Hoşsâda-167/1
“Âvâzeyi bu aleme Davud gibi sal,
Bâki kalan bu kubbede bir hoşsâda imiş”(Bâki)

H O Ş S Â D A


10 Nisan 2009
15 R. Ahir 1430 Cuma
sayı: 167
/1


Bilge Mimar
"TURGUT CANSEVER"


- Türkiye'nin önde gelen mimarlarından Turgut Cansever, 22 Şubat 2009 günü 89 yaşında İstanbul'da vefat etti. Turgut Cansever, 1920 yılında Antalya'da doğdu. İstanbul Güzel Sanatlar Fakültesi Mimarlık Bölümü'nde okuyan Cansever, 1951'de mimarlık bürosu kurdu.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden sanat tarihi doktoru ve doçent unvanını alan Cansever, 1959-60 yılında, kuruluşunda bulunduğu Marmara Bölgesi Planlama Teşkilatı Başkanlığı ve 1961'de İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Cansever, 1974-75'te Dünya Bankası İstanbul Metropol Planlama Projesi'ne başkanlık yaptı.
1974-1976 arasında Avrupa Konseyi Türk Delegasyonu üyeliği yapan Cansever, 1975-1980 arasında İstanbul Belediyesinde, 1979'da Ankara Belediyesi metropol planlama, yeni yerleşmeler, kent merkezleri ve koruma danışmanlığı görevlerinde bulundu.
Turgut Cansever'in yayımlanmış kitapları arasında ''Şehir ve Mimari'', ''Ev ve Şehir'', ''Kubbeyi Yere Koymamak'', ''Şehir ve Mimari Üzerine Düşünceler'' ve ''İstanbul'u Anlamak'' bulunuyor.
2008 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri kapsamında mimari dalında büyük ödüle, 2007 yılında TBMM Üstün Hizmet Ödülü'ne ve 2005'te Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünce mimarlık dalında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'ne layık görülen Cansever, 1999 Marmara depreminin ardından ''İstanbul Deprem Çalışma Grubu''nu oluşturmuş ve ''Depreme Karşı Yeni Şehir Üretimi Projesi''ni hayata geçirmişti. Cansever, Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü de 3 kez almıştı. Bir mimar hakkında arşiv değerinde belgelere dayanılarak hazırlanan ilk sergi olan ''Turgut Cansever: Mimar ve Düşünce Adamı'' başlıklı sergi, 2007 yılında İstanbul'da açılmıştı.

"Ortak güzelliklerimiz Batılılaşma uğruna tahrip edildi"

“Kültür dediğimiz şey halktan koparıldı önce. Bir grup Batıcı zevatın Batı dünyasında gördüklerini buraya nakletmeleri düzeyine indirildi. Tanzimat'tan ve Cumhuriyet'ten sonra halkın kültür ile ilişkisi kılıçla kesilmeye çalışıldı. Halkın sanatı yaşamasını yok etmeydi bu. Mimari söz konusu olduğunda, mühendislik mimarlığın yerine getirilerek 'kimsenin aklı ermez, bu iş hesaptır' denerek, halk mimari çevrenin oluşturulmasından kopartıldı. Mimari eserin bütün insanlara açık olan yüzlerinin konuşulup tartışılması, bütün güzelliklerinin tartışılarak yaşanması gündem dışına itildi. Böyle olunca da eserler müzelik oldular.
Osmanlı toplumunun ortak güzellik değerleri vahşi Batı değerleri ithal edilerek Türk aydınları tarafından tahrip edilmiştir. O zaman Sinan'ın eserleri toplumdan tecrit edilmiş, taş yığını haline düşürülmüşlerdir. Bu değerler allak bullak edildi. Ne için? Paris'e benzemek için. Hangi Paris'e? Bonapart'ın isyan edebilecek Fransız halkını top ateşine tutup bastırabilmek için tasarladığı Paris'e... Bu değerleri ve eserleri görmemizi engelleyen en önemli gözlük, Batılılaşma gözlüğüdür, apartmancılıktır. Bu iflas etti. Mesela genelde İslam, özelde Sinan mimarisinde, camilerin yaşama biçimine bakmalı. Yapıyı kullanan herkes, yapıda kendi yerini kendisi tayin ediyor. Bu tam mutlak bir demokratik yapıdır, mimarideki demokrasidir. Yapı emretmiyor, kesin olarak tarafsız bulunuyor. Mesela Süleymaniye'de kubbe dizisi bir istikamet veriyor gibi gözükse de sağa ve sola doğru açılarak yapı, tamamen merkezi ve istikameti olmayan bir yapıya, içindeki herkesi eşitleyen güzelliklerle örülmüş bir örtüye dönüşüyor. Oysa kilise mimarisinde veya bugünkü fonksiyonalist mimaride yapı, sizin yerinizi tayin eder ve sınırlar." Bu sözler, 'bilge mimar' namıyla bilinen Turgut Cansever'in.
***
Hakan Albayrak'ın hayalinde var olana yoldaş olup biz de eklemiştik hayalimizin en baş köşesine Bosna'da "Yeni İstanbul" şehrini kurmayı...
Planı-projesi MÜTEFEKKİR, ressam, neyzen ve mimar Turgut Cansever'e ait, toprağa yakın bir camiinin etrafında örgütlenmiş, nüfusu adab-ı muaşerete riayetkar Türkiyeli müslümanlardan müteşekkil, güzel, ille de güzel bir şehr...
Yalın Kur'an tilavetleri, yalın ezanlar ve yalın şarkılar biçimlendirecekti bu şehrin havasını...
İki katın üstüne çıkmayan ahşap ve taş binalar olacaktı...
Buhur kokan bir çarşı...
Alışverişlerde muhakkak ki, yetimler, öksüzler, mücahidler, yolcular, mazlumlar, mustaz'aflar.. için ayrılan paylar olacaktı...
Dolup taşan dayanışma sandıkları ve Cenab-ı Allah celle şanuhu'nun mukabil bereketi...
Ve bir üniversite olacaktı...
Aliya İzzetbegoviç gibi adamların ahlaklı siyaset,
Albay Müderris gibi adamların ahlaklı savaş,
Sezai Karakoç gibi adamların ahlaklı medeniyet,,
Turgut Cansever'in ahlaklı mimari dersleri vereceği...
Ama ki, "her canlı ölümü tadacaktı"tı... (al-i imran/185,, enbiya/35,, ankebut/57), "dönüşümüz O'na" ydı... (bakara/186)
Ve illa ki, " vadeleri dolduğunda onu bir tek an olsun, ne geciktirebilirler ne de öne alabilirler"di... (araf/34,, nahl/61)
Rabb'imiz bizi cennetinde buluştursun...

- "İnsana çok sıradan bir şeymiş gibi geliyor ama; bir Bursa'nın, bir İstanbul'un meydana getirilmesi, o tektoniklerin güzelliklerinden bir şey kaybetmeden, bir 'bütün'ün parçaları gibi nakış nakış işlenmiş olması âdeta bir mucizedir."
- …"İslâm, Varlığın bütünlüğünü, insan hayatının bütün veçhelerini kapsar. Bu bakımdan evler, mahalleler ve şehirler İslâm mimarlık kültürünün büyük abidelerinden ayrılamaz."
"Bu dönüşümle beraber, İslâm ülkelerinin özellikle sömürgeci, işgalci kültürlerle daha yakından temas halinde bulunan şehirli nüfusu, İslâm'ın ev, mahalle ve şehir kültürünü reddedip, Batı taklidi apartman hayatını tercih ettiği için bütün İslâm ülkelerinde evler ve mahalleler yok oldu."
"Büyük abideler de çevrelerinden koparılıp yalnız ve fonksiyonsuz ölü yapılar haline getirildi."
Nicedir çözemediğim mesele: Bakıyorsunuz, muhafazakârlık bayrağına en çok sarılanlar, İstanbul'un dört bir yanını kuşatan, hatta tarihî dokusuna küstahça sızan gökdelen mimarisinden enikonu hoşnut. Amerika, Avrupa kentlerinden aşağı kalmadığımızı düşünerek övünç bile duyuyorlar. Hiçbir kuşkuya kapılmaksızın.
Oysa Turgut Cansever, 1980'lerde son noktayı koymuş: Yenilik, modernleşme peşinde bilinçsizce koşanların, mahalleleri ve tarihî şehirleri yok ettiklerini vurguluyor. Herhalde iç sızısıyla ekliyor: "... sonucunda sefalet mahalleleri oluştu..."

- “Cahil kafalarda bütün esrârını kaybeden Islam, entelektüel bir kafada ne kadar güzeldir.”


- Turgut Cansever Hoca, daha yaşlı olduğu genç cumhuriyetimizin bütün birikimini tevârüs ettiği gibi, Osmanlı irfanını temsil eden son kuşakları yakından tanıma şansına da kavuşmuş; çok iyi bildiği ve tahlil ettiği Batı karşısında bir üçüncü dünyalı gibi değil, muhteşem bir medeniyetin mağrur çocuklarından biri olarak, başını dimdik tutmayı başaran, hatta Batı’da yapılanların dışında durmak şartıyla, birçok alanda Batı’nın önüne bile geçilebileceğine, özellikle mimaride yeni yönelişlerin bundan böyle ancak Türkiye’de olabileceğine inanan; inanan değil, bunu bizzat gösteren bir bilge/mimardır.

- O daima pratiğin içindedir; esasen bu durumdan pek şikayetçi olduğu söylenemez, çünkü o Osmanlı’dır, yaparak düşünür.
… Batıda olduğu gibi, bizde de, insanın insan olarak güzel bir dünyada yaşaması ve varlıktaki bütünlüğün şuuruna varması amaç olmaktan çıkmıştır. İnsan, artık teknolojinin, politik ve ekonomik güçlerin hakir bir hizmetkârıdır. Mimariye de yansıyan bu korkunç yanılgı, teknolojiye ve ekonomik çıkarlara öncelik veren, insanı küçülten, ezen, seçme ve karar verme yeteneklerini kısıtlayan dev ölçülerin ve gayri insanî bir çevrenin ortaya çıkmasına, dolayısıyla fizikî, ruhî ve kültürel alanlarda kirliliğe yol açmıştır.

MÜTEFEKKİR, ressam, neyzen ve mimar Turgut Cansever vefat etti… Yeni ve anlamlı şehirler, evler, hayatlar kurmayı ümid ettiğimiz bir eşikte bizi bir başımıza bıraktı. Mevla rahmet eyleye. Bir yıldız söndü ve ondan uzaktakiler sanki ne duyacak, ne hissedecekler?
O iyi bir mümindi. Garipti. Ciddiydi. Samimi ve heyecanlıydı. Her dem tazeydi. Mütevekkildi. O “hep etrafımda iyi insanlar oldu. 88 yıllık ömrüm boyunca sadece bunun için Allah’a ne kadar şükretsem azdır.”..
Cansever derunî bir mesuliyet hissi ile hareket ediyordu. Adorno Minima Moralia’da “Başkalarının iktidarının da kendi iktidarsızlığımızın da bizi aptallaştırmasına izin vermeme”kten bahseder. Cansever bir taraftan bu aptallaştırmanın bizi içine ittiği mağduriyete kızıyor diğer taraftan ise bundan kurtulmak için çıkış yolları işaret ediyordu. Cansever’in bir tarihçiden aktardığı, “İnsanın başarısının büyüklüğü, çözdüğü çelişkinin büyüklüğüyle orantılıdır” sözü tam da bu durumu özetler nitelikte.
Modern çağın aceleci insanının aksine, hareket içinde sükûneti, sükûnet içinde hareketi, küçük olanı, tevazuu, sadeliği, bilgiyi, ciddiyeti öneriyordu. Kalıcı olan şeyin aslında fanilikte aranması gerektiğini ondan öğrendik. Aynı şekilde bayağı ve geçici olanın bünyelerde ne büyük tahribatlar yaptığını da.
… Konfüçyüs’ün “Kalbini temizle, dik dur ve ağır adımlarla ilerle!” deyişini hatırlatır ve Türkiye’nin ancak insanların kalplerinin temizliği oranında yol alabileceğini ifade ederdi. Sonra birden heyecan ve coşkuyla “Aslında akıl almayacak kadar çabuk neticeler de alabiliriz” derdi. Ferdî arınmayı toplumsal kurtuluşun ön şartı kabul ediyordu. İnsan önce kendine dönmeli ve en önce kendini kurtarmalıydı. Tanıyanlar buna şahittir. Yaşadığı hayat, dile getirdiği, yıllar yılı kavgasını verdiği fikirlerine tamamen tetâbuk ediyordu. Kalbî olanı istedi, çünkü Zarifoğlu gibi ‘Kalbin çıkarı yücelerde olur’ fetvasına inanıyordu.

Burada kalamazsın, başa dönemezsin ama dön
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!
Şair İsmet Özel, Konfüçyüs’ün bu meselinden haberdar mıydı? Ya da Cansever, Şairin bu şiirinden. Veyahut Şair, Cansever’in bu anlatışından... Bilmiyorum. Bildiğim, Şairin bu ‘masum uğraşısı’nın tam da Mimarın gösterişsiz bir mükâlemede bulduğu derin tahayyüle denk düştüğü.

Cansever, kavgacı ve inatçıydı. Doğru ve hak bildiklerinin kavgasını verdi. İyiyi ve güzeli aradı. Umdelerinden taviz vermedi, inat etti. Buna karşın insanî ilişkilerinde merhametli, nazik ve latifti…


MİMARİ, ŞİİR VE SİYASET

… Şeytan renkten renge, kılıktan kılığa giriyordu: Nefs, gurur, modernlik, ruhsuzluk, standartsızlık, standartları putlaştırmak, cahillik, okumuşluk görüntüsü… “Prefabrike, beton konut imal eden ‘fabrikalalar’ı İblis’in bizzat tezahürü” sayıyordu. Mimar elbette teknolojik imkânlardan yararlanacaktı; fakat işi teknolojiden ibaret görüp, mimariyi çevreye hükmetmek sanmak firavunluktan başka bir şey değildi.
Osmanlı mimarisi, Osmanlı inanç ve düşünce dünyasının taşa yansımasıydı. Üstün teknik donanımına rağmen, Mimar Sinan teknolojik başarıların peşinde koşan bir kişilik değildi. “Onu kendine has Osmanlı kültür ortamından soyutlayarak, Rönesans’ın belirlediği amaç ve çözümlemelere ulaşma çabasındaki bir sanatçı olarak algılamak yanlıştır. İslam düşünce ve kültürünün temel ilkesi Tevhîd’dir ve İslam mimarisi bu ilke ekseninde vücut bulmuştur. Sinan, bu arayışın zirveye ulaşmasıdır.”

Fatih’ten Beyazıt’a Nasıl Geçildi?

… Bilim Sanat Vakfı’nın düzenlediği Vefa Semti Sempozyumu’nda muhteşem bir konuşma yapan Turgut Bey, bir nesil içinde Fatih Camii mimari ve felsefesinden Beyazıt Camii’ne geçişi Şeyh Vefa Etkisi ile açıkladı. Bu geçiş ona göre Osmanlı sistemini insanileştiren, onu gelecek nesillerin katkılarına elverişli hale getiren önemli bir dönüm noktasıydı.
Kimdi Şeyh Vefa? Kendisine bağlanmak isteyen İstanbul fatihini reddedebilen müstesna bir şahsiyet. Sultan, kendisini ziyaret için haber gönderip destur talep ettiğinde, Ebu’l-Vefâ Hazretleri der ki: “Hünkârıma selam ve saygılarımı arz edin, gelmesin, müsait değilim.” Fâtih “Ben gideceğim. Öyle arzu ediyorum, içim daralıyor” der.
Ve gidiyor padişah. Fakat Hoca Efendi camiyi kilitliyor ve padişahı içeriye almıyor. İstanbul’u fetheden büyük kumandan, bir süre dolaştıktan sonra tıpış tıpış sarayına geri dönüyor. Tabii şeyhin etrafındakiler şok oluyorlar. Cihan padişahına nasıl böyle bir muamele yapılabilir? Ve niçin yapılır? Diyor ki Ebu’l-Vefâ: “Benim onun gibi mürîde ihtiyacım yok. Bakın sizler varsınız. O şimdi gelirse buranın tadını alır, buradan çıkmaz, o zaman devleti kim idare edecek?”
Devleti idare edecek insanlar öyle kolay yetişmiyor. Dolayısıyla bir cemiyette hem Ebu’l-Vefâ Hazretleri olacak, hem Sultan Fâtih. Cemiyette bütün bunların birbirini tamamlaması ve her ferdin mümkün olduğu kadar iç dünyasıyla dış dünyasını dengeli hale getirmesi lâzım.
… Beyazıt Külliyesi tam Vefa modeline göre kuruluyor ve Osmanlı’nın kibrini tevazuya kalbediyor. Bir mimari tarzının seçimi, bir insani duruşun seçimine dönüşüyor…

.. Biz Arif Nihat Asya’ya, onun Süleyman Çelebi’den Mimar Sinan’a uzanan Osmanlı özlemine kulak veriyoruz:
“Vicdanlar, sakat çıkmadan
Ya Muhammed, yarına
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Adem oğullarına!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî bestelesin Tekbîr’ini
Evliyâ, okusun Kur’an’lar!
Ve Kur’an’ı göz nuruyla çoğaltsın
Kayışzade Osman’lar!
Na’tini Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!”
Mustafa Özel
İstikâmeti muhkem, sahih bir adam: Turgut Cansever

Bir gün, değerli büyüğüm İsmail Kara Bey, telefonda, Turgut Cansever Hoca’nın kendisini telefonla aradığını, yazmakta olduğu Mimar Sinan kitabı için o dönemdeki Osmanlı ilim ve düşünce hayatına ilişkin bazı sorular sorduğunu ve Dücane Cündioğlu’yla birlikte üçümüzü bu konuları müzakere etmek için evine davet ettiğini bildirdi. Gittik. Eserleriyle, yazdıklarıyla tanımama karşın, kendisiyle ilk defa yüz yüze ve doğrudan, aynı ortamda karşı karşıya gelmiştim. Daha evlerinin kapısından girerken ilk hissettiğim şey, karşısındakine de sirâyet eden, yaşının ötesinde bir heyecana sahip olmasıydı. Heyecan sözcüğünü rahatlıkla aşk ile değiştirebiliriz. Öyle bir aşk ki, tüm beyefendiliğine karşın, konuşurken kendisini konuştuğu konunun kavramsal örgüsüne ve temel yargılarına kaptıran, bir tür cezbe haline geçen ama mantıksal akışı ve dilsel örgüyü kaybetmeyen bir aşk...
Hoca’nın ne o sunumunu ne de sorularını hiçbir zaman unutmadım. Aslında o sunumdan heyecan ve aşkı, sorulardan ve soru sorma tarzından da bir bilginin, bir bilgenin ilgilendiği olgu ve olayları nasıl incelemesi gerektiğine ilişkin pek çok sonuç çıkardım…
İtiraf etmem gerekir ki, biz daha Hoca’nın heyecanının etkisindeydik ve yalnızca sorularının ağırlığı altında değil, sahiciliği altında da ezilmiştik. Hoca, her şeyden önce kendisine saygı duyan bir insandı; bu nedenle saygın bir kişi olarak el attığı her şeyi ciddiye alıyor, hem saygı duyuyor hem de saygın kılıyordu. Yaptığı işe saygı duymak, o işi saygın kılmak, ancak ve ancak kendisine saygı duyan insanın başarabileceği bir şeydir. Yalnızca saygı mı? Konusuna karşı ciddiyet ve titizlik de yine kendisini ciddiye alan ve kendisine karşı titizlenen bir kişinin dikkat edebileceği hasletlerdendir. Diyebilirim ki, incelediği olgu ve olaya karşı ciddiyet ve titizlik gösteren bir kişinin, o olgu ve olay hakkındaki bilgisini -malumatını değil- derinleştirebileceğinin ilk ciddi örneğini Turgut Hoca’da görmüştüm. Daha teknik bir deyişle ciddiyet ve titizlik bir epistemolojik ilkedir, kaynaktır ve kişinin bilgisini artırır. Bu ve daha sonraki görüşme ve konuşmalarımızda Hoca’nın yalnızca bilgin değil bir bilge olduğunu, üç selîm’i, akl-i selîm, kalb-i selîm ve zevk-i selîm’i kişiliğinde mezcettiğini, ilim ile irfanı şahsiyetinde bir araya getirdiğini en derinden hissettim. Öğretim (talim) biçimsel bir süreçtir ve konusunda uzman pek çok kişiden tahsil edilebilir. Ancak terbiye, organik bir süreç olduğundan bizâtihi o terbiyenin hedefini, sonucunu temsil eden canlı bir örnek ister. Turgut Hoca, işte böyle bir örnek isimdi; ilim ve irfanını, üç selîmî şahsında tecessüm ettirebilmiş bir temsîl’di.
… Sahici sorular, sahici adamların işidir ve muhataplarına da sahici yol açarlar. Turgut Cansever, istikâmeti muhkem, yönü olan bir insandı ve muhataplarına da muhkem bir yönü işaret etti. Artık sorumluluk, bu işarete muhatap olan kişilerin omuzlarındadır

İhsan Fazlıoğlu, Anlayış Dergisi

  Hoşsâdalar  
bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46883 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol