Hoşsâda-171
“Âvâzeyi bu aleme Davud gibi sal,
Bâki kalan bu kubbede bir hoşsâda imiş”(Bâki)

H O Ş S Â D A


22 Mayıs 2009 Cuma
27 c.evvel 1430
sayı: 171




Hz. Ömer (ra)`in Özlemi; `BİR ODA DOLUSU ADAM`


Zeyd bin Eslem`in babasından naklettiğine göre Ömer bin Hattab (ra) bir gün dostları ile otururken aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
Ömer (ra): `Haydi, herkes bir şey dilesin` demiş. Oradakilerden biri: `Ben, şu oda dolusu gümüşüm olsun da onu Allah yolunda harcayayım isterim` demiş.
Bir başkası: `Şu oda dolusu altınım olsun da Allah yolunda harcayım isterim` demiş.
Bir diğeri: `Bu oda dolusu mücevherim olsa da Allah yolunda harcasam isterim` demiş.
Hz. Ömer `Başka?` deyince,
`Başka bir şey istemeyiz` demişler.
Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) kendi arzusunu şöyle dile getirmiş: `Ben, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Muaz bin Cebel ve Huzeyfe bin Yeman gibilerden şu oda dolusu insan isterim ki onları, Allah yolunda görevlendirebileyim.`
İşte onlardan biri: Muaz bin Cebel (ra)
İkinci Akabe sözleşmesi sırasında Müslüman oldu. On sekiz yaşındaydı. Kısa zamanda `Ümmetin helal ve haramı en iyi bileni` oldu.
Hz. Ömer (ra) zamanında otuz beş yaşlarında öldü. Yaşadığı kısa hayata rağmen başta Resulullah (sav), olmak üzere büyük sahabelerin ve çevresindeki insanların sevgisini kazanmış, ismini gönüllere nakşetmişti.
Ahlakıyla ve dünya malına dönüp bakmamasıyla bilindi. O kadar veriyordu ki, almaya muhtaç hale gelmişti. Ama vermekten vazgeçmedi.
Abdullah bin Mesud (ra) onun hakkında şöyle diyor: `Muaz tek başına bir ümmetti. Allah için yaşardı. Biz onu İbrahim peygambere benzetirdik.`
Yakalandığı taun hastalığından öleceğini anlayınca şöyle dua etti: `Allahım! Ben senden korkuyordum. Şimdi ise senden umuyorum. Allahım! Biliyorsun ki ben, nehirleri akan, ağaçları dikili bir dünya için yaşamadım. Bütün hayatım, susuz ve çetin zamanlar için, daha çok ilim, iman ve taat içindi.`
Onun dik duruşuna Ömer (ra) da hayrandı. Onun için; `Muaz olmasaydı Ömer helak olurdu` demişti.
Kur`an`ı ezber bilenlerden ve güzel okuyanlardandı. İlmine güvenileceğini bizzat Peygamberimiz (sav) söylemişti. Onu bu nedenle, din öğretmek için görevlendirdi. Şehirlerin, ülkelerin Müslüman olması onun omuzlarına yüklenmişti.

DÜN DE BUGÜN DE AYNI ADAMI ARIYORUZ

Yer işgal eden değil, yer dolduran, harcadığından çok üreten, liyakatli, ahlaklı, vefalı, sabırlı, zor zamanın adamı… Arandı, aranıyor. Kendisinden çok ümmetini düşünen, insan olmanın insan dışındaki mahlûklardan farklılığını idrak eden, Allah`tan korktuğu her halinden belli olan, şehvetler önünde erimeyen, sözüyle eylemi aynı olan, dik ve cesur, yalpalamayan adam… Arandı, aranıyor. Kınamalara aldırmayan, dünya ile ahiret arasında denge kurabilen, gece âbid gündüz mücahid, eliyle, diliyle, malıyla cihad eden adam… Arandı, aranıyor.
Aranan hep O… Zenginleşince fakirlik günlerini unutmayan, omuzlarına yük konunca nazlanmayan, mazeretler üretmeyen, `ama ve fakat` demeyi bilmeyen, dininden taviz vermeye razı olmayan adam… Arandı, aranıyor.
O hep arandı; gün oldu Hâbil olarak çıktı. İsmail olarak çıktı.
Gün oldu grup oldular, mağaraya sığındılar, `Ashab-ı Kehf` oldular.
Yesrib`te Mus`ab olup, Medine kurdular.
Erkam ehli oldular. Suffa ehli oldular. Bedir ehli oldular.
Mağarada Ebu Bekir (ra) oldular.
Ölüm yataklarında Ali (ra) oldular.
Haçlıların önünde Salahaddin, Fatih, Seyit Çavuş oldular.
Onlar, hak ve batılın iki zıt kutup olarak yeryüzüne indiğinden beri arandı, aranıyor;
Allah`ın dini için `fedakâr, gecesi gündüzüne katılmış adam` arandıkça aranacaktır.
Ömer`in aradığı, kerpiç duvarlı odasını dolduracak adamlar o adamlardı. Kendisi gibi adamlar arıyordu. Bedenleri odaları, heybetleri gözleri dolduran, meleklerin imrendiği adamlar arıyordu. Zahid, muttaki, fethettiği topraklarda elinin ve emrinin altındaki servet denizinin ortasında aç gezecek; ama davasından geçinmeyecek adam arıyordu.
Alan değil, veren…
Kendisine kefenlik olarak hazırlanan bezi görünce: `Üç gün sonra çürüyecek bir vücut için bu kadar bezi zayi etmeyin, iki kat kefen bana yeter.` diyecek temiz elli ve dilli adamlardı Ömer`in (ra) aradığı adamlar.
O adamlar fethedip şirkten temizledikleri topraklardaki düşüncelerden, yaşam tarzlarından etkilenmedikleri gibi, bütün dil ve coğrafya engellerine rağmen kendi akidelerini o yerlerdeki insanların gönüllerine yerleştirdiler. Etkilenmeyip etkilediler.
Almadılar verdiler. Temsilcisi oldukları peygamberlerinin yüz akı oldular. Onu hiçbir yerde mahcup etmediler. Gözleri ve elleri güven verdi. Dillerinden bal aktı. Dostlarını da düşmanlarını da hayran bıraktılar. Ne ibadetten taviz verdiler, ne de cihattan. Dünyadan da nasiplerini unutmadılar. Adım başı bir keramet sergiledikleri halde, keramet kampanyaları açmadılar. Ayaklarını kaydırmadan sadık Müslüman olarak yaşamayı en büyük keramet ve nihai hedef olarak gördüler.
Ömer (ra), onlarla ve onların başında yaşadı. Sonra bir bir adamlarını kaybedince, gelecek nesillere fetih erlerinin temel karakterlerini, vasıflarını anlatmak istedi. Ümmetin hasretini dillendirdi: Ebu Ubeyde, Muaz ve Huzeyfeler...
Hz. Ömer`in odasını dolduranlardan;
Ebu Ubeyde bin Cerrah
İslam`ın ilk günlerinde Hz. Ebu Bekir (ra)`nın eliyle Müslüman olup cennetle müjdelenen on sahabe arasına girdi.
Resulullah (sav)`la beraber bütün cihad hareketlerine katıldı. Bedir savaşı esnasında, Müslümanlara kılıç kaldıran ve Resulullah (sav)`ı, öldürmek isteyen müşrik babasını öldürdü.
Dünyanın en zengin topraklarını fetheden komutan iken karnı zor doyacak bir halde idi. Hz. Ömer (ra), evinde onu ziyaret etmiş ve evin bütün eşyasının bir keçe, bir kırba ve birkaç lokma yiyecekten ibaret olduğunu görünce ağlamış ve şöyle demişti: `Dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi. Allah`a hamdolsun ki, Müslümanların içinde böyleleri vardır.`
Resulullah (sav), ona o kadar güveniyordu ki, onu `eminü`l-ümme` lakabıyla andı. Kur`an`ın tamamını ezberleyen sahabelerden biridir.
Hz. Ömer`in odasını dolduranlardan;
Huzeyfe bin Yeman
Bedir gazvesinden önce Müslüman oldu. Ondan sonra da Resulullah (sav)`ın yanından hiç ayrılmadı. Bütün cihad hareketlerine katıldı. Fetihler yaptı. İlim yaydı. Şehirler yönetti.
Tarafsız hiç olmadı. Hep Hakkın tarafında ve tavizsiz bir tavır sergiledi. Zahitti. Şöhrete ve mala tenezzül etmedi. Medain şehrine vali olarak tayin edildiğinde kendisine ne kadar maaş istediği sorulunca, karnını doyuracak yiyecekle merkebine ot istemişti. Kendisine giydirilecek kefenin bile değerli bir bezden olmamasını istemiş ve şu açıklamayı yapmıştı: `Nasıl olsa mezarda ya daha iyisi ile ya da daha beteri ile değiştireceğim o kıyafetimi!`
Münafıklığın düşmanı, mertliğin dostu olarak yaşadı. Hep dik durdu. Eğilip bükülmedi. Acizlik, zafiyet ve imkânsızlık onun sözlüğüne girmedi.
Hendek savaşında Peygamber Efendimiz, onu düşman birliklerinin içine girip bilgi toplamak için görevlendirmişti. Ölümle iç içe bir görev olduğu halde yok demedi. Gitti. Öğrendi, geldi. Müjde yüklü haberleri ile Peygamber Efendimiz’i sevindirdi.
Dengeli bir Mümindi. Herkese yaptığı nasihatlerin başında şu sözü gelirdi: `Sizin en iyileriniz, ahiret için dünyayı terk edenleriniz veya dünya için ahireti terk edenleriniz değildir. İyileriniz her ikisini de (dengeli bir şekilde) yürütenlerdir.`
(Nurettin Yıldız)

  Hoşsâdalar  
bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46879 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol