Hoşsâda-159


H O Ş S Â D A

“Âvâzeyi bu aleme Davud gibi sal,
Bâki kalan bu kubbede bir hoşsâda imiş”(Bâki)
9Ocak 2009 – 12 Muharrem Cuma …… sayı: 159


Müslümanca  Duruş…

 
“MAZLUMA DA ZALİME DE YARDIM EDİN.”

- İnsanlığın önderi ve örneği Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki: - “Mazluma da zalime de yardım edin.” soruluyor. - “Mazluma yardımı anladık da zalime nasıl yardım edebiliriz?” Rasulullah (sav) buyurdu: - “Onun zulmüne engel olmaya çalışın, bu da ona bir yardımdır.” (Tirmizî, Fiten/68, 2255)
Zalime yardım edin, yani zulmüne engel olmaya çalışın ki başkasına daha fazla zulmetmesin. Ona yardım edin ki kendine de daha fazla zarar vermesin. Öyle ya, zulmüne devam ettikçe Allah’ın lâneti, mazlumların ahı ve bedduası onun peşini bırakmayacaktır. Hem bu dünyada, hem de ötede fitil fitil burnundan gelecektir. Yaptığı haksızlıkların karşılığını mutlaka görecektir. Siz yine de merhametli olun, ona engel olmaya çalışın. Zalime asla prim vermeyin, yüz vermeyin, destek vermeyin oylarınız bile olsa… Müslümanlar her yönden güçlü olacaklar, otorite Müslümanların elinde olacak, zalime zulüm yapacak fırsat tanınmayacak, zalimin eline imkan geçmeyecek. Müslümanlar güçlü olduğu kadar cesur olacak, bir ve beraber olacak, alimleri önde olacak ki zalim diz çöksün…
- Filistin’de, İslam aleminde ve Dünya’da bunca zulüm, haksızlık ve gözyaşı olduğu halde az sayıda ilmiyle amil ilim adamlarımız müstesna nerede bu ümmetin ilim adamları, alimleri, şeyhleri, kanaat önderleri ? Bu suskunluk niye, çaresizlikten mi yoksa korkaklıktan mı susuyor bu ümmetin önünde olması gereken zevat ?
Şu ayeti çok iyi anlamalıyız: “Zalimlere yanaşmayın (meyletmeyin), yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah´tan başka veliniz (dost ve yardımcınız) yoktur. Sonra (O´ndan da) yardım görmezsiniz.” (Hûd, 11/113)
Yine Hz. Ali (ra) bir hutbesinde şunları söylemiştir: “Ey insanlar! Sizden önceki ümmetler, günah işlerlerken âlimlerinin onları bu işten menetmeye çalışmamaları yüzünden helak olmuşlardır. Onlar günahlara dalıp âlimleri de “Sakın bunları yapmayın! Allah’ın haram kıldığını işlemeyin” demedikleri için cezaları kendilerini çepeçevre kuşatarak helak edip onları dünya yüzünden silmiştir.
O halde onların başına gelenler sizin başınıza da gelmezden önce iyiliği emredip kötülükten menetme görevinizi hakkıyla yerine getiriniz. Hem şunu da biliniz ki emri bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker ne insanın herhangi bir rızkını keser ve ne de ecelini yaklaştırır.”
“Kalem Sahipleri Büyük İşler Başarabilirler Ancak Gerektiğinde Fikirleri Uğruna Canlarını Feda Etmek Şartıyla” diyor Seyyid Kutub.
Peygamberimiz buyuruyor ki: “Bu ümmet zalime zalim deme cesareti göstermediği zaman kıyameti bekle.” (Müsned, 2/190) “İnsanlar zalimi görüp de elini (zulümden alıkoymayacak olurlarsa), aradan fazla zaman geçmeden, Allah’ın onlara genel bir azap göndermesi yakındır.” (Tirmizî, Fiten 8. Tefsir 5/17. Ebu Davud, Melâhim 17. İbni Mace, Fiten 20. Müsned, 1/25.)
- Siyonist Yahudi ve İşbirlikçileri vazifesini yapıyor. Onların görevi daha çok kan dökmek, daha çok öldürmek ve sömürmek… O mübarek topraklarda bir avuç mücahid ise her şeyleriyle Siyonistlere karşı direniyor. Direnenler mutlaka kazanacaktır.
Fakat yaşadığımız asrın şahitleri olan ya bizler, biz Allah’ın yeryüzünde halifesi olan Müslümanlar napıyoruz ? İslam’sız saadetin olmayacağını, hak ve batıl’ın ne olduğunu bilen, hakk’ı fert, cemaat ve toplum bazında hakim kılıp, batılı da yok edecek şuura sahip olması gereken biz Müslümanlar napıyoruz ?
Vazifesinin idrakinde ve şuurunda olup imanla salih ameller peşinde olanlar, Hakkı ve sabrı yılmadan yorulmadan tavsiye edenler müstesna kimimiz dinin bir hayat nizamı olduğunu unutmuş, İslam’ı seccadeye, camiye ve kalplere hapsetmiş, din ile dünyayı ayırmış, kimimiz dünyanın peşine düşmüş yakalayıp dünyaya sahip olmaya hırslanmış, kimimiz sıcak yatağında cenneti arar olmuş, kimimiz dinler arası diyalog felaketine takılmış, dünyaya lıght (ılımlı) İslam diye yeni bir şey pazarlıyor, kimimiz muktedir olması gerekirken cılız kınama mesajlarıyla günü kurtarır olmuş, kimimiz de bu dünyanın çivisi çıkmış boş ver hastalığına tutulmuş… Bu böyle gitmez. Aklımızı başımıza almalı, adam gibi adam olmalıyız…
- Evet, kendimizi kurtarmaya çalışırken 6 milyar insanlığı unutmayacağız, 6 milyar insanlığı düşünürken de kendimizi unutmayacağız. Görevlerimizi ferdi ve toplumsal planda yerinde ve zamanında gerçekleştireceğiz.
“Tarık Ramazan’ın babası Said Ramazan der ki: “Eğer birisi bana gelip de İslam aleminde yapılması gereken reformlardan, uygulanması gereken siyasi stratejilerden ve jeo-stratejik planlardan söz ederse, benim ona ilk sorum sabah namazını vaktinde kılıp kılmadığı olur”
Galiba meselenin bam teli burası… İslam adına konuşan, yazan ve düşünce üretenler önce sabah namazını vaktinde kılıp kılmadıklarını cevaplamalılar. Çünkü bu sorunun cevabında bizim tüm meselelerimizin çözümü yatmaktadır. Çünkü en büyük farkımız namazımızdır. Çünkü “büyük işler” yapmaya yönelip sabah namazını “küçük işler” kategorisine aldığımız gün kaybetmeye başladık. Ve kalkışımız, düştüğümüz yerden olacaktır.”
- Ya Rabbi, encamımızı-akıbetimizi hayreyle. Rabbimiz Hira’dan Hicret’e, Hicret’ten Mekke’nin Fethi’ne, Mekke’nin Fethi’nden de Dünya’nın her yerine bir Rahmet yağmuru yağan biricik hakikat İslam Dinimiz’in mesajını en iyi şekilde anlama, yaşama ve yaşatma şuuru ve bilinci ver Rabbimiz. Ya Rabbi, harbler zulümler dursun yerine İslam Adaleti, İslam kardeşliği, iman hakikatı gelsin… Amin.
Haydi, cihada ve tüm gayretimizle çalışmaya… Tümüyle Allah’a kulluğu, iyiliği, faydalıyı, adaleti ve hakkı tatlı dil, güler yüzle fert, cemiyet ve tüm otoriteler bazında hakim kılmaya… İnsanlığın iki dünya saadeti için çalışmaya…


Geçtim Dünya Üzerinden…
ONBAŞI HASAN’IN 57 yıldır devam eden KUDÜS NÖBETİ

"Mevki: Kudüs. Mekân: Mescidi Aksa. Tarih: 21 Mayıs 1972 Cuma. Ben ve gazeteci arkadaşım rahmetli Sait Terzioğlu, İsrail Dışişleri rehberlerinin yardımı ile bu mübarek makamı dolaşıyoruz. Kudüs Kapalı Çarşısı’nda rüzgâr gibi dolanan entarili kahvecilerin ellerindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü, önünüze çıkan kapı sizi Mescidi Aksa’nın önüne kavuşturur. Miraç mucizesinin soluklanıldığı ilk Kıble’mize yani... Hemen oracıkta, ilk avlu vardır ki, hâlâ bizim lâkabımızla anılır. “12 bin şamdanlı avlu” derler oraya. Yavuz Selim 30 Aralık 1517 salı günü Kudüs’ü devlete katmıştır da, ortalık kararmıştır. Yatsı namazını o avluda kılar kendisi ve bütün ordu beraber. Şamdanları yakarlar. Tam 12 bin şamdan. O isim oradan kalmadır. Sekiz on basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o mukaddes Mescit’in bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız. O’nu o merdivenin başında gördüm. İki metreye yakın bir boy. İskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip giysi. Palto? Hayır, kaput, pardösü veya kaftan? Değil. Öyle bir şey, işte! Başındaki kalpak mı, takke mi, fes mi? Hiçbirisi değil. Oraya dimdik, dikilmiş. Yüzüne baktım da, ürktüm. Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi. Yüz binlerce çizgi, kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı.
Yanımda İsrail Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Yusuf var. Bizim eski vatandaşımız. İstanbullu.“Kim bu adam?” dedim. Lâkaydi ile omuz silkti.“Bilmem,” diye cevap verdi.“Bir meczup işte. Ben bildim bileli, yıllardır burada dururmuş. Çakılı gibi, hâlâ duruyor ya! Kimseye bir şey sormaz. Kimseye bakmaz, kimseyi görmez.”
Nasıl, neden, niçin hâlâ bilmiyorum. Yanına vardım. Türkçe “Selâmünaleyküm baba” dedim. Torbalanmış göz kapaklarının ardında setreleşmiş gibi jiletle çizilmişçesine donuk gözlerini araladı. Yüzü gerildi. Bana, bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi: Aleykümüs selâm oğul. Donakaldım. Ellerine sarıldım, öptüm öptüm. Kimsin sen, Baba? dedim. Anlattı ki, ben de size
anlatacağım.
Ama evvelâ biliniz. O canım Devlet çökerken, biz Kudüs’ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hâkimiyetten sonra bırakırız. Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. Ordu bozulmuş çekiliyor. Devlet zevalin kapısında! İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakırız. Âdet odur ki kenti zapt eden galip, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmaz. Anlattı, dedim ya. Gerisini tamamlayayım.
Ben dedi, Kudüs’ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden. Sustu. Sonra, elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı: "Ben, o gün buraya bırakılmış 20.Kolordu, 36.Tabur, 8.Bölük, 11.Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan’ım...” Ya Rabbi. Baktım, bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı, öpülesi sancak gibiydi. Ellerine bir kere daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı: “Sana, bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?” Elbette dedim, buyur hele... Konuştu: “Memlekete avdetinde yolun Tokat Sancağı’na düşerse; git, burayı bana emanet eden kumandanım Kolağası (Önyüzbaşı) Musa Efendi’yi bul. Ellerinden benim için bus et, öp. Ona de ki...” Sonra, kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi gürledi: “O'na de ki, gönül komasın. Ona de ki, “l1.makineli takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan, o gün den bu yana, bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım” dedi dersin... Öleyazdım. Sonra yine dineldi. Taş kesildi.
Bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, dört bin yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun serhat nöbetçisi gibiydi. Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başında idi. Tam 57 yıl kendisini unutuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen devletine küsmemişti. Ben sizlere, Onbaşı Hasan’ı takdim ederim.”
İlhan Bardakçı


  Hoşsâdalar  
bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46891 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol