDIR?

Düğün merasimi günümüzde yiyecek ve içecek ikramını içinde barındırdığı için velime yani düğün yemeği hükmü ile paralel hükümdedir. Böyle bir girişten sonra düğün merasiminin ve bu merasime davetin hükümlerinden bahsedelim:

Düğün için yemek hazırlayıp bu merasime davette bulunmak Hanefi, Şafi ve Hanbeli mezheplerine göre sünnet, Maliki mezhebine göre ise müstehaptır. İslam alimleri düğün merasimi davetine icabet hususunda üç ayrı gruba ayırmıştır. Maliki, Şafi ve Hanbeli fukahası ve Hanefi fukahasının bir kısmı düğün merasimi davetine icabetin vacip olduğuna hükmetmişlerdir. Şafi ve Hanbeli fukahasının bir kısmı Hanefi fukahasının çoğunluğu düğün merasimine icabetin sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Bununla birlikte Hanbelilerden ve Şafilerden farz- kifaye olduğuna hükmedenler de olmuştur.

DÜĞÜN YEMEĞİNE İCABETİN ŞARTLARI


Davet mekanında kişiye sıkıntı verecek bir durumun ve ona zarar verecek bir düşmanın bulunmaması. Düğün mekanında herhangi bir münker (kötülüğün) bulunmaması. Fukaha “Bir kimse düğün yemeğine davet edilir; davete gelmeden önce orada içkilerin bulunduğu, gayri meşru eğlencelerin ve isyanların bulunduğunu bilirse ve gittiği zaman bu isyanları kaldırmaya güç yetiremeyeceğine kanaat getirirse o kimsenin bu düğüne icabet etmeme noktasında mesul olmaz.” demişlerdir. Davet edilen mekanda şeran haram kılınan resimlerin bulunmaması. Fukaha düğün merasimine icabet için o mekanın uzuvları tam insan ve hayvan resimlerinden soyutlanmış olmasını şart koşmuşlardır. Davet mekanında köpek bulunmaması. Maslahatı olmayan, sadece süs için bulundurulan köpek bulunmaması maliki ve şafi mezhebinin davete icabete getirdiği şartlardandır. Hanefi mezhebinde bu husus manilerden zikredilmemiştir. Davet mekanının tehlike arzedecek şekilde aşırı izdihamlı olmaması. Davet mekanının sıkıntı verecek şekilde uzak olmaması. Malikiler uzak olmamasını dikkate almışlardır. Davet mekanına gelen misafirleri karşılayanların kadınlar olmaması. Davet eden kişinin kibir ve övünmek için davette bulunmaması. Davetin kibir ve övünme için yapıldığı sabit olduğu zaman bu merasime icabet edilmemelidir. Hanefi fukahası özellikle alimlerin icabet etmemesi gerektiğine hükmetmişlerdir. Davet mekanında kadın ve erkeklerin karışık bulunmaması. Mezheplerin tamamı bu hususta ittifak etmişlerdir. ( Kaynak:Al-Mavsuat Al-Fıkhiyye cilt 45 bab: Velime / Kuveyt)

GÜNÜMÜZ DÜĞÜNLERİNDE YAPILAN BAZI YANLIŞLIKLAR

Düğün merasimlerinin israfa kaçacak şekilde abartılı ve hiç faydası olmayan şölen ve ayinlere dönüştürülmesi. Mesela maliyeti hiçte azımsanmayacak havai fişeklerin atılması. İsraf haramdır. Düğün merasimlerinde Alkol ve her türlü sarhoşluk verici içeceklerin kullanılması. Sarhoşluk veren her şey haramdır. Düğün merasimlerinde ölçüsüz bir şekilde çalgı aletleriyle icra edilmesi. Sözünde isyan bulunan şarkılar, icra edeni kadın olan şarkıcılar, nahoş meclislerin sembolü haline gelen bazı çalgı aletleri düğün merasimlerinde tamamen uzak tutulmalıdır. Unutmayalım ki her meclis ya lehimize, yada aleyhimize şahittir. Sözünde isyan olmayan, icra edeni kadın olmayan, def gibi kullanılmasında sakınca olmayan meşru musikilerle düğün merasimlerine canlılık katılabilir. Düğün Merasiminin icra edildiği mekanlarda haremlik selamlık diye tabir edilen kadınların ve erkeklerin ayrı bölmelerde bulunmasına riayet edilmemektedir. Kadınlar ve erkeklerin ayrı mekanlarda bulunması temin edilince diğer geçen maddelerde bahsedilen hatalara düşmemek kaydı ile kadınlar ve erkekler kendi aralarında meşru oyun ve eğlenceler bile düzenleyebilir. Düğün merasimlerine zengin ve hatırlı kimselerin çağırılıp; fakirlerin çağırılmaması. Şunu unutmamak gerekir ki düğün merasiminin temelini teşkil eden düğün yemeği uzanan fakir elleriyle bereketlenir. Fakirlerin çağırılmadığı düğün merasimi Rasulallah´ın diliyle en şerli davet ve meclis olarak nitelendirilmiştir. Düğün merasiminde düğün sahiplerinin düğüne gelenleri karşılarken kadın ve erkek ayrımı yapmaksızın her birisi ile tokalaşması veya kucaklaşması. Bir kimsenin mahremi dışındakilerle tokalaşması dinen katiyen caiz değildir.Bu durumu istisnalar içinde sayıp meşrulaştırmak isteyenler ise kesinlikle yanlış yapmış olurlar. Düğün merasimlerinde gelin ve damadın merasimciler önünde dans etmeleri ve şarkı söylemeleri. Ayrıca gelin ve damadın erkek ve kadın ayrımı yapmaksızın bütün katılımcıları tokalaşarak karşılamaları ve uğurlamaları. Düğün merasimlerindeki çalınan çalgılar esnasında ister meşru ister gayrimeşru olsun ezan okunduğu halde müziklerin devam edip ezana hürmeten ara verilmeye ihtiyaç duyulmaması. Bölge ve töreye göre uygulamadaki yanlışlar farklılık arzedebilir. Artıp eksilebilir. Ama işin duygusal boyutu icra etmiş olduğumuz düğüne Rasulullah´ı davet edebilir miyiz. İşte düğünlerimizi bu hususlara dikkat ederek icra edelim. Rasulullah´ı davet edemediğim düğün olsa olsa şeytanın düğünü olur.

Bir düğün merasimi şu şekilde icra edilebilir:

1- Düğün merasiminin akışının spiker tarafından sunulması.

2- Kuran´ı Kerim tilaveti.

3- Gelin ve damat yakınlarından bir büyüğün düğüne iştirak edenlere nezaketen “hoş geldiniz” selamlama hitabı.

4- Düğün ortamına uygun içerikli marş ve ilahilerin bıktırıcı olmamak kaydı ile seslendirilmesi.

5- Günün anlam ve önemini belirten, ehil bir kimse tarafından yaklaşık yarım saatlik süren bir sohbet.

6- İkramların katılımcılara sunumu.(Bu esnada rahatsızlık vermeyen hoş bir fon dinletilebilir.)

7- Gelin ve damadın salona giriş ve çıkışları esnasında tekbirler veya salatü selamlar getirilmesi ortama manevi bir atmosfer kazandırır.

8- Bu mutlu beraberliğin ömür boyu İslam´ın güzellikleri ile af, afiyet, sıhhat ve selamet içerisinde devamı mahiyetinde edilen bir dua ile son bulur.
Ömer Arif


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46887 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol