Hoşsâda-151


H O Ş S Â D A
“Âvâzeyi bu aleme Davud gibi sal,
Bâki kalan bu kubbede bir hoşsâda imiş”(Bâki) 
14 Kasım 2008 – 15 Zilkade 1429 Cuma …… sayı: 151
HOŞSÂDA… 151 Haftadır, aralıksız her hafta Cuma günleri devam eden mütevazı bir çalışma…


ANADOLU GENÇLİK DERNEĞİ  
‘Eğitim, Sevgi, Kardeşlik, Güven ve Fedakârlığın Buluştuğu Adres’ 

 

 
 

 

Örnek ve Önder Şahsiyetler…    
MEHMED ZAHİD KOTKU HOCAEFENDİ (ra)
                            Vefatı: 13 Kasım 1980
                  
 


 
RABBİ’Nİ VE ÖLÜMÜ HATIRINDAN HİÇ ÇIKARMA.  

         Birgün Mehmed Zahid Hoca Efendi Hazretleri defterini açtı ve şu öğütleri okumaya başladı.
1- Doğru ol, dürüst hareket et. Doğruluk mesûd eder.
2- Sen muhakkak bu dünyada zengin olmak istersen, bil ki esas zenginler kısmeti doğrulukta ve kanaatkârlıkta bulmuşlardır.
3- Daima iyilik yap. Karşılığını da yalnız Rabbi’nden bekle. İyiliği hemen unut.
4- Kötülüğe ve kötülere yaklaşma. Sonra sen de bir gün kötü olmaya başlarsın.
5- Kötülük zehirli yılana benzer, seni de bir gün sokar. Başkasının sana yaptığı kötülüğü unut ve ona hemen iyilik yap.
6- Rabbi’ni ve ölümü hatırından hiç çıkarma.
 
         “SÖZLE MÜSLÜMANLIK OLMAZ. ONU YAŞAMAK GEREK…” 

         Raif Cilasun anlatıyor: Zeyrek’teki Ümmü Gülsüm Camiinde her cumartesi yatsı namazını müteakip onun sarih ifadeleriyle açıkladığı Râmuz el-Ehadis derslerini dinlerdik. Müslümanlık nasılmış, onun dilinden öğrenirdik. “Sözle Müslümanlık olmaz. Onu yaşamak gerek” diyordu. O bir inanç manzumesiydi. Müslümanlık; haramı, helali tanımaktır. Müslümanlık insanım diyenlerin şiarıdır. O şeriattır, bütün kainata seslenir. Müslümanlık Medeniyetin ta kendisidir. İlme, irfana dayalıdır, tevhide dayanır.” derdi. “İlmihal bilgisi Müslüman’ın mihenk taşıdır” derdi. “Müslümanlığı ciddiye almayan kişinin 
Müslümanlıktan söz etmesi kandırıcı olmaz mı?’’ der ve arkasından “O münafıktır’’ derdi. En çok iman ve akaid üzerinde dururdu. “Ortalıkta dinsizlik ve dine karşı düşman kesilenler türedikçe bu afete karşı çok dikkatli olmak lazım; Müslüman görünen sapıkların batılılaşma, çağdaşlaşma laf ve hezeyanlarına kapılmayın’’ derdi. 
“Ecdat malını mülkünü feda etti, üç kıtaya böyle hakim oldu. Dünyaya ışık saçtı. Tevhid bayrağını baş ucuna dikti. Böyle bir ecdadın torunlarını Cenab-ı Hak küfre döndürür mü hiç? Türkiye’mizde ezan sesleri susmayacak. Türk milleti Kur’an’dan kopartılamaz, ilâhi buyruklar Müslüman milletimizin benliğinde milletin şiarı olacak. İslâm’ın nuru parlayacak!’’ der, sesini yükseltir, kalbi heyecanla çarpardı. “Ye’se hiç gerek yok, Müslüman umudunu Allah’tan kesmez ve kesemez; çünkü bu Kur’an’ın buyruğu. Yeter ki Kur’an’a sarılsın, yolunu yol etsin, dünyaya ferman okur.’’ derken Hocaefendi’nin gürlemesi görülmeye değerdi, aslan kesilirdi.
 
GÖNLÜN TEDAVİSİ… 

         “Vücudumuzdaki herhangi bir ağrıyı dindirmek veya bir yarayı sarmak kolay. Yine de milyonlarca lira harcayıp hastaneler yaptırıyoruz. Sanki ölümü ortadan kaldıracakmışız gibi. Halbuki ölüme hazırlıklı olmak gerekir. Peki gönlü, ruhu nasıl tedavi edeceğiz? Gönül ne ile tedavi edilir? Bedenî hastalıkların tedavisini düşünüyoruz da, gönlün tedavisini niçin düşünmüyoruz? Gönlün tedavi yollarına da önem verelim ve öğrenelim. “
 
HAYATI… 
Hocaefendi; Bursa’da, 1897’de dünyaya gelmiştir. Nüfus cüzdanının başına soyadının (Kotku) “mütevazı” manasına geldiği babası tarafından not edilmiştir. Baba ve annesi Kafkasya’dan Hicrî 1297’de [1879/1880] göç eden Müslümanlardandır. Babası Abdurrahman oğlu İbrahim Efendi Bursa’ya 16 yaşında gelmiş, Hamza Bey Medresesinde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmıştır. Seyyid’dir; 1929’da 76 yaşında Bursa ovasındaki İzvat köyünde vefat etmiş ve oraya defnolunmuştur. Annesi Sabire Hanım, Mehmed Zahid Efendi üç yaşında iken 1900’lerde vefat etmiş, Bursa’da 15. yüzyılda kurulan Pınarbaşı kabristanına gömülmüştür. Öz ağabeyi Ahmed Şakir (Hicrî 1308-1335) subaylık yapmış, Kudüs’te, Çanakkale’de bulunmuş, siperlerde hastalanmış ve 28 yaşında 1920’lerde vefat edip Kadıköy, Söğütlüçeşme’ye defnolunmuştur.

            HOCAEFENDİ Cihan Harbinde…
 
Mehmed Zahid Efendi, ilkokulu Bursa Oruç Bey Mahalle Mektebinde okudu. Bursa Sanat Okuluna girdi. Bu esnada Birinci Cihan Harbi çıkınca 18 yaşında askere alındı. 27 Nisan 1916’da asker oldu, senelerce askerlik yaptı, çok tehlikeli günler geçirdi, hastalıklar atlattı. Ordunun Suriye’den çekilmesinden sonra, zor şartlarda İstanbul’a döndü. 23 Temmuz 1919 Cuma gününden itibaren yazıcı olarak askerliğine İstanbul’da devam etmiştir.  
        
         Hocaefendi İstanbul’da… 
         İstanbul’a dönünce çeşitli dinî toplantıları, dersleri, camilerdeki vaazları, özellikle Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi’yi takip etti. Bu arada 29 Temmuz 1920 Cuma günü Ayasofya Camii’nde kıldığı cuma namazdan sonra bugünkü valilik binası önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhaneli Tekkesi’ne giderek Şeyh Ömer Ziyaeddin Efendiye intisap etti.   Ömer Ziyaeddin Efendinin 5 Kasım 1921 Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşâd olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendinin yanında manevî eğitimine devam etmiş, birçok defalar halvete girmiş, 27 yaşında hilafetnameyi aldıktan sonra Ramuzü’l-Ehadis, Hizb-i A’zam ve Delâilü’l-Hayrât icazetnamelerini de almış, Beyazıt, Fatih ve Ayasofya Camii ve medreselerinde derslere devam etmiş, bu esnada hafızlığını da tamamlamıştır.
Yine bu aralarda hocasının işareti üzere çeşitli kasaba ve köylerde dinî hizmet ifâ etmiştir.
         1952 yılının Aralık ayında Gümüşhaneli Dergâhı postnişini ve tekke arkadaşı Kazanlı Şeyh Abdülaziz Bekkine Hazretlerininin vefatı üzerine, memuriyeti Zeyrek Çivizade Ümmügülsüm Camiine naklonularak Bekkine Hazretleri’nin yerine hem imam-hatipliğe hem de manevî irşad vazifesine devam etmiştir. 1 Ekim 1958 tarihinde Fatih İskenderpaşa Cami-i Şerifi’ne vazifesi nakledilmiş ve vefatına kadar burada görevde kalmıştır.
         1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittiği Hicaz'dan, ağır hasta olarak 1980 Şubat'ında dönmek zorunda kalmıştı. 7 Mart 1980'de ameliyata girdi ve midesinin üçte ikisi alındı. Ameliyattan sonra tedricen düzeldi, hatta 1980 Ramazanında hiç aksatmadan oruç tuttu. Hatimle teravih kıldı, vaaz etti, yazın Balıkesir Ilıca'ya, Çanakkale Ayvacık sahiline ağrıyan ayakları için götürüldü, hac mevsimi gelince de Hicaz'a gitti. Fakat ameliyata sebep olan rahatsızlığı nüks etmiş ve ağrılar tekrar başlamıştı. Haccı güçlükle ifadan sonra, 6 Kasım 1980'de çok ağır hasta olarak İstanbul'a döndü. Tam bir hafta sonra 13 Kasım 1980'de (5 Muharrem 1401), Perşembe günü öğleye yakın, dualar, Yasinler, tesbih ve gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken ahirete irtihal eyledi.
Cuma hutbesini Süleymaniye Camii İmam-Hatibi Ali Rıza Demircan okudu. Hocaefendi’nin cenaze namazını İsmailağa Camii İmam-Hatibi Mahmud Efendi hazretleri kıldırdı. Cenaze namazı 14 Kasım 1980 Cuma günü Süleymaniye Camiinde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir cemaat tarafından kılınarak, mübarek bedeni Süleymaniye Camii avlusunda kendisinden feyz aldığı hocalarının ve üstadlarının yanına defnolundu.
         Mehmed Zâhid Kotku hazretleri; güler yüzlü, sevimli bir zât idi. Mütevâzi, azîm sâhibi, hiç kimsenin gönlünü kırmaz, tanıdığına, tanımadığına selâm verir, güler yüz gösterir, gönüllerini alırdı. Hâfızası kuvvetli, tüm hayatı istikamet üzere, konuşması samîmî idi. Çoğu zaman halk telaffuzu ile konuşur, karşısındakine konuşma fırsatı verir, kimseden bir şey istemezdi. Şeyhliğini ve makâmını büyük bir tevâzû ile gizlerdi.
Gece ve gündüz ibâdetlerine riâyet eder, talebelerini de buna teşvik ederdi.
         Hayâtı boyunca pekçok talebe yetiştiren Hocaefendi’nin beş ciltlik Tasavvufî Ahlâk adlı eseriyle Duâ Mecmuası, Cennet Yolları ve Müminlere Vaazlar isimli eserleri vardır. Hazırladığı fakat henüz basılmamış olan başka eserleri de vardır.
 
         GÖRÜNMEYEN ÜNİVERSİTE… 
         Nazif Gürdoğan, Hocaefendi’yi şöyle anlatır: Günlük hayat içinde dış çizgileriyle sıradan insanlar gibi yaşayan, herkesin karşılaştığı sorunlarla karşılaşan ancak tutum ve davranışlarıyla büyük ruh ve gönül zenginliği sergileyen Mehmed Zahid Kotku Hazretleri, yorulma bilmez çalışmalarıyla bir “Görünmeyen Üniversite” idi.
         Bir Görünmeyen Üniversite olan Hocaefendi son dönemin en büyük olgunlaşma odaklarından biriydi. O nerede olursa olsun çevresinde gönül ordularını harekete geçiren büyük bir manyetik alan oluştururdu. Bu alan içinde öfke yumuşamaya, nefret merhamete, kazanma tutkusu hizmet etme gayretine dönüşürdü.
         - İlmini, irfanını, makamını bir köy imamı hüviyeti içine  saklamayı çok güzel becermişti. Lâtifeyi sevenlerle lâtifeler yaptı, ciddî konularda konuşmak isteyenlere de imkân verirdi. Yüzünden  tebessüm hiç  eksik olmazdı.
 
         ARKADAŞLIK “PEKİ” DEMEKLE  KAİMDİR…  

         Bunu öğretmek için çok uğraştı. Birlik ve beraberlik istiyordu. Birbirimizi incitmemek için,  incinmesine rıza göstermişti. “Biz peki dediğimiz için Rabbimiz meleklerini gönderir işi düzeltir. Sen sadece “peki” de ve Yüce Allah’a tevekkül et. “
        
         MEVZİNİN TERK EDİLMEMESİ… 
         İnşaat mühendisi Hacı Arif Çelik anlatıyor: 12 Mart 1970 muhtırasından sonra Millî Nizam Partisi kapatılınca, sonradan yerine Millî Selamet Partisi kuruldu. İşte o zamanlar üniversite sonlarında biraz veya belki epey politize olmuş bir öğrenciyiz. Siyasetin içindeki yerimizi belirleme değil de bize o kulvarda düşen görevi tespit bakımından bir gün Hocaefendi Hazretleri’ne: “Efendim, eğer muvafık bulur ve müsaade ederseniz Millî Selamet Partisi’nin Suruç teşkilatını kurmak üzere memleketime gitmem gerekiyor. Ne emredersiniz Efendim?” Şöyle buyurdular o zaman: “Hendek savaşında doksan yaşındaki bir müşrik şirkinin galebesinden hendeği aşıp Müslümanlara taarruz ederken, Müslüman bir gencin ne yapması gerektiğine siz karar verin!”  Bu mesajı verdi, o zaman Hocaefendi. Ben de gittim, MSP’nin Suruç teşkilatını kurdum. 
        
“NECMİ’NİN YOLU DA AHLAK VE MANEVİYAT DEĞİL Mİ?” 

         Cevat Akşit Hocaefendi anlatıyor: "Sene 1974. MSP kurulmuş, nerdeyse bütün cemaatler MSP’yi destekliyordu. Bunlardan birisi de Erenköy cemaati (Sami Efendi ve talebeleri) idi. Sami Efendi ve talebeleriyle Eyüp Sultan ve Fatih’i ziyaret ettik. Yine beraberce İskender Paşa’ya Hocaefendi’yi ziyarete gittik. Sami Efendi ve beraberindekiler Hocaefendi’ye dediler ki: "Cevat Hoca’yı Denizli’den MSP’den milletvekili adayı yapmak istiyoruz, fakat O, ‘Ben ilim adamıyım’ diyor, aday olmuyor". Hocaefendi bana döndü ve: "Sen ahlak ve maneviyat ilmi almadın mı? Necmi’nin yolu da ahlak ve maneviyat değil mi? Niçin bu talebi reddediyorsun?" Hocaefendi, Erbakan Hoca’yı da çok sever ve ona "Necmi" derdi. O böyle deyince,  adaylığı kabul ettim ve Denizli’den aday oldum. Sülalem AP’li, ben MSP’den aday oldum. Sülalemle bu konuda çatıştım. Fakat sözünü tuttuğum için Hocaefendi çok memnun oldu. Her şeye rağmen adaylığa "evet" dediğim için benim önümdeki bütün kapılar açıldı."
 
         Hocaefendi yine şöyle diyordu: “Seçim zamanı kullandığımız reyler bizim hangi tarafın adamı olduğumuzu açıkça göstermektedir. Hiçbir Müslüman açlıktan öleceğini bilse bile bir Allahsız’a, bir dinsize, bir masona ve bir caniye katiyyen rey veremez ve onların tarafını tercih edemez. “
         Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hazretleri, müslüman halkın hak ve özgürlüklerine sahip çıkmasını, tepkisiz kalmamasını savunur: "Bir taraftan müslümanız diye iftihar ederken, diğer taraftan Allah'ın emirlerini yerine getirmeye çalışanları ve öğretenleri zindanlarda çürütmek ne oluyor? Artık müslümana bu kadar gaflet yeter. Uyanmalısın, yoksa sen sustukça daha ağır hakaretlere maruz kalacaksın."
         "Emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münker müslümanın, namaz borcu gibi borcudur. Mutlaka elinden gelen herkes, dilinin döndüğü kadar dinini müdafaa edecek ve onu başkalarına çiğnetmeyecektir."
         Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hazretleri, ülkemizin tam anlamıyla bağımsız olması için ekonomik ve askerî bakımdan son derece güçlü olması gerektiğine inanır: "Şimdiki cihad ise mâlum; din ve dünya ilimlerine, sanat ve ticarete tamamı ile hakim olmadıkça hürriyet hasıl olmaz."
 
         SANAYİ ÇALIŞMALARI VE HOCAEFENDİ … 
         Hocaefendi kolalı içecekler ve kağıt mendil gibi tüketim maddelerine dayanan sanayileşmenin Türkiye ile birlikte tüm İslâm dünyasını Batı’nın tutsağı haline getireceğinin bilincindeydi. Manevî evladı Cevat Akşit Hocaefendi anlatıyor: Hocaefendi, her konuda yalnız problemi teşhis etmekle yetinmez, çaresini de sunardı. Mesela sanayileşme konusunda çareyi şöyle sunuyordu: “Yabancıların sattığı arabaları alacağınıza, atölyeler kurun, motor fabrikaları kurun. Muhtaç vatandaşlara iş bulun. Hem onlar İslam diyarında çalışma imkanı bulsun, hem de gavurcukların kölesi olmaktan kurtulalım. Müslümana zillet yakışır mı? Aranızda makina mühendisleri var. Sizin makine ve motor yapacak beyniniz yok mu?” 
 
         GÜMÜŞ MOTOR KURULUYOR…
         Hocaefendi’nin sitemleri çok tesirliydi. O kafirler yerine “gavurcuklar” derdi. “Gavurcuklar araba ve motor yapıyor da, Müslümanlar neden yapamasın? Müslüman’ın gavura el açmasının zillet, gavurcuklara tabi olmasının haram olduğunu bilmiyor musunuz? Hangi konuda olursa olsun, ‘İnanıyorsanız, siz üstünsünüz’ ayetinin mealini duymadınız mı?’ Hocaefendi’nin bu sitemleri etkisini göstermiş, 23 Ocak 1956’da “Gümüş Motor” işte böyle kurulmuştu.
 
         Prof. Dr. Cevat Akşit Hocamız anlatmaya devam ediyor: Hocaefendimiz’i en iyi Muhterem Erbakan Hocamız anlıyordu… Hocaefendi’nin o sitemkâr ve teşvik edici konuşmasının ülkesini ve milletini sevenleri harekete geçirdiği günlerde, Gümüş Motor’un kuruluş istişarelerinde ben de bulunmuştum. Hocaefendi’yi en iyi Erbakan Hocamız anlıyordu. Erbakan Hocamız’ın hedefi; Gümüş Motor’da kamyon, otomobil ve otobüs yapmaktı. Su motoru yaparak işe başladılar.
 
         HAC’DAN DÖNER DÖNMEZ “NECMİ NEREDE?” DEDİ… 

         "Havaalanı’nda kendisini Osman Çataklı bey karşılamış. Hocaefendi hasta olması sebebiyle halsiz bir vaziyette. Edirnekapı’ya gelmişler, Hocaefendi, Çataklı Hoca’ya: ‘Necmi nerede?’ diye sormuş. Hocaefendi’nin ‘Necmi’ dediği Necmettin Erbakan Hoca, maalesef diğer siyasi parti liderleriyle birlikte hapisteydi. 12 Eylül askeri darbesi Hocaefendi’yi çok üzmüştü. Bu arada Erbakan Hoca ve arkadaşlarının hapsedilmesi daha çok üzmüştü."
 
         HER İŞTE MÜESSESE… 

         Yine Cevat Akşit Hocaefendi anlatıyor: Efendi hazretleri, hayattayken, birisi gitmiş demiş ki: “Hocam, kızım anarşistlere katıldı. Dua edin de kurtulsun” O da: “Bu işler sadece kavli (sözlü) dua ile olmaz. Fiili dua (icraat) lazım. Bunun için siz de hanımlar derneği kurun.” “Hanımlar İlim ve Kültür Derneği” bundan sonra kuruldu.
 
MAKAM SEVDASI MI, HİZMET Mİ? 

         Hüseyin Kamil Büyüközer anlatıyor: Gerek Türkiye içindeki ziyaretlerde olsun ve gerekse hac yolculuğunda olsun, dikkatimi çeken en önemli konu, Hocaefendi'nin yolculuk esnasında yol emiri seçmesi ve o emire can ü gönülden itaat etmesidir. Bir gün Cemaat halinde bir şehirden başka bir şehire ziyaret maksadıyla gidilecek idi. Bu esnada yol emirinin seçilmesi istendi Hocaefendimiz tarafından... Bütün cemaat, "Siz olduktan sonra başkasını seçemeyiz!" diyor; Hocaefendi ise, devamlı başkasının seçilmesini istiyordu. Herkes, "Hocaefendi varken başkası nasıl emir olur?" gibi bir anlayışla emirliği kabul etmiyordu. Neticede: "Peki öyleyse, bundan sonra mesuliyet kabul etmem, emir benim!" buyurdu ve yol emiri oldu. Hakikaten Hocaefendi emir olduktan sonra, mola verildiği zaman sofrayı hazırlama, yemekleri hazırlama gibi bir takım telaşların içerisinde koşturunca, herkes mahcubiyet ve eziklik içerisinde ne yapacağını bilemez duruma geldi. Bir müddet sonra, "Hocam ne olur bırakın, biz çok zor durumda kaldık..." diye söylenmeler başlayınca; "--Siz yol emirini ne zannediyorsunuz? Emirlik bir makam mı, yoksa hizmet yeri mi?.." buyurdu.
         Cihad ve gayret konusunda, bilhassa bugün içinde bulunduğumuz şartlardan kurtulabilmek için, sabrın ve gayretin şart olduğunu ifade ederlerdi. Nasıl bizi bu hale getirirken adeta iğne deliğinden geçirmişler, çeşitli kanlar dökmüşler, ızdıraplar vermişler... Aynen bu şartlarda tekrar İslam'a dönebilmek için adeta bu iğne deliğinden geçmemiz gerektiğini, kendimizi buna göre ayarlamamız icab ettiğini ifade ederlerdi. Bu sebeple gençliğe ve onların eğitimine  çok büyük önem verirlerdi.
 
         HOCAEFENDİ’DEN İDARECİLERE DERS… 
         Mehmed Zahid Kotku hazretleri, Cuma hutbelerinde yöneticilerin nasıl olması gerektiğini anlatıyordu. Hocaefendi, “yönetimin ana şartlarının adalet, ehilleri ile istişare etmek ve emaneti ehline vermek olduğunu söylerdi. Yönetime talip olanların kendisi adil olmadan başkasına adaleti tatbik edemeyeceğini, etmek istese de beceremeyeceğini ifade ederdi."
 
NAMAZLARDAN SONRA OKUNAN SURELER… 
"Hocaefendi, iyi bir hafız olup, bol bol Kur’an okur, Peygamber Efendimiz’in "İçinde Kur’an’dan bir şey bulunmayan bir kimse, harap bir eve benzer" hadis-i şerifini hatırlatır, bizi de okumaya sevk ederdi. Yine Sabah namazından sonra Yasin suresini, Öğle namazından sonra Fetih suresini, İkindi namazından sonra Nebe (Amme) suresini, Akşam namazından sonra Vakıa suresini, Yatsı namazından sonra Mülk suresini okurduk. Hocaefendi bu sûreleri mutlaka ezberlememizi isterdi. Ayrıca Cuma namazından önce Kehf suresi, Duhan Suresi ve Fetih suresini mutlaka okumamızı tavsiye ederdi."
 
         VEFA; İSLAM’IN ZİYNETİDİR… 
         "Hocaefendi, ‘Emanete riayet ve ahde vefa eden insanların, ömürlerinin bereketli olacağını, hainlerin; dünyada ve ahirette rezil olacağını’ söylerdi. Kendisi çok vefakardı. Vefa’nın üzerinde çok durur, Vefalı, sözünde duran insanları severdi. ‘Vefa; İslam’ın ziynetidir (süsü)’ derdi. ‘Emanet dindir şeker kardeşim. Vücudumuz bize emanettir. Camimiz, memleketimiz, çoluk-çocuğumuz bize emanettir. Çocuğun ekmeğini nasıl düşünüyorsak, dinimizi de düşünmek lazımdır. Meyvenin iyisini arıyorsun da, insanın huyunun iyisini neden aramıyorsun?’ derdi.
 
         EVLİYA OLMAK İSTEYENLERE NASİHATI… 
         "Hocaefendi, ‘Allah-u Teala Hazretlerine karşı kulluktan alıkoyan her şey dünyadır.’ buyururdu. Evliya olmak isteyen kardeşlerimize de şöyle seslenirdi: "Dünyada evliya gibi (Allah dostu) yaşamak istiyorsan şu üç vasfa bürünmelisin: 1- Merhamet sahibi olmalısın. 2- Selamet-i sadr (huzurlu bir kalb) sahibi olmalısın. 3- Sahavet-i nefs (cömert ve kerim) sahibi olmalısın."
 
         TÜRKİYE, HOCAEFENDİ’YE ÇOK ŞEY BORÇLU… 
         Mehmed Zahid Kotku hazretlerini İTÜ’de okurken tanıdığını belirten Prof. Dr. Nevzat Kor diyor ki: "O’nun hal ve hareketlerine bakarak O’nun gibi yaşamaya çalışırdık. Türkiye’nin maddi ve manevi kalkınmasında Mehmed Zahid Kotku hazretlerinin yetiştirdiği elemanların alın teri ve göz nuru vardır. Türkiye’nin sanayileşmesi Hocaefendi’nin ateşli konuşmalarından sonra Gümüş Motor ile başladı. Hocaefendi ile1954’te İstanbul Teknik Üniversitesi’nde son sınıf öğrencisiyken tanıştım. İTÜ’de, bizden önce Necmettin Erbakan, Osman Çataklı, Yahya Oğuz, Hocaefendi’nin meşhur talebeleriydi. Hocaefendi, gençlere ve eğitimlerine çok önem verirdi. Hutbelerinde, vaazlarında ve sohbetlerinde Türkiye’nin kalkınması için gençlere yol gösterirdi. Hocaefendi’nin hutbeleri çok ateşli olurdu. Bir kere dinleyen bir daha bırakamazdı."
          “Hocaefendi’nin hutbelerinde Türkiye’nin fukaralıktan kurtarılması için mutlaka sanayileşmesi, ekonomide mutlaka faiz sisteminin terk edilmesi gerektiği vurgulanırdı.   
“Mehmed Zahid Kotku hazretleri, güçlüden değil, haklıdan yanaydı. Yani Kuvveti değil, Hakkı üstün tutuyordu. Mesela o zaman yine hocaefendiler vardı. Onlar da hakkı ve adaleti desteklediklerini ileri sürüyorlardı. Fakat Hocaefendi bütün bunlardan farklıydı. O hep ülkesinin kalkınması gerektiğini düşünüyor, bu yönde talebelerini teşvik ediyordu.  Kıbrıs Barış Harekatı MSP’nin ortak olduğu CHP-MSP koalisyonu döneminde yapıldı. Hocaefendi talebelerine yön veriyordu. Müslüman ülkeler arasındaki ekonomik, siyasi, kültürel işbirliği anlaşmalarında, ülkemizde kurulan ve faizsiz bankacılığın temeli olan “Faizsiz Finans Kurumları”, İslâm Birliği’nin temeli olan “D-8”in kurulması fikri, Gümüşhanevi ocağından gelen insanlar sayesinde ortaya konuldu. Biz bugünkü teknolojik imkanlar olmadan asırlar önce dünya haritası çizen Piri Reis’in torunlarıyız. Hocaefendi, ileriyi gören bir insandı. Ne mutlu bütün insanlığın saadeti için çalışanlara ve bu yolda yürüyenlere…”
        
Hocaefendi,  ‘Şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın’ demezdi. Biz O’nun tavır ve hareketlerine bakarak çok şey öğrenirdik. Onun hoşuna giden şeyleri fark ederdik. Onun tavır ve hareketlerine uymak nasıl ki ashab döneminde insanlar Peygamber Efendimiz’e bakarak, ‘O ne yapıyorsa, biz de onu yapalım’ diye düşünüyorlarsa, burada da biz öyle düşünüyorduk. Hocaefendi, tabi kamil bir insan. Böyle kamil bir insanın bütün hareketleri de İslam’a tam uygun oluyor. O bakımdan bizde İslami bakımdan eksikliklerimizi Hocaefendi’ye bakarak, öyle tamamlardık.”
Prof. Dr. Nevzat Kor şöyle devam ediyor: “Hocaefendi’nin on parmağında on hüner vardı. Hocaefendi, iyi bir şair ve iyi bir hattat idi. Bize de hat dersleri almamızı tavsiye ederdi. Dünyanın en ünlü hattatı olan Hamit Aytaç ve Hasan Çelebi Hoca ile yazı yazar, bunları da bize gösterirdi. Yani güzel sanatlarla da ilgilenirdi.
 
         HOCAEFENDİLER DE BİRBİRİNİ ZİYARET EDERDİ… 
         "Hocaefendi, bizim kapalı kutu gibi kalmamızı değil, diğer İslam alimleriyle de tanışmamızı isteyen biriydi. Hocaefendi, bu tür ziyaretlere 30-40 kişilik gruplar halinde giderdi. Yine Bayramın birinci günü sabahleyin Mahmut Sami Efendi hazretleri yanında 4-5 arkadaşı ile, Mehmed Zahid Kotku hazretlerini ziyaret ederdi. Hocaefendi de ya öğleden sonra ya da bayramın ikinci günü Sami Efendi’ye iade ziyaretinde bulunurdu. Yine Zeytinburnu’ndan Sultan Baba, Çarşamba’dan (İsmailağa Camii) Mahmud Efendi Hocaefendi’yi ziyarete gelir, onlar böyle can kardeşi gibi birbirlerine sarılırlar, hoşça vakit geçirirler, Ashab-ı Kiram gibi Asr Suresi’ni okumadan ayrılmazlardı. Hocaefendi hiçbir şeyh efendinin aleyhinde konuşmaz, istikamet üzere olan Allah dostlarının hepsinin İslam dinine büyük hizmetler yaptığını söylerdi."
        
         HAYIRLI OLSUN EVLÂT!.. 

         Raif Cilasun anlatıyor: Merhumla tanışmam 1950 tarihlerine rastlar. Hocaefendi Merhumla çok geziler yapardık, Yûşâ AS tepesine kadar da çıktık. Bunlara rağmen ona intisab edememiştim. O tarihlerde kesif bir ticârî işim vardı. Fazla zikirler, takvâ icabı hareketler ticarethânemi ihmale uğratır kuşkusuna sahiptim ki, bu büyük bir gaflettir. Merhum Hasan Basri Çantay Hocamız'la da ilişkim vardı. Günün birinde Hasan Basri Hocama dedim ki: "--Sen Hacı Bayrâm-ı Velî'ye mensubsun, ben de sana intisab etmek isterim!" dedim. "--Benim bu hususta hiç bir yeteneğim yok." dedi. "Sana iki hakîkî mürşid tavsiye edeceğim: Biri Sâmi Efendi Hazretleri, diğeri de Mehmed Zâhid Efendi Hazretleri'dir. Git selâmımı söyle, onlardan hangisine intisab edersen et; ikisi de haktır." dedi.
Ben önce Sâmi Efendi Hazretleri'ne uğradım. O mübarek zâtla da ilişkim vardı, sohbetlerine giderdim. Tahtakale'de Alemdarzâdeler'in ticarethânesinin üst kısmında bulunurdu. Hasan Basri Hocamın selâmını söyledim. Ziyaret sebebini anlatınca, bana rüyaya yatmamı önerdi. Tavsiyesi üzerine istihâre uykusuna yattım. Rüyamda Mehmed Zâhid Efendi Hazretlerini gördüm. Beni yanına almış, dizi dibine oturtmuş, irşadda bulunuyordu. Hayırdır inşaallah dedim. Birbiri arkasına iki cuma gecesi istihare uykusuna yattım, hep Mehmed Zâhid Efendi Hocamla karşılaştım. Rüyalarımı Sâmi Efendi Hazretleri'ne anlattım. O gülümsedi: "--Hayırlı olsun evlât!.. Ha ben ha o, farketmez. Mevlâm seni kardeşim Mehmed Zâhid Efendi'ye nasib kılmış. Hemen git, kulpuna sarıl; dünyan da ahiretin de ma'mur olsun!" dedi.
 
         BİR İSTİKAMET BİN KERÂMETTEN EVLÂDIR… 

         Mehmet Güney Abi anlatıyor: 1972 yılında biz İskenderpaşa'da Hocaefendi Hazretleri'yle müşerref olduk. Bir dönem lütfettiler, tekkede de kaldık. O süre içerisinde biz Hocaefendi Hazretleri'ni tasavvufî yönüne ilâve olarak ilmî yönüyle, ekonomik ve sosyal yönüyle bir bütünlük içinde gördük. Hayatı bütün olarak değerlendiriyor, aşırılıklardan sürekli bizleri muhafaza ediyor, ifrat ve tefritten hep alıkoyuyordu. "Aziz kardaş! Bir istikamet bin kerâmetten evlâdır." dediklerini belki bin kere işitmişizdir.
 
         ÇOCUĞUN EĞİTİMİ 4 YAŞ, 4 AY, 4 GÜN OLUNCA BAŞLAR… 

         1980 yılı öncesinde şehid edilen Sedat Yenigün Ağabey'in çocuğunu Hocaefendi Hazretleri'ne getirmişlerdi. Annesi dedi ki:
"--Efendim! İslam Medeniyetimiz’de çocuk dört yaş, dört ay ve dört günlük olunca İslâmî eğitiminin başlaması gerekirmiş. Ben de bir elifbâ cüzü ile birlikte size getirdim. Siz başlatır mısınız?.."
Biz bir köşede dururken, daha beş yaşına gelmemiş bir çocuk, her şeyiyle çocukluk vasıflarını taşıyor... Hocaefendi Hazretleri, "Elif... Be..." diyor, çocuk demiyor. Orda odasında, bir cami maketi vardı merhumun... Çocuk Hocaefendi Hazretleri'ne sordu:
--Bunun ışığı nerden yanıyor?" dedi.
Kalktı, onu çocuğa gösterdi:
"--Burdan yanıyor." dedi.
Sonra çocuk:
"--Okurum ama, kamyon isterim!" dedi.
"--Peki, oku o zaman, bu amca sana kamyon alsın!" dedi. Bize yönelerek: "Alır mısın?" dedi. "Tabii alırım!" dedim. Ondan sonra çocuk besmeleyi çekti, okumaya başladı. Hocaefendi'nin çocukla çocuk oluşu, gençle genç oluşu, yaşlı ile yaşlı oluşu; bize Allah Rasûlü'nün hâliyle hallendiğini gösteriyor.
 
            “MÜ'MİNİN VASFI KÂFİRLERE KARŞI ŞİDDETLİ VE AZAMETLİ, MÜ'MİNE KARŞI YUMUŞAK VE ŞEFKATLİ OLMAKTIR.”        

          Akıncılar Derneği'nin bölge toplantıları için Konya, Maraş vs. yerlere gitmeden önce duasını almak ve elini öpmek için ziyaretine gittiğimde:"--Haa, öyle bir yere mi gidiyorsun, genç insanlarla mı muhatab olacaksın? O zaman, her gittiğin yerde genç kardeşlerine şu ayeti oku!" diye, Sure-i Feth'in son ayetini baştan sona okudu. Orda geçen mü'minlerin vasıflarından;
"--Mü'minin vasfı kâfirlere karşı şiddetli ve azametli, mü'mine karşı yumuşak ve şefkatli olmaktır. Bunu her gittiğiniz yerde söyleyin!" buyurdular.
 
          Sonra, Tasavvufî Ahlâk'ta değişik yerlerde zikredildiği gibi:
İçme düşman elinden su, ol su kandırmaz seni;
Korkma düşman'dan, ateş olsa yandırmaz seni!..
 
diyerek, genç adam olarak bizi bir kere daha motive ettiler.
 
         Bütün ömrünü İslam aleminin, ülkemizin ve dolayısıyla insanlığın maddi ve manevi sahada kalkınmasına, Müslümanlar arasında birliği ve beraberliği sağlayacak, çalışkan ve dürüst insanlar yetiştirmeye feda eden alim, fazıl, seyyid, mürşid, hafız, mübarek Mehmed Zahid Kotku Hazretleriyle Cenab-ı Allah, bizleri Peygamber Efendimiz’in Kevser havzı başında buluştursun.
Rasulullah (as)’ın izinde olan bu mübareklerin sözlerini ve yaşantılarını örnek almayı bizlere Rabbimiz nasib eylesin, bizlere şuur ve bilinç versin. Amin.


  Hoşsâdalar   

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46888 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol