Hoşsâda-100
HOŞSÂDA
2 Kasım 2007 Cuma sayı: 100
100 Haftadır Her Cuma
Devam Eden Gayret… Hoşsâda

İDEAL İNSAN ve
İDEAL AİLE

İdeal aile, iyi insanların bir araya gelip yine kendi gibi iyi insanlar yetiştirdiği en köklü kurumdur.
Sevgi, saygı, hoşgörü, birlik beraberlik, kardeşlik, dostluk, arkadaşlık gibi olgular insanlık için çok önemlidir. Bütün insanlar bu olgulara sahip olmayı ve diğer insanlarda da bu olguların olmasını isterler. Bu olguların oluşması ailede olmaktadır.
İdeal Aile Nasıl Oluşturulur?
a) Evlilik Öncesi Durum
b) Evlilik Sonrası Durum

EVLİLİK
ÖNCESİ DURUM

(Fertte bulunması gereken özellikler)
Müslüman insan ve Müslüman aile…

1) Kişinin Kendisini Temiz Tutması …. “Takva”
Hakiki Takvaya Ulaşabilmek İçin 7 Noktanın Temiz Olması Gerekir.
-Gözlerin Temiz Olması:
-Kulağın Temiz Olması:
-Ellerin (Kazancın) Temiz Olması:
-Dilin Temiz Olması:
-Zihnin Temiz Olması:
-Amellerin Temiz Olması:
-Kalbin Temiz Olması:
“Dikkat ediniz, kalpler ancak Allah’ı zikir ile huzur ve sükuna kavuşur.” (Rad,28)
“Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (kıyamet günüde fayda bulur).” (26/89)
“Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın.” (3/8)

2) Kişinin Kur'anileşmesi
"Biz, Kur'an'ı insanlar düşünüp öğüt alsın diye indir-dik"…
Bir insanın; Kur'an'ın amacına ulaşması için, şu üç şeyi üzerinde bulundurması gerekir:
-Doğruluk: Doğru ve dürüst olmayan bir insandan düzgün bir hayat ve düzgün bir nesil ortaya çıkmayacaktır.
-Güzel Ahlak: Ahlak, İdeal insanın üzerinde, Allah (c.c.)'in görmek istediği özelliklerdir. Kâinatın en güzel insanı ise; "Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" demek-tedir.
- Kalbileşme (İçselleştirme-Özümseme): Kur'anileşmenin nihai amacı, kişinin kalbileşmesidir. Kalbileş-me içinde bulunduğumuz nefs çukurundan sıyrılmakla müm-kün olur. Bu doğru bilgi, doğru düşünce ve güzel ahlakla varı-lacak bir zirvedir.
Kalbileşmek, Allah adı anıldığında, kalbi ürpermektir.
Kalbileşmek, komşusu açken kendisi tok yatmamaktır.
Kalbileşmek, kendisine verilmişleri başkasıyla pay-laşmaktır.
Kalbileşmek, hadiselere hiçbir zaman nefsi yerden değil, hep kalbi yerden bakmaktır.

3) Kişinin Hedeflerinin Olması:
-Kişisel Hedefler; Kişi kendisini tanımalı, yetiştirmeli ve ıslah etmelidir.
-Ailevî Hedefler; İki idealist insanın bir araya gelip iyi insanlar yetiştirmeye niyet ve gayret etmesidir.
-Toplumsal Hedefler; Toplumdaki çürüme ve bozul-maya karşı kendi gücü nispetinde dur diyebilmek ve bunun için projeler geliştirip, toplum ıslah çalışmaları içinde olmalı-dır.
“İnsanların en hayırlısı, diğer insanlara faydalı olandır” buyuruyor, Efendimiz (sav).
Elbette önce biz, kamil insan olmaya gayret edeceğiz, bu gayretimiz bir ömür sürecek aynı zamanda da diğer
kardeşlerimizin ve insanların hidayeti ve şuurlanması için çalışacağız…
Rabbimiz hepsine ve hepimize hidayet versin, sağlam iman versin, onların gayretini İslam gayretine tepdil etsin…

4) Eşiyle Dindarlığı İçin Evlenmeyi Tercih Etmek:
Soy-Neseb, Güzellik, Mal-Mülk, Dindarlık…
Bir kişi eşini seçerken kişisel tercihlerini bir kenara bı-rakıp Rahman'ın memnuniyetini dikkate alarak, eşiyle dindar-lığı için evlenirse, hem dünyası gülecek, hem de ahireti güle-cektir.

5) Eşiyle Elele Tutuşup Allah'a Yürümeye Niyet Et-mek:
Dindarlığı için seçilen eş, kişiyi Allah'a yaklaştıracaktır. İnsan, Allah'a yaklaştıkça başka şeylerden uzaklaşacaktır. Dolayısı ile Kur'an'ın öngördüğü ideal bir aileyi oluşturmak için eş adaylarının, elele tutuşup Allah'a yürümeyi dert ve niyet etmeleri gerekir. Yüzü, Allah'a dönük olarak yaşayanlara se-lam olsun...

İdeal İnsan, Zühd ve Takva Sahibi’dir.
Zühd, dünya ve dünya nimetlerinin yanında şan, şöh-ret, para pul makam mevki şeylere iltifat etmeyip bunlardan yüz çevirmektir. Rabbimiz bizleri yaratmış bazı şeylerinde bu dünyada bizlere imtihan vesilesi kılmıştır. O (cc), Kitab-ı Mübin’de şöyle buyuruyor;
"Dünya hayatının oyun oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olma çabasından ibaret olduğunu bilin"
"Ey insanlar mal çocuklar ve adamların çokluğuyla övünmek sizi Allah'a itaat ve ahiret hazırlığı yapmaktan alı-koydu.”
"Ey insanlar! Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı (şeytan) sizi Allah hakkında aldatmasın." (Fatır/ 5)
"Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz fakat ahiret daha hayırlı ve sonsuzdur” (A'la 17-18)
Fakat yine de insanoğlu dünyanın geçici zevk ve eğ-lencesine öyle dalmıştır ki sonsuz olan ahiret hayatını (A'lâ 17) unutup sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar (Nâziât 46) ve yahut ta bir gün ya da bir günden daha az (Mu'minun/ 112-114) olan dünya hayatını ahiret'e tercih etmiştir.
"Kadınlara oğullara kantar kantar altın ve gümüşe ni-şanlı atlara hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara süslü gösrerilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa dönüp gidilecek en güzel yer Allah katındadır." (Âli İmran 14). "Bunlar dünya hayatının nimetleridir" diyerek sayılan şeylerin meşruluğuna işaretle birlikte aldanıp kapılma tehlikesine de dikkat çekmiştir, Rabbimiz.
…İslam’da ifrat ve tefritten uzak mu'tedil bir zühd an-layışına sahip olabilmemiz için başta Kur'an-ı sonrada Onun pratik hayattaki uygulayıcısı olan Resulullah(s.a.v.)'i iyi tanı-mamız gerekmektedir.

Ayet-i Kerime’de şöyle buyuruyor; "Allah'ın sana ver-diği her şeyde ahiret yurdunu ara ama dünyadan da nasibini unutma" (Kasas 77).
Bir başka ayette ise "Size verilen şey yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah'ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve süreklidir." (Şûra 36)
Dünya asıl yurdumuz olan ahiret için bir araçtır…
“Ey Rabbimiz bize dünyada ve ahirette iyilikler ve gü-zellikler ver, azabından koru…”

İDEAL AİLE İÇİN
EVLİLİK SONRASI DURUM

-Evlenince de Temiz Kalmaya Devam Etmek; Temiz kalmanın sırrı ya da hikmeti Rahman'ın ezelde bizi yaratırken kendi ruhundan üflediği ruhumuzu, bu kirli hayatta yaşarken kirletmeden tertemiz Allah'a sunabilme çabasıdır.
İyi ve temiz bir aile için helal ve temiz rızk çok önemli-dir. Eğer bir baba-ana kazancının helal olmasına dikkat etmi-yorsa, hem kendisi takvaya ulaşamayacaktır, hem de ailesini yani bir nesli kirletecektir.
-Kur'anileşmede Derinleşme… Ölüm gelinceye kadar kulluk bilinciyle Rabbimiz’e yönelmeye devam…
-Hedeflere Uymada Israr…
Kişisel Hedefler: “Artık ben yok, biz var.”
Ailevi Hedefler: Ne çok kuralcı nede tamamen boş verici olunmamalıdır.
Toplumsal Hedefler: İdeal aile, her zaman toplumun içinde ve toplumun elinden tutarak yaşar. Toplumun ıslahı ve geliştirilmesi önemli bir vazifedir…
“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.”
“Sizden kim yanlış ve çirkin bir davranış görürse ona eliyle engel olsun. Buna gücü yetmezse diliyle uyarıda bulun-sun. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu imanın en zayıfıdır.” (Vuslat Dergisi’nden)
Hamd olsun Alemlerin Rabbi Allah’a.


Bir Allah Dostu…

“GÖRÜNMEYEN ÜNİVERSİTE”
Mehmed Zahid Kotku Hazretleri’ni rahmetle anıyo-ruz...
Bütün ömrünü ülkemizin ve İslam aleminin kalkınma-sına, müslümanlar arasında birliği ve beraberliği sağlayacak, çalışkan ve dürüst insanlar yetiştirmeye feda eden Mehmed Zahid Kotku Hazretleri, 13 Kasım 1980 Perşembe günü öğle vakti Hakk’a yürüdü. 14 Kasım 1980 Cuma günü Süleymani-ye’de Hocalarının makamı yanında ebedi istirahatgahına ko-nuldu. Cenab-ı Allah, bu güzel dostu ile bizleri Peygamber Efendimiz’in Kevser havzı başında buluştursun. Amin.

Hocaefendi’nin talebelerine ve
müminlere yazdığı 46 maddelik mektubu:

Benim çok sevgili ve hakikatli kardeşlerim,
“Bismillahirrahmanirrahim. Benim çok sevgili ve haki-katli kardeşlerim; Büyüklerimizin nasihatlarından bazılarını size de hediye etmeyi kendime bir borç saydım.
1-Her şeye başlarken besmeleyi, Cenâb-ı Hakka Hamd-ü senayı ve Peygamber Efendimize salâtü selamı, katiyyen dilinizden bırakmayın ve gönlünüzden çıkarmayın!
2-Cemaate, cumaya, bayramlara, derslere, Evrad’a devam edin!
3-Ahdinize, vaadinize daima vefa üzere olun.
4-Namazı, Zekatı, Hacc’ı, Orucu vakitlerinde ifa edip, (emr-i bil ma’ruf ve nehyi an’il münker’i) ve emaneti eda edi-niz.
5-Birbirlerinize katiyyen buğz etmeyiniz ve hased et-meyiniz ve arka çevirmeyiniz. Daima “İhvan” olarak kardeşçe yaşayınız.
6-Daima tahsil-i ilim üzere olup cehilden korkunuz ve nâsa anlıyamıyacakları ve akıllarının ermediği şeyleri söyle-meyiniz.
7-Kur’an okumasını muhakkak öğrenip sürekli okuyu-nuz. Evladı iyalinize de mutlaka okutunuz. Cehil çok fenadır.
8-Avret yerlerinizi hiç bir yerde açmayınız ve kendinizi kadınlara benzetmeyiniz.
9-İhtiyacın fevkinde yüksek binalara özenmeyiniz. Yeni binalara kurban kesmeyiniz. Kurbanlarınızı yalnız Allah için kesiniz.
10-Faizden, haram yemekten, yetim malını yemekten, çalınan ve zulüm ile alınan malları yemekten sakınınız.
11-Ulemanın, meşayihin, vâlideynin, kalplerini kırmak-tan ve onlara en ufak bir eziyeti yapmaktan son derece sakı-nınız.
12-Sünnet-i seniyeye ehemmiyetle son derece riayet edip, kalıp ve kıyafette hiç bir vecihle ecnebi âdetlere kendinizi kaptırmayınız.
13-Büyük ve küçük bilumum günahlardan son derece sakınınız ve sakınmıyanlardan uzak olunuz.
14-İçki içenlerden ve müskirat kullananlardan olmayı-nız ve onlardan uzak olunuz.
15-Bütün ecnebi hatunlardan, bilumum lehviyyat yer-lerinden, eğlence yerlerinden korkup kaçınız.
16-Taamlardaki hidratlardan, bil cümle israflardan sa-kınınız.
17-Kur’an, Hadis, icmâ-i ümmet ve kıyâs-ı fukâha dı-şındaki şeylerle amel etmekten çekininiz.
18-Bilad-ı küfürden gelen yiyecek, içecek ve giyecek şeylere karşı son derece dikkatli ve ihtiyatlı olunuz. Onlara tenezzül etmeyiniz.
19-Sahabe-i kirâma ve evliyây-ı izâma sövenlerden ve müctehid-i kirâma, sâdat ve selefe ta’n edenlerden uzak olunuz.
20-Muharebe meydanından kaçmayınız. Taun, veba gibi bulaşıcı bulunan hastalıkların yaygın olduğu yere girmeyi-niz. Şayet orada iseniz hastalığı taşımamak için çıkmayınız.
21-Meşayih ve sizden olan ululemre itaatsizlikten sa-kınınız.
22-Evkaf malından, vakfı tebdilden sakınınız.
23-Bey-i fâsıddan, noksan tartmaktan, meyveleri ol-madan satmaktan sakınınız.
24-Elfâz-ı küfürden, haram sözlerden ve bilhassa ya-landan ve efrenç sözlerinden uzak durunuz.
25-Emirlik, imamlık, kadılık hizmetlerine talip olmak-tan uzak olunuz.
26-Ayakta bevl etmekten, yolları kapamaktan, pislik dökmekten sakınınız.
27-Züht, vera, velayet, keşfi keramet, ilham davala-rında bulunmayınız.
28-Ru’yetullah, Ru’yetunnebi davalarında bulunmayı-nız.
29-Bilcümle zînet ve mal zayiinden sakınınız.
30-Camilerde son derece edebe riayet edip ses çı-karmayınız. Mecnun, dilenci ve bebekleri camiye sokmayınız.
31-Mecbur olmadıkça el ve baş ile selâm vermeyiniz.
32-Alimden gayri kimsenin elini öpmeyiniz.
33-Evde köpek saklamayınız,
34-Koyunun küçük yavrusunu kesmeyiniz.
35-Hırsızlardan, hainlerden, müflislerden, Hak’tan meyleden ulema, müftü ve cahil tabiblerden olmayınız ve bun-lardan uzak olunuz.
36-Bilumum ecnebi adet ve an’anelerden ve görenek-lerden ve lüzumsuz yere baston kullanmaktan çekininiz,
37-Hiç bir zaman zulüm işlemeyiniz, zalime yardım etmeyiniz, mazluma yardımcı olmayı daima borç ve vazife biliniz.
38-Her gün sabah ve akşam şunu okuyunuz: “Allahu Teâlâ’nın varlığına, birliğine, kuvvet ve kudretine, her şeyi görür-işitir bilir olduğuna, herkesin O’na muhtaç olup, O’nun hiç bir şeye muhtaç olmadığına, doğmadığına ve doğrulmadı-ğına ve hiç bir şeyin kendisine benzemediğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hesaba, mizana, cennet ve cehennemin varlığına, kadere, hayır ve şerrin Al-lah’tan olduğuna, öldükten sonra tekrar dirilmeğe, inandım ve iman getirdim. Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu.”
39-Ashab-ı tevâzudan ve her veçhile sahib-i mahfiyetten olunuz.
40-Kendinize varlık ve benlik verecek şeylerden ve üstünlük gibi meziyetlerden sakının. En büyük meziyet ve şiarınız “yokluk” olsun.
41-Ölümü gözünüzün önünden ayırmayın.
42-Hiç bir zaman haktan ayrılmayın.
43-Hakkı daima zikredip emirlerinden dışarı çıkmayın.
44-Tesettüre son derece ve her mekanda riayet edi-niz.
45-Dinin bütün erkan ve usullerini öğrenip evlâtlarını-za da öğretiniz.
46-Hakkın sevgili ve iyi bir kulu olmak için çalışınız. Cenâb-ı Hakk’ın selâm ve rahmeti üzerinize olsun, sevgili ve kıymetli kardeşlerim.”
Mehmet Zahid Kotku Hazretleri

EMR-İ MA’RUF
NEHY-İ MÜNKER

Mü’min, yeryüzünde Allah Teala’nın iradesini temsil eden kimsedir. Bu bakımdan onun, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker göreviyle muvazzaf kılınmış olmasını anlamak zor değildir. Ma’ruf Allah Teala’nın rızasının, münker ise gazabı-nın bulunduğu şeydir. Kur’an, ma’rufun emredilmesini ve münkerin yasaklanmasını, dünyasını vahyin inşa ettiği insan-ların temel/kaçınılmaz görevi olarak tayin ve tesbit eder. Bu, peygamberlerden (hepsine selam olsun) başlayarak aşağıya doğru inen tabii/fıtrî tavırdır.

Söz gelimi Efendimiz (s.a.v)’den bahseden ayetlerden birinde şöyle buyurulur: “Onlar (Ehl-i Kitab’a mensup iken iman etmiş olanlar), yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı bul-dukları o Resul’e, o ümmî Peygamber’e uyan kimselerdir. O onlara ma’rufu emreder, münkeri yasaklar…” (7/el-Arâf, 157)
Bu, tabii olarak O’nun ümmetinin yani bizlerin de te-mel görevidir: “Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma’rufu emreder, münkeri yasaklar ve Allah’a inanırsınız.” (3/Âl-i İmrân, 110)
Burada Ümmet-i Muhammed’in temel vasfı olarak zik-redildiğini gördüğümüz emr-i ma’ruf ve nehy-i münkerin “Al-lah’a iman” vasfına takdim edildiğine bilhassa dikkat edilmeli-dir. Allah-u a’lem burada şöyle bir inceliğe dikkatimizi çekiliyor gibidir: Allah Teala’ya iman, birinci derecede kişinin kendi şahsıyla ilgilidir. Emr-i ma’ruf ve nehy-i münker ise bu Üm-met’in “insanlık için ortaya çıkarılmış olması” esprisinin en mükemmel şekilde kendisini gösterdiği alandır. Biz bütün in-sanlığa karşı böyle evrensel ve külli bir görev ile muvazzaf bulunuyoruz…

“Sizden kim bir kötülük gördüğünde onu eliyle düzelt-sin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yet-mezse kalbinden buğz etsin ki, bu imanın en zayıfıdır” (1) bu-yuran Efendimiz (s.a.v), bir diğer rivayette de dikkatimizi son derece mühim bir noktaya çekmiştir: Ümmet-i Muhammed, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker görevini, önceki din mensupla-rına arız olan hastalıkları yaşamaya başladığı zaman terk edecektir. (2)
Hz. Dâvud ve Hz. İsa (ikisine de selam olsun) diliyle lanetlendiği Kur’an tarafından haber verilen İsrailoğulları gru-bunun özelliklerinden birisinin de münkeri yasaklamamak olduğunu Kur’an’dan öğreniyoruz.
Yine Kur’an, bu babda ikinci bir ontolojik gerçeği daha önümüze koymuştur: Mü’minler ma’rufu emredip münkeri yasaklarken (9/et-Tevbe, 71), münafıklar da münkeri emredip ma’rufu yasaklarlar. (9/et-Tevbe, 67) Elbette hiçbir münafık “ben münafığım” demez ve İslam’a açıktan cephe almaz. Bu nokta üzerinde hassasiyetle durulmalıdır.

Emr-i ma’ruf ve nehy-i münkerin kimler tarafından, ne şekilde yerine getirileceği, bu yazının çerçevesini aşan önemli ayrıntılara sahiptir. Elbette bu çerçevede herkesin, gücü, et-kinliği ve konumu ile orantılı bir sorumluluğu vardır.
Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta, bu temel görevin “çoğulculuk”, “hoşgörü”, “herkesi kendi konumunda saygıya değer bulma” gibi yaldızlı sloganlara kurban edildiği vakıasıdır.
Ulemanın nelerin “büyük günahlar” kategorisine girdiği meselesi üzerinde dururken, emr-i ma’ruf ve nehy-i münkerin terk edilmesini de zikrettiğine bilhassa dikkat edilmelidir. (3) Bunda şaşılacak bir taraf yoktur. Zira bu görevin terki bu Üm-met’in en temel yükümlülüklerinden birinin terki demektir.
İnsanları ilahî vahyin diriltici iklimine davet etmek gibi son derece önemli ve anlamlı bir görevi terk etmenin izahı olabilir mi ?...
1) Müslim, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel ve daha başkaları rivayet etmiştir.
2) İbn Mâce rivayet etmiştir.
3) Bkz. İbn Kesîr, I, 645 (4/en-Nisâ, 29 ayetinin tefsirinde).

Dr. Ebubekir Sifil, 05.11.2007

MARANGOZ yada
“HAYATIN TEKRARI YOKTUR”

Yaşlı marangozun emeklilik çağı gelmişti. Artık yorul-muştu… Bir gün yıllardır yanında çalıştığı işverenine, artık işinden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek istediğini söyledi.
İşvereni onun ayrılmak istemesine çok üzüldü. Ve on-dan, son bir iş daha istedi ve bir ev daha yapmasını rica etti.
Marangoz kabul etti ve işe girişti. Ne var ki, kafasının ve gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baş-tan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı.
Yıllarını verdiği mesleğine böyle son vermek ne talih-sizlikti!..
İşini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı ve "Bu ev se-nin" dedi, "sana benden hediye".
Marangoz donup kaldı. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı!

HİSSE…

Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımı-zı kurarız. Çoğu zaman da, yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, şoka girerek, kendi kurduğumuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilme ihtimali-miz olsa “çok daha farklı yaparım” deriz ama hayat bir defa yaşanır ve hayatın tekrarı yoktur.
Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta ko-yar ya da bir duvar dikersiniz. Bugün yaptığınız davranış ve seçimler, yaşayacağınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun.

Evet, kardeşim bu hayat senin…Sana sipariş verildi, sana emanet edildi. Senin eserin olacak ve sana sunulacak. İyi veya kötü bu işi bitirmek zorundasın… Neden en iyisini yapmayasın ki?

BİR GAYEYİ
GERÇEKLEŞTİRMEK için…

TEŞKİLAT: Bir gayeyi gerçekleştirmek ve bir davayı hakim kılmak için hiyerarşik bir yapı içinde bir araya gelerek planlı, programlı ve disiplinli bir şekilde çalışan yeterli sayıdaki vasıflı insan topluluğuna denir.
a-Vasıflı İnsan; imanlı, bilgili, çalışkan, ahlaklı, ihlaslı ve hedefe tam kilitlenmiş insan demektir.
b-Amaç-Gaye; teşkilatın hedeflerini gerçekleştirmek ve istenen maksada ulaşmaktır.
c-Plan; neyi, niçin, ne zaman ve nasıl yapılacağını gösteren önemli unsurdur.
Bir teşkilatta gaye birliği ve yol-usul birliği yanı sıra bir başkan, ona itaat eden vasıflı insanlar, görev ve görevlerin yerine getirilmesi ve neticenin (raporun) verilmesi gibi olmazsa olmaz şartlar vardır. Bir teşkilat bunlarla ayaktadır.
Teşkilatta üyeler şunlara dikkat edecek; er olacaklar, görevlerini bilecekler, itaat ehli olacaklar, itimat ve güven esas olacak, ihlas (yaptığını sırf Allah için yapmak) bilinci, ihsan (her an Allah’ın gözetimi altında olduğunu unutmama) şuuru, davasına ve teşkilatına sadakat, vefa ve daima fiili ve kavli dua bilinci olacak…
Teşkilatta üyeler arasında şunlar asla ve asla olma-malıdır: Tefrika, gıybet, dedikodu, lafçılık, haset, kibir, nefse esaret, yıkıcı tenkit, zanla hareket, kin, ayıpları araştırma, münakaşa, sırrı ifşa, bencillik, tembellik, tehircilik, inatçılık…

GÖREV: Yetki, sorumluluk ve zaman sınırları belir-lenmiş, bitirildiğinde ilgili ast ve üstüne rapor edilen iştir.
- “Kendi hedeflerinin aktörü olamayanlar, başkalarının hedefleri için ancak “FİGÜRAN” olabilirler. (İsmail Hakkı Kar)
- “İnanıyorum ki hayat; % 10 başıma gelenlerden, % 90 benim ona nasıl tepki verdiğimden oluşuyor.” (Charles Swındoll)
- “En büyük zafer düşmemek değil, düştükten sonra kalkabilmektir.” (Robert Forst)

Teşkilatta;
-bedenen-aklen-ruhen-madden ve manen var olaca-ğız
-her açıdan eğitimli olacağız
-ve takatımızın sonuna kadar modele uygun bir şekil-de çalışacağız.

Bir teşkilatın bütün kademeleri ve bütün kadrolarıyla en verimli şekilde çalışması’na “teşkilatın dinamizmi” denir. Başarıda gevşememek ve şımarmamak, başarısızlıkta üzül-memek teşkilatın dinamizminin ana esaslarıdır.
Özetle;
-Davamızı ve yüceliğini mutlaka bilmeli ve bu şuuru-muzu diri tutmalıyız.
-Kur’an ve sünnetle çok canlı bir diyalogumuz olmalı, okumalı, anlamalı ve yaşamalıyız.
-Dinin ve siyasetin ne olduğunu, dünyada din ve siya-set ilişkilerini bilmeliyiz.
-Tebliğ, davet, emr maruf, nehy münker, cihad görev-lerimizi iyice benimsemeliyiz.
-Hak ve batıl mücadelesinin tarih boyunca sahalarını bilmeliyiz.
-Davamız uğrunda fedakarlığın niteliğini, ölçüsünü ve nedenini bilmeliyiz.
-Yönetimde adalet, kararlarda istişare ve itaat esas olmalıdır.
-Vasıflı insan olmalıyız…
Ne mutlu teşkilatlı bir şekilde insanlığın saadeti için çalışanlara…

YÜCE ALLAH’A ve
RASULÜ’NE İTAAT

KUR’AN- KERİM’in tanımı ve manası: Hz. Peygam-ber’e (s.a.v) indirilmiş olan, mushaflarda yazılan, tevatüren nakledilen, tilavetiyle (okunmak suretiyle) ibadet olunan ve içerisinde beşer sözünün olmadığı mucize olan ilahi kelamdır.
Farklı bir tarif ise şöyle yapılmıştır: “Allah Teala’nın Cebrail vasıtasıyla Rasûlü Muhammed b. Abdullah’ın kalbine indirdiği, Fatiha Sûresi ile başlayıp Nâs Sûresi ile biten iki kapak arasında bir araya getirilmiş ilahi bir kitaptır. Lafız ve manası ile ilahidir.”
O; kendisinin yaşanılmasıyla kimlik kazanılan, hayata uygulanmak üzere gönderilen, insanın bütün varlık alanına hitabeden, önüne geçilmemesi gereken, mü’min olduğunu kişi itiraf ettikten sonra onun karşısında seçme hakkının olmadığı-nı vurgulayan, herkese ulaştırılması istenen, tüm insanlara en doğruyu gösteren, üzerinde düşünülerek değerler üretilmesi ve üretilen değerlerin paylaşılması şart olan, insanlığı aydınlı-ğa çıkarmak için gönderilen, en büyük Zikir’dir.

SÜNNET’in tanımı: Sünnet; sözlükte yol, tarz demek-tir. Kur'an-ı Kerîm'de sünnet; devamlı adet, kainatın düzenin-de geçerli olan tabiî kanunlar, gidilen yol gibi anlamlarda kul-lanılır. Bir de sünnetullah terimi vardır. Bu, Allah'ın koyduğu kurallar, toplumların hayatlarında görülen ilerleme, gerileme ve hatta yok olmada geçerli olan ilahî kanunlar demektir.
Terim olarak sünnet; söz, fiil ve takrirleri (onayları) ile Hz. Peygamber (sav)'in İslam'ı yaşayarak yorumlaması de-mektir. Bu anlamda sünnet, hadisten daha kapsamlıdır. Nite-kim "Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah'ın kitabı ve Resülü'nün sünne-ti.." 1 hadisinde bu anlam açıkça görülmektedir.
Hz. Peygamber'e nisbet edilen her şeyin yazılı metni manasında hadis, günümüzde sünnet yerine de kullanılmak-tadır. Bugün hadis deyince sünnet, sünnet deyince hadis an-laşılmaktadır. Sünnetin çoğulu sünen olduğu gibi Hz. Pey-gamber'in söz, fiil ve takrirlerine ait hadisleri içeren kitaplardan bir kısmının adı da Sünen'dir.

Sünnet; Kur'an'ın tefsiri-açıklayıcısı olduğu için Kur'an-ı Kerîm'den hemen sonraki ikinci delildir. Kur'an, oku-nan vahiy; sünnet, rivayet olunan vahiy 2; hadis ise, "rivayet edilen sünnet" 3 demektir.
Hadis (Sünnet) ilminin gelişmesi, "Hz. Peygamber'e yalan isnad etmeme dikkati" ve "tebliğ görevi"nin yerine geti-rilmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Bu konuda ilk ve en değerli gayret, sevgili Peygamberimiz'in en hayırlı nesil olarak takdir ve takdim buyurduğu ashab-ı kiram'a aittir. Rivayetü'l-hadîs ilminin kurucuları oldukları gibi, dirayetü'l-hadîs ilminin temel-lerini atanlar da onlardır. Allah kendilerinden razı olsun.
Not: Ashab: sahabî kelimesinin çoğuludur. Sahabî: müslüman olarak Hz. Peygamber'i gören ve o iman üzere ölen kimseye denir. Herhangi bir sahabî ile görüşme imkanı bulan kimseye de tabiî adı verilir.
1 Malik, Muvatta', Kader 32 Şafiî, Risale, s. 91-92 3 Kasımî, Kavaidü't-tahdîs, s. 35-38; Cezairî, Tevcihü'n-nazar, s. 2

PEYGAMBERİMİZ (AS)’A VE
SÜNNETE OLAN İHTİYAÇ:

Yüce yaratıcı-Allah Teala, insanoğlunu mükerrem ve mükemmel bir varlık olarak yaratmıştır. Dünyada insan haya-tının başladığı günden beri, Allah Teala, onların arasından seçtiği "Nebî" veya "Resul" denilen Peygamberler’i (aleyhimüsselam) kendisiyle kulları arasındaki irtibatı kurmak ve açıklamakla görevlendirmiştir. Bütün peygamberler, Allah-'ın emir ve nehiylerini O'nun kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermekle görevlendirilmiş hidayet elçileridir. Peygamberler bu kutsal elçilik görevlerini hakkıyla yerine ge-tirmeye çalışmışlardır.
Bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem de ümmetine Allah Teala'nın iste-diği şekilde yaşamaları için gerekli bilgileri uygulamalı olarak vermiştir.
Her peygamber gibi bizim Peygamberimiz’in de iki temel görevi vardı: Tebliğ (anlatmak) ve Beyan (açıklamak).
-"Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olur-sun". 1
-"İnsanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlata-sın diye sana da Kur'an'ı inzal ettik" 2
Peygamber Efendimiz vahiy yoluyla Allah'tan aldığı Kur'an ayetlerini, görevi gereği, İnsanlara sadece ulaştırmakla kalmıyor aynı zamanda onları açıklıyor ve anlatıyordu. Tebliğ ettiklerini açıklamak ve anlatmak onun aslî göreviydi.
Hemen işaret edelim ki Peygamberimiz'in tebliğ görevi evrensel olduğu için, açıklamaları da ona uygun bir çerçeve ve nitelikte gerçekleşiyordu. Yani sünnet, Kur'an'ın evrensel planda Hz. Peygamber aleyhisselam tarafından yorumlanması demek oluyordu…

Hayatın ilahî irade doğrultusunda şekillenmesi konu-sunda Sünnet, Kur'an ile birlikte hemen onun yanıbaşında birinci dereceden bir görev üstlenmiş bulunmaktadır. Bunun böyle olduğunu hem Peygamber'e itaati emreden Kur'an-ı Kerîm, hem de Hz. Peygamber'in bizzat kendisi ifade ve ilan etmektedir. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurmaktadır Rabbimiz:
-"Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının!" 3.
-"De ki: Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" 4.
-"Allah'a ve kıyamet gününe kavuşacağını uman sizler için Allah'ın Resülü'nde güzel bir örnek vardır" 5.
-"Allah'a ve Resülü'ne inanıyorsanız, anlaşmazlığa düştüğünüz konulan Allah'a ve Resülü'ne arz ediniz!" 6.
-"Hayır, Rabbi’ne andolsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip verdiğin hükmü, içle-rinde hiç bir sıkıntı duymadan kabul edip teslim olmadıkları sürece tam mü'min olamazlar" 7.
-"Gerçekten sen, doğru yola, Allah'ın yoluna çağırı-yorsun" 8.
-"Peygamber'in emrine muhalefet edenler, fitneye ya da can yakıcı bir azaba uğramaktan çekinsinler" 9.
-"Kim Peygamber'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur" 10.

Hz. Peygamber (as) şöyle buyurmaktadır:
-"...Kim benim sünnetimden (yaşama tarzımdan) yüz çevirirse benden değildir" 11.
-"Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat na-sıl lif lif kopup parçalanırsa, din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkar" 12.

Bütün bu ayet ve hadisler, müslümanların ancak Kur’an’ın yanı sıra sünnete sarılmak ve ondan ayrılmamaya çalışmak suretiyle İslami kimliklerini koruyabileceklerini ifade etmektedir. Zira açık bir gerçektir ki, sünnetin terkedilmesiyle doğacak boşluk, sünnetin tam zıddı demek olan bid'atla ve hurafeyle doldurulacaktır.
Sünnet, en kısa ve genel anlatımıyla "İslam bilgisi ve kültürü" demektir. Bid'at ise, İslam kültürüne ters düşen, onda yeri olmayan ve fakat ondanmış gibi görülmeye ve gösteril-meye çalışılan yabancı unsur demektir.
Muhtelif kıta ve iklimlerde yaşayan müslümanlar ara-sında çağlar boyu görülegelen ortak değerler ve uygulama benzerlikleri, Kur’an’ın rehberliğinde oluşan sünnetin belirleyi-ciliği, birleştiriciliği, bütünleştiriciliği yani evrenselliği sayesinde olmuştur.
Açıkça söyleyecek olursak, ümmet sünnetle vardır, onunla yaşar. Yozlaşma sünnetten ayrılmakla başlar. Çünkü Rasulullah “canlı Kur’an’dır, sünnet ise Kur’an’ın pratiği ve hayat tarzına dönüşmüş şeklidir.
(1 Maide süresi (5), 67, 2 Nahl süresi (16), 44, 3 Haşr süresi (59), 7, 4 Al-i İmran süresi (3), 31, 5 Ahzab süresi (33), 21, 6 Nisa süresi (4), 59, 7 Nisa süresi (4), 65, 8 Şura süresi (42), 52, 9 Nur süresi (24), 63, 10 Nisa süresi (4), 80, 11 Buharî, Nikah l; Müslim, Nikah 5, 12 Darimî, Mukaddime 16)

Saadet Asrı’ndan
Şuur Örnekleri…

KIŞIN SOĞUĞUNDA İNCE BİR
ELBİSENİN ALTINDA
TİR TİR TİTREYEN MÜBAREK İNSAN…

Hz. Ali radıyallahu anh, ümmetin malını ümmete dağı-tırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz et-memekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe'de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek mescide gittiğini aktarırlar.
Hz. Ali (ra), devlet yönetici ve memurlarının nasıl dav-ranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı:
1.Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besle-yin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlama-yın .
2.Müslüman olsun olmasın herkese adil davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.
3.Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele et-meyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .
4.Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.
5.Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.
6.Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar umma-dan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.
7.Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.
8.Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.
9.Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.
10.Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.
11.Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediği-nize kendilerini inandırın .
12.Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönme-yin.
13.Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken öne-mi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.
14.El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azal-tır, hayat standardını artırır.
15.Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.
16.Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bak-mak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzuru-nuza çıkmalarına engel olmayın .
17.Kan dökmekten kaçının, İslâm'ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.
Hz. Ali radıyallahu anh bütün bu emirleri kendi nefsin-de eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi sonunda şehid oldu…

-Hz. Ali (ra) şöyle buyurmuştur: “Size gerçek fakihi (fı-kıh âlimini) haber vereyim mi? Gerçek fakih insanları Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyen, onlara Allah’a isyan hususunda cesaret vermeyen ve O’nun azabından emin kıl-mayan ve Kur’ân-ı Kerim’i asla terketmeyen kişidir.
İçerisinde bilgi ve şuur olmayan bir ibadette hayır ol-madığı gibi içerisinde amel olmayan bilgide de hayır yoktur. Aynı şekilde içinde takvanın olmadığı ibadette ve içerisinde düşünmenin bulunmadığı okumada da hayır yoktur.”
(Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları)


  Hoşsâdalar  

bilinmezi bilir, kendini bilen...
 
 

HAYDİ NAMAZA!

haberler
 
Bize burdan ulaşabilirsiniz...
 
HOŞSÂDA MESSENGER
Üye ol! Sen de kazan!
 
 
46891 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol